Keçiboynuzu Adası’nda Kıbrıs’ın İzini Sürmek
Keçiboynuzu Adası’nda Kıbrıs’ın İzini Sürmek
Simge Çerkezoğlu
Gürkan Uluçhan genç bir avukat ancak yazdığı polisiye tarzı romanı ile Kıbrıs Türk Edebiyatı’nda bir ilke imza atmayı başardı. “Keçiboynuzu” adlı roman ilk anda hayali bir adada geçen polisiye bir hikâye gibi duruyor olsa da içerikte bu kadar yalın ve iddiasız değil. İnsan kitabı eline alınca bir yanı hemen okusam ve bitirsem derken öte yanı adada yaşanan siyasete, adalete, sanata ve toplumsal yapıya kafa yormadan ve etkilenmeden edemiyor. Özellikle Uluçhan’nın ‘araf’ ismini verdiği bölümler çok etkiledi, etkilerken üzdü de. Şimdi bir polisiye roman insanı üzer mi diyeceksiniz, okuyun ve siz karar verdin diyorum…
Uluçhan bu kitabı bugüne kadar yayınlanan en iyi eseri olarak tanımlarken, bir yandan kendiyle ile yarışmaya da devam ediyor, o ve onun gibi yazıya değer veren insanlarla da Kıbrıs Türk Edebiyatı daha bir zenginleşiyor.
POLİSİYE Mİ DEĞİL Mİ?
Edebiyatın hayatınıza girişi nasıl oldu?
Ben aslında kendimi bildim bileli bir şeyler yaratmaya karşı istek duyuyordum. Çok küçük yaşlarda kâğıda dökmesem de kendi kafamda kurgular oluşturuyordum. Daha sonra okul hayatımın başlaması ile birlikte çok fazla kitap okumaya da başladım. Sınavlar öncesinde bile önce kitap okur sonra ders çalışmaya başlardım. Özellikle lise hayatım günde bir kitap okumakla geçti. Üniversiteyi kazandıktan sonra İstanbul’a gittim. Orada daha farklı, daha kültürel bir çevre edindim. Farklı insanlar tanıdım. Onların varlığı ile birlikte kendimi daha fazla geliştirme imkânı buldum. Böylece lisede yazmaya başladığım şiirler yerini daha profesyonel düşüncelere bıraktı. Okul bitti ve buraya döndükten sonra Filiz Naldöven’nin şiir atölyesine şiirlerimle katıldım. Bana eleştirilerde bulundu ve pek çok katkılar koydu. Önceden daha çok içgüdüsel olarak yazdığım şiirler daha bilinçli yazılara dönüştü. Böylece 2003 yılında şiir kitabım yayınlandı.
Evet, ‘Keçiboynuzu’ ilk kitabınız değil sanırım. Önceki kitaplarınızdan da bahsedebilir miyiz?
Bahsettiğim gibi önce şiir kitabım yayınlandı, ardından 2005 yılında ‘Ahna’ isimli uzun öykü, ya da roman olarak nitelendirebileceğimiz kitabım yayınlandı. 2012 yılında ise ‘Zamanın Aşkı’ isimli öykü kitabım yayınlandı. Bu yılın sonunda ise ‘Keçiboynuzu’ yayınlandı.
KLASİK POLİSİYE
Keçiboynuzu polisiye bir roman, polisiyeye olan ilginiz nereden geliyor?
Her zaman polisiye romana çok ilgi duydum. Bahsettiğim yeni dönemdeki polisiye romanlar değil de daha çok klasik anlamda bildiğimiz polisiyeler. Gizem olayı beni hep çok çekti. Olaylar, kişilik tahlilleri, psikolojik analizler… Polisiyeler için hep yolculuk kitabı dendi, ikinci plana atıldı. Edebi yanının zayıf olduğu düşünüldü ama ben buna katılmıyorum. Bana göre ciddi şekilde kaleme alınan polisiye bir roman hem okuyucuya lezzet verir, hem de edebi olarak onu zenginleştirir. Kitabımda da klasik polisiyelerin kendi kafama göre belirli kurallarını aldım. Çok eskiden beri bu tarz kitap yazmak en büyük idealimdi. Yine de romanım klasik polisiye değil. İçinde ciddi eleştiriler barındıran, ironik bir kitap. Özellikle kitapta yer alan ‘araf’ bölümleri, onu klasik polisiye olmaktan çıkarıyor.
Ben kitabı okudukça burada bahsi geçen adanın Kıbrıs olabileceğini düşündüm, haksız mıyım?
Okumak aslında subjektif bir şey. Kişiden kişiye değişiklik gösteriyor. Yazarken amacım bir ada yaratmaktı. Adaya tarih, efsane, coğrafya, kültür sanat ve siyaset anlayışı katmaktı. Ayrı bir ada yarattım ancak sonuçta ben de bir ada insanıyım. Hareket noktam kurgusal bir ada yaratmak olurken, elbette etkilendiğim ada Kıbrıs olacaktı.
GENELLEME YOK
Sizce Kıbrıslılar da Keçiboynuzu adasında yaşayan insanlar gibi “dik kafalı, inatçı ve kendini evrenin tek hâkimi sanan tipler” olabilir mi?
