Kendi Ayakları Üzerinde Duran bir Ekonomi Yaratmak Mümkün müdür?
Belli bir süreden beridir, kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomik modelin, ülkemizin geleceği açısından ne kadar önemli bir unsur olduğu, CTP genel Başkanı Sn. Tufan Erhürman tarafından sıklıkla ifade edilmektedir. Geçtiğimiz Pazar günü yapılan CTP kurultayında da, CTP Genel Başkanlığına yeniden seçilen Sn. Tufan Erhürman, kendi ayakları üzerinde durabilen bir ekonomik yapıyı ifade etmenin ötesinde, federal çözüme ulaşma hedefiyle birlikte, yeni bir hedef olarak da parti üyelerinin ve sempatizanlarının önüne koydu. Herkesçe malumdur ki, uzunca bir süredir ben de köşemde bu konuyu birçok kez irdeledim. Kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomik yapı oluşturmanın ülkemizin geleceği açısından ne kadar önemli olup olmadığı, farklı kişi ve çevrelerce de konuşulup tartışılmaya başlandı. Konunun tartışılmasının, sağlıklı bir şekilde geliştirilmesi yönünde olumlu katkı koyacağına inanıyorum. Diğer yandan, kendi ayakları üzerinde durabilme konusuna tereddütlü bakanların temel endişesi ise bu konu ile ilgili bilimsel bir temel olup olmadığıdır. Bu çerçevede, ben de bu yazımda, konunun bilimsel temelinden başlayarak ayni zamanda pratikte de uygulanabilme zeminini irdelemek ve sizlerle paylaşmak istiyorum.
Kendi ayakları üzerinde durma hedefi olan gelişmekte olan ekonomiler, öncelikle kendi ekonomik yapıları içerisinde makroekonomik denge oluşturmaları gerekir. Dolayısıyla bilimsel açıdan konuya bakacak olursak, bahse konu dengenin KKTC’de oluşabilme zemininin var olup olmadığı sorusu üzerine yoğunlaşmamız gerekmektedir. Ekonomi terminolojisine aşina olmayan okuyucularımızın daha iyi anlamasını sağlamak amacıyla, Makroekonomik dengeyi şöyle açıklayabilirim: Makroekonomik denge, ekonomide üç temel dengenin oluşmasını içerir. Bu üç temel denge ise, tasarruf ile yatırımın, toplanan vergi gelirleri ile hükümet harcamalarının ve ithalat ile ihracatın eşit olmalarını sağlama halidir. İdeal durum üç dengenin de ayrı ayrı oluşturulabilmesi gibi görünse de, her ülkenin, içinde bulunduğu özel koşullara göre bu ideal durum farklılık gösterebilir.
Ülkemiz özelinde bu dengeleri irdelediğimizde, ilk olarak toplam özel tasarruf miktarının, özel sektör yatırımlarını karşılayabilme dengesine bakacak olursak, bankalarımızdaki toplam tasarrufun %70 civarında bir kullanımı söz konusu olduğunu görürüz. Dolayısıyla Bankalarımızda bulunan tasarrufun tümüne yatırım açısından bir talep oluşmadığını söyleyebiliriz. Bunun yanında ülkemizde, yabancı yatırımcılar tarafından, yurt dışı kaynaklı finansman ile yüksek bütçeli yatırımlar yapılmakta olduğu gerçeği de bu alandaki pozitif bir durumdur. Bu bağlamda, ülkemiz ekonomik yapısı içerisinde, özel tasarruf miktarıyla özel sektör yatırımlarını karşılayabilme dengesi fazlasıyla mevcuttur diyebiliriz.
İkinci denge unsuru, ithalat ve ihracat arasındaki dengeye bakacak olursak, yapılan ihracatın maalesef yapmakta olduğumuz ithalatın sadece yaklaşık %5’ini karşılayabildiğini görürüz. Yaklaşık %95 olan bu açık ise, genel itibarıyla turizm sektörü gelirleri ve eğitim sektöründen elde edilen gelirlerle kapatılarak bu alandaki denge hali oluşturulmaktadır.
Üçüncü denge unsuru ise devlet bütçesindeki gelir ve gider dengesidir. Bütçemiz son yıllarda denk bütçe olma yolunda büyük aşamalar kaydetmiştir. Son olarak Tufan Erhürman hükûmeti döneminde, normalde Türkiye Cumhuriyeti’nden hibe olarak sağlanan ancak geçtiğimiz dönemde bu katkının yapılmasındaki aksamalar sebebiyle, sadece bütçemiz kaynakları kullanılarak, savunma harcamalarının dahi ödenebilmesi, aslında kendi ayakları üzerinde durma hedefinin geçekçi bir hedef olduğu realitesini ortaya koymuştur. Ancak önceki dönemin bu başarısı bütçemizin güçlendirilmesi gerektiği gerçeğini de ortadan kaldırmamaktadır.
Toparlayacak olursam;
Birinci denge olan, özel tasarruflar ile özel sektör yatırımları dengesinin ülkemizde mevcut olduğunu belirtmiştim. Bu denge var olmakla birlikte, özel sektörün geliştirilerek güçlendirilmesi de ekonomik büyüme ve yeni istihdam olanakları açısından önemlidir. Dolayısıyla özel sektörün sermaye yapılarıyla, tecrübe birikimleriyle veya finansman maliyetleriyle ilgili yapısal problemlerini aşabilmesi ve yerli sermayenin büyük yatırımlarda projeye özel ortaklıklar yapabilmeleri için, özel sektör geliştirilmelidir ve halihazırda var olan denge daha da güçlü ve sürdürülebilir bir yapıya getirilmelidir.
İkinci denge halinin ithalatla ihracat arasındaki denge olduğunu söylemiş ve ithalat ve ihracat farkının çok yüksek olduğunu belirtmiştim. Ayrıca bu farkın turizm ve eğitim sektörlerinin gelirlerinden karşılanarak denge sağlandığının altını çizmiştim. Bu dengenin sağlanması adına yerli üretimin artırılarak ülkemize yapılan ithalatın azaltılması önemlidir. Bu hal ülkemize münhasır bir haldir ve bu durumun ithalat ihracat açısından iyileştirilebilmesi ülkