Kedi Uluması
Buralar tekin değil artık. Eylül geldi gelmesine, kuşlar gidiyor gitmesine de biz, biz değiliz artık.
Ağaçların renk değiştirmesi gibi değişir insan bir mevsimden bir mevsime, gün be gün büyür, olgunlaşır, yeşerir, içindeki umutlar halen tazedir. Sonra sonbahar gelir, Eylül gelir, bu mevsim insanı kendine benzetir. Sanki size inat daha hızlı dönen bir yer kürenin içinde yaşlı gözlerinizle bakakalırsınız hayatın içine, içine, tam ortasında olduğunuzu sanıp aldanırsınız. Geçip gitmiştir hayalleriniz, artık oturup hayal dahi kuramazsınız, yürümediğiniz yolları artık yürüyemezsiniz, ses vermediklerinize artık sesiniz yetmez, küfretmek, haykırmak istersiniz de nefesiniz tükenmiştir. Kuru bir dal gibi kırılır kalırsınız bir gün. Lüzumsuz, artık, değersiz...
Her gün bir önceki günden daha kötüye gidiyorsa, soluduğunuz hava ağırlaşmışsa, üzerinize yığılan kara bulutlar pis pis gülüyorsa size, attığınız her adımda bir köşeye konulmuş tuzaklara takılmamak için uğraş veriyorsanız, amaçlarınız bireyselleşmiş, sizin gibi sokaklarınız da insansız kalmışsa ve o sokaklar artık size yabancı ise, ve siz boynu bükük orada oturup sizin adınıza konuşanları seyrediyorsanız, bilin ki karanlıklar daha da çoğalacak. Tutunamayacaksınız artık toprağa.
Sizi siz olmaktan çalanlar masa başında kadeh tokuştururken siz o masada iki yudum arasında meze olmuşsanız, çocukluğunuzda seyrine doyamadığınız dağlarınızı delik deşik edenler ile sahillerinizi peşkeş çekenlere halen eliniz titremeden oy veriyorsanız, kanun manun tanımam, kim gelirse gelsin diyen kabadayıların arasında kalakalmışsanız, kafanıza sadece sandalye yediğinize şükredecek günleriniz kapının ardındadır, biliniz.
Buralar tekin değil artık. Paraya tapanların, sistemin kuyusundan beslenenlerin, iki dirhem bir çekirdek televizyon ekranlarında boy gösteren ancak edep adap bilmeyen insanların arasında kaldık. Her devrin insanı olup fırıl fırıl dönenler mi istersiniz, kendi değer yargıları içine sizi alıp yıkanmış beyinlerle ve küflenmiş fikirlerle sizi yargılayanları mı?
Biliyorsunuz, yeni fasıl açıldı, hoşgeldiniz. Kamu malına zarar vermek elbet suçtur da, kendisi bizatihi kamu olan vatandaşın gözüne kimyasal gazla saldırmak suç değil midir? “Dengeler” o kadar değişken. Bir eylemde herşeyi yapmak mübahken, bir eylemde KKTC Cumhuriyet Meclisi’nin damına çıkanları polis seyrederken, bir diğerinde hak arayan eylemcilere Bakanlık önünde, uluslararası hukukta savaşta bile kullanımı yasak olan kimyasal silah (BM’ye göre biber gazı kimyasal silahtır) kullanılıyor. Hak aradığınız için burnunuza, gözünüze sıkılan kimyasal silahın ilk defa tarihte İngiliz döneminde Kıbrıslılara karşı kullanıldığını biliyorsanız, yediğiniz o kimyasalın altmış yıl sonra halen bu topraklarda kullanılıyor olması önemlidir elbet. Polise kimyasal silah alsın ve bir eylem esnasında kullansın diye aklı kim verdi, kim onayladı, kim emretti, kim cezalandırdı, kim denetledi... Vatandaşın vergisiyle, vatandaşın onayı olmadan alınan şu kimyasal silahı yine vatandaşa karşı kullanmak tam da devlet aklı. Denetlenmesi imkansız bir sistemde kimi kime...
Bir de tüm bu gündem kalabalığının içinde, toplum ekonomik çöküşte iken ve çaresiz kalmışken er meydanına çıkmış büyük büyük adamları seyrediyoruz. Gelip gür sesleriyle bağırıyorlar. Masalara vuruyorlar, tarih dersi, coğrafya bilgisi, din kültürü ve ahlak bilgisi veriyorlar. Büyük büyük adamlar safları sıklaştırıyor, kara çalıyor, çamura yatıyorlar. Bir kedi uluması sanki. Ses kulak tırmalıyor ama uluma da uluma değil. Ne idiği belirsiz bir düzende piyeslerini oynuyorlar. Ama başaramayacaklar bunu onlar da biliyor. Kedi ulumaları ondan.
Dinle.
Sen bu yazıyı okurken ben gökyüzüne bakacağım. Biliyorum buralar tekin değil ama Eylül geldi işte, belki yaprak döküp baharda yeniden açarız. Baharda oturup bir masada karşılıklı sohbete dalar, umudun ancak bu topraklara cesaretle geleceğini tam da şu gazete sayfasına birlikte yazarız.
Al eline kalemi, söz, birlikte yazacağız.