Güzel bir soru, yine de böyle bir genelleme yapmak yanlış olur. Herkesi bu kalıba sokamayız. Tabii kitap biraz abartılı üslup ve ifadeleri içinde barındırıyor amacım da oydu zaten. Yine de bu kitabı okuyan biri dönüp de kendine bakarsa, acaba inatçı ve dik kafalı mıyım diye sorarsa orada ulanılan ifade amacını gerçekleştirmiş olacak. Yine de bana göre hiçbir zaman, hiçbir toplum için genelleme yapmamak gerek.
Kitapta çok güzel mitolojik hikayeler de anlatılıyor. Bular tamamen sizin kurgunuz mu? Bunlardan birinde sevgiye dair güzel bir tanımlama takılıyor gözüme; “sevgi; o lanetli çekinimsiz beldede ve ruhunun karanlık tarafında korku, kaygı, ezicilik gibi duyguları hissettiğinde aklına gelen ilk şeydir”
Mitolojik hikayeler tamamen bana ait ve kurgusal. Hepsini bu adaya özgü olarak ben yarattım. Yazarken bir karakter yaratırsınız onun karakterine göre de cümleler, ifadeler yazarsınız. Bazen o karakter yazara çok ters olur, bazen ise çok yakın. Onun gerçekçiliğini sağlamak için bazen inandığınız bazen ise inanmadığınız sözleri ona söyletebilirsiniz. Bunlar tamamen değişken şeyler ancak burada alıntı yaptığınız ifade benim sevgi anlayışıma çok yakın diyebilirim.
BENZERLİK
Kitabın arkasında da içinde de yer alan bir başka ifade var ki beni çok etkiledi. “Boşuna dememişler biriken adaletsizlikler korkunç eylemlerle noktalanır diye”
Bu ifadeyi ben karakterime söylettim, doğrudan bu şekilde tarihte söylenmemiş olsa da benzerleri ile bilinen bir ifadedir. Sadece edebiyat veya düşünce tarihinde değil siyasi tarihte de benzerleri dile getirildi. Dolayısı ile sadece benim karakterim söyledi demek çok iddialı olur. Tarihte Fransız İhtilalı döneminde de benzer ifadeler kullanılmıştı.
Size göre de adaletsizlikler eninde sonunda toplumsal bir patlama yaratabilir mi?
Kesinlikle yaratabileceğini düşünüyorum. Yine de şöyle bir şey var her insanın, her toplumun belli bir dayanma noktası vardır. Fransızların adaletsizlik karşısında dayanma noktası çok daha azken, Kıbrıslıların dayanma noktasının çok daha geniş olduğunu düşünmekteyim. Bu eşik düşük veya geniş eninde sonunda mutlaka patlar diyorum.
Bu durumda bizim toplumun da eninde sonunda patlaması gerekiyor…
Bana göre eninde sonunda bu olacak nasıl olacağını da söyleyim. Şu an toplumun bir kısmı “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” düşüncesinde, fakat gün gelecek o yılan o kadar büyüyecek ki herkese dokunur hale gelecek. O zaman da patlama gerçekleşmiş olacak.
EDEBİYAT VE HUKUK
Bu arada siz avukatsınız sanıyorum. Mesleğinizi yapıyor musunuz? Edebiyat ve hukuk ilk başta çok ilişkisiz gibi görünse de aslında birbirine paralel alanlar.
Yaklaşık 2000 yılından bu yana avukatlık yapıyorum ofisim ve iki de ortağım var. Edebiyat ve hukuk birbirinden kopuk alanlar değil. Öğrencilik hayatımda hukuk kitapları okurken, onlardan sadece hukuki bilgiler almadım. Bu kitaplarda tarihi davalar, olaylar ve temelde insanlık tarihi anlatılıyordu. Tüm bu metinler aslında çok edebi unsurları da içeriyordu. Elbette hukuk çok daha kuralcı, katı ve esnekliği hiç olmayan bir alan, oysa benim edebiyat anlayışımda kuralsızlık ve belirsizlik fazlaca var. Böylece hukukun kuralcılığı yanında edebiyat bana özgürlük ve yaratıcılık alanı sağlıyor.
Kitapta içinde yaşadığımız hayata dair çok gözlem var. Avukatlık yapıyor olmanızın da buna katkısı var mı?
Sadece hukuk değil yaşamın her alanı aslında beni besliyor. Sabah kalktığımda izlediğim bir haber, mahkemede gördüğüm bir dava... Yine de hukukun işin içinde olunca toplumun temelini anlamak, çöken adalet duygularının ardından gelen iflah olmazlığı görmek beni en çok etkileyen unsurların başında geliyor. Çok güzel bir hukuk sistemimiz olduğu inancındayım ancak uygulamalarda çok ciddi yanlışlıklar var.
Yeni projeleriniz olacak mı?
Kafamda çok proje var henüz karar vermedim. Kitabın girişinde de belirttiğim gibi Keçiboynuzu’nu dört ayrı kitap olarak tasarladım. İkinci kitabın da aynı adada geçmesini planlıyorum, üçüncüsü ise tamamen Kıbrıs’ta yaşanacak. Kitabı yazmaya başladığım ilk günden bu yana bunu düşündüm, ona göre yazdım.