Kelime – i Şahadet getiremeyen dallamalar ve Metin Feyzioğlu acaba neden gitti?
Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçisi Metin Feyzioğlu, görev süresi dolmadan (Daha en az iki buçuk senesi vardı) Prag Büyükelçiliği’ne atandı!
-*-*-
Görev süresi dolmadan bir büyükelçi ya da bir bürokratın yeri değişiyorsa, değiştiriliyorsa, bunun iki sebebi vardır; ya terfi ya da ceza!
-*-*-
Çok iyi bir büyükelçi ya da bürokratsınız, size terfi verilir ve çok önemli bir göreve getirilirsiniz!
Bu askerde ve poliste de aynıdır!
-*-*-
Yok eğer sizi “abidik gubidik” ya da “entepüften” bir yere tayin ederlerse; bu demektir ki siz hiç işe yaramadınız, bazı kabahatleriniz vardır ya da başka!
-*-*-
İşte çağdaş devlet yönetimlerinde, bu gibi durumlarda “şeffaflık” denen ya da “hesap verebilirlik” denen ilkeler devreye girer.
-*-*-
TC Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, dürüst ve doğru bir şekilde der ki, “… Sayın Feyzioğlu’nun, Ana Muhalefet lideri ve CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile tartışması, tarafımızca kabul edilebilecek bir hata değildir, bu yüzden kendisini, daha pasif bir göreve getirdik”…
-*-*-
Veya Hakan Fidan der ki, “… Sayın Lefkoşa Büyükelçimiz, KKTC’de, bizden habersiz olarak, yetkisini aşan bazı siyasi manevralara kalkışmıştır; bazı iş insanlarının iş takipçiliğine soyunmuştur; özel yaşantısında sıkıntılar keşfettik; derhal görev yerini değiştik!”.
-*-*-
Eğer siz şeffaf bir şekilde, doğru ve kabul edilebilir bir açıklama yapmazsanız, yani halka hesap vermezseniz, Serhat kulunuz da oturur, aklına geleni yazar!
Der ki, “Metin gardaşımızı şunu yaptığı için oradan aldılar…”
“Şunu yapmak?”
Neyse!
-*-*-
Veya der ki, “AKSA’nın arabulucusuydu maşallah!”
Veya der ki, “Ünal Üstel’e çalıştı!”
Veya der ki, “Kıbrıs meselesinde bazı değişiklikler olacak, bu adam çözüm düşmanıdır, oradan kaldırdılar, sıfır diplomatik temaslı bir noktaya gönderdiler”…
-*-*-
Halktan onaysız ve habersiz iş yapmak, demokrasi ayıbıdır…
Bir hükümetin veya bir yönetimin, halktan – seçmenden habersiz ya da onaylamayacağı bir “işe kalkışması”, demokrasi utancıdır…
-*-*-
Adil bir hukuk devletinde, düzgün işleyen demokrasilerde, yasa ya da teamüllere aykırı bir takım atamalar ya da görevden almalar her zaman şaibeli şüphelere, sansasyonel dedikodulara sebep olacaktır!
-*-*-
“İstikrar için Ünal Üstel” denmesi de “şaibelidir”…
Çünkü hangi istikrardır bahsettiğiniz?
KKTC’de düzgün çalışan her hangi bir “devlet işi” gösterin; yemin ederim itirazsız kabul edeceğim!
Nerede istikrar var?
Sağlık, eğitim, bayındırlık, ulaştırma mı?
Be gavollem, elektrik kesintisi nedeniyle penaltı atışları ertelenen bir ülkede, hangi istikrardan söz ediyorsunuz?
Tamam arıza oldu, elektrik gitti, jeneratörünüz – tedbiriniz – alternatifiniz yok muydu?
Yoksaydı, hangi istikrardır sözünü ettiğiniz?
-*-*-
Gelelim Jüjü ya da Juju olayına!
Ahali bu konuda dedikodu yapmaya bayılıyor!
Neden?
Çünkü ortada açıklanmış her hangi bir gerçek yoktur!
İşittiklerimizi, bildiklerimizi biraz da abartarak yazsak, Türk televizyonları bu yazdıklarımızı nefis bir diziye çevirmek için eminim çok para öder!
Peki bu dedikodular, istikrar ve itibar mı kazandırıyor yoksa adı geçenlere de adı geçenlerin üzerinde yaşam sürdüğü devlete de leke olarak mı kalıyor?
-*-*-
Mesela, ben diyorum ki, her ay, Kıb – Tek’e doğrudan akaryakıt alımından kaynaklı olarak, bazı kişilere komisyon adı altında çok ama çok ciddi ödemeler yapılmaktadır!
Bu yazdığıma kimse itiraz etmiyor ve herkes de yazdığımın doğru olduğundan emindir!
-*-*-
Rüşvet ya da komisyonu geçtim, Kıb – Tek’e alınan akaryakıtın, öldürücü hastalıklara sebep olabilecek kirlilikte olduğunu yazıyorum ve uzmanlar da bu konuda oldukça fazla rapor yayınlıyor!
Cinayete sebebiyettir bunun adı!
Ölüme sebep olmadır!
Ve bu konuda polise de başsavcılığımıza da görev düşmektedir!
Eğer hala doğrudan akaryakıt almaya devam ediyorsanız, polis ve başsavcılık dairesi de bunu seyrediyorsa, otururum ve yazarım ve derim ki; “… Bunlar birlikte çalışıyor, işgal işte böyle bir şeydir”…
-*-*-
Kıb – Tek Yönetimi ya da Başbakan Üstel, elindeki raporlarla, bilgi ve belgelerle bir basın toplantısı yapar; Kıb – Tek’e akaryakıt satanların kim olduklarını, nasıl alındığını, bugüne kadar ne kadar para ödendiğini, analiz raporlarını falan açıklar!
Açıklamazsa, açıklayamazsa, zaten öyle bir belge ya da rapor yoksa; bu demektir ki, ortada mafya vardır, devlet yoktur!
Ve dedikodular da doğrudur!
-*-*-
Aynı şey Merkezi İhale Komisyonu’nun şeffaflığı ile de alakalıdır…
O kadar çok bilgi geliyor bize ki!
Hele sonuncusu!
Yasa’ya aykırı, polisi ilgilendiren iddialardır son iddialar!
Belgede sahteciliğe varan iddialar!
Ağır hapsi gerektirebilecek iddialar!
-*-*-
Efendim, bütün yazdıklarımıza, bahsettiğim “işgalci hırsızlar” ve “KKTC’deki işbirlikçisi rüşvetçiler”in verdiği ya da verebildiği iki ya da üç yanıt ya da sergileyebildikleri tavır vardır!
Birincisi, “bunları yazanlar Rumcudur, Türkiye giderse Rumlar bizi kesecek” diyorlar!
İkincisi, “haydi Cuma namazına” diyerek, Kelime-i Şahadet bile getiremeyen bu garip dallamalar, kir örtmeye çalışmaktadırlar!
Üçüncüsü, Kıbrıs’ta olası her hangi bir çözüme her zaman karşıdırlar!
Bilmem anlatabildim mi?
Yoksulduk, doğru dürüst pantolonumuz, entarimiz, potinimiz yoktu giymeye… EOKA ve TMT de yoktu henüz… Haaa elektrik de yoktu ama şimdikine de “var” diyemeyiz tam anlamıyla… Saftı, temizdi, sessizdi, soyulmuyordu, aldatılmıyordu insanlar… 1950’lerin başı… 70 – 75 yılda geldiğimiz yer; gelişme, aydınlanma, ilerleme, büyüme, çağdaşlaşma değil; çöküştür ne yazık ki! Sayenizde be efendiler!