KELEBEĞİM
Öykü Yarışması’nın başarılı öyküleri…
Öykü Yarışması’nın başarılı öyküleri…
Öykü Yarışmamızın başarılı öykülerinde bir üçüncü daha var… 9,10,11 yaş grubunda değerlendirilen ve ‘uyandığı güne bir kelebekle devam eden’ öykücümüzün öyküsü… Öyküyü yarışma konusu olarak verilen konulardan ikisine de uyarlayabilirsiniz… Yani “yeni bir güne uyandığınızda o günü nasıl değerlendirmek istersiniz” şeklinde de okuyabilir veya “bir çocuk öykü kitabı yazarı olsanız bir öykünüzü paylaşır mısınız” kategorisinde de değerlendirmek mümkün… Yenidüzen-Deniz Plaza öyküleri devam ediyor…
Elif Ece Yaycı
5. Sınıf
English School of Kyrenia
9,10,11 yaş grubu
****************
KELEBEĞİM
En sonunda güneş açtı, hissediyorum bugün çok özel bir gün olacaktı. Yumuşacık yorganımı üstümden çekerken başladım hayal etmeye; acaba kanatlarımı açıp uçar mıyım yoksa dünyanın en büyük dağına çıkan en küçük hayalperest mi olurdum? Belki de sadece en yakın arkadaşımla futbol oynardık. Bilmem ki bugün beni hangi maceralar bekliyor, aslında hiç fark etmez eşsiz bir anı gibi kalsın yeter.
Madem özel bir gün, en güzel, en şık kıyafetlerimi giyindim. Büyük bir telaşla ağzıma mısır gevreği sokuşturuyordum ki annem, “Ne oldu Berk? Ne bu telaş?” diye benim ağzımdakilerle yaptığım ses dışındaki sessizliği bozdu. Cevap veremeden annem dışarı çıkacağımı anlamış, hemen kırmızıçizgili siyah ayakkabılarımı hazırlamıştı. Annem leb- demeden leblebiyi anlayan en zeki annedir.
Kapıyı bir çırpıda açıp koşarcasına evden dışarı ilk adımlarımı attım. Yüzümdeki o içten tebessüm bir anda araba egzozundan koskoca bir öksürüğe, sonra da günümü aydınlatan güneşimi kaplayan o pis fabrika dumanları yüzünden dünyalar kadar bir iç çekintisine döndü. Sanki dünya gittikçe katrana bulanıyor, hepsi insanların ileriye dönük olasılıkları göz ardı etmesinden dolayı. Kızgınlığımı bir kenara bırakıp yoluma devam ediyordum ki gözümü minik bir parıltı yakaladı. İşte maceram diye düşünüp onun yanına iyice yaklaştım ki o gözümü minik bir parıltı yakaladı. İşte maceram diye düşünüp onun yanına iyice yaklaştım ki o da ne, bu – bu çok güzel bir kelebek! Hangi tür olduğunu hemen anladım, bu geçen gün bir kitapta hakkında okuduğum kraliçe kelebeği idi, ah tabiat ananın en nadide parçalarından bir tanesiydi bu ve tam benim önümde duruyordu. Ona dokunmaktan sadece bir milim uzaktaydım ama görünüşe göre kelebek benden önce davranıp kanatlarını pırpır ettirdi tıpkı benim yüreğim gibi.
“Nereye gidiyoruz?” diye anlamsız bir soru sordum ama küçük kelebek benim ne dediğimi anlamış, kâğıt kadar ince kanadıyla bana bu şehrin en büyük dağını gösteriyordu. En fazla on dakika koştuktan sonra dağın başına ulaşmış, tepelere gözümü dikmiştim bile. Minik zavallı kelebek dağın başında bile donuyordu ama vazgeçmiyordu. Bu cesaretiyle beni şaşkına döndürdü hayatımda böyle bir şey ne görmüş ne de duymuştum. Ve benim hadi dememle on bir kilometrelik tırmanışımız başlamıştı. Yaz ayında olsak da dağ bizimle aynı fikirde değil de kışta karda oynamayı seçmişti. Bir adım, bir adım daha ve işte zorlu bir mücadele ve güçlü bir ayazı yenerek en büyük dağın tepesine çıkan en küçük hayalperest ve onun sıra dışı arkadaşı minik ama koca yürekli kelebek olmuştuk.
Ellerimi ısıtmaya çalışırken sordum, “Eee şimdi ne yapıyoruz?” Minik kelebek uçuyoruz dercesine kendisini dağın tepesinden bıraktı önce dehşete düştüm sonra havada süzülmek istediğini anlayıp kollarımı açıp kendimi dağın tepesinden bıraktım. Yüzüme soğuk bir yel vuruyordu en sonunda gözlerimi açıp manzaranın keyfine vardım. Sanki bin bir tane bülbül taşıyordu beni ama aşağı bakınca sadece hayallerimin olduğunu fark ettim. O pis fabrika dumanları benim olduğum yere kadar ulaşamıyordu, ne güzel güneş sadece benim için tekrar açmıştı.
Yüzümdeki gülümseme gittikçe büyüdü. Kanatlarını açmış, bulutları delen bir güvercin gibi hissettim kendimi. Bir saat sanki beş dakika gibi geçti gitti, hava kararıyordu, büyük bir trafik vardı yollarda, ofisler karanlığa gömülmüş, fabrikalar duman solumayı bırakmış, ayla güneş yüz yüze gelmişti. Işığı yanan apartman dairelerinden içeri göz ucuyla baktım ve eve gitme zamanı diye düşündüm ama küçük kelebeği tek başına bu ölümcül sokaklarda yapayalnız, tek başına bırakmak istemedim. Son bir yolculuk yapmak için sanırsam zamanım vardı. Kelebek son dakikalarını iyi değerlendirmek istiyordu anlaşılan. Beni karanlığın içinde bilinmeyenlerin içine sürükledi. Korkmaya başlamıştım, artık alacak karanlık tünemişti üstüme. Kelebeğin kanatları her saniye daha bir heyecan daha bir hızlı yukarı aşağı inip çıkıyordu. Ayın ışığı her yeri aydınlatmasa da ufak kelebeğin benim için hazırladığı son sürprizi görmeme yeter de artardı. Pembe, kırmızı, sarı, beyaz gül taç yaprakları, her biri teker, teker özenle dizilmiş sabırla fark edilmeyi bekliyordum. Bu şimdiye kadar bana yapılmış en güzel sürprizdi. Minik kelebeğin bu kibarlığı ağzımı açık bırakmıştı. Renkli gül yaprakları beni Manolyalar, Papatyalar, Menekşelerle süslenmiş düşlerin bahçesine kadar taşımıştı. Binbir yıldız gecenin son dokunuşlarıydı. Küçük kelebek bahçenin etrafında beş tur atıp kendini ellerime attı. Bir anlığına kaygılandım, sonra fark ettim ki bütün gün kanat çırpmaktan yorgun düşmüştü. Artık biliyordum benim bir kelebeğim vardı. Tamamen bana ait. Adını biliyordum, adı Macera idi. Canım Kelebeğim benim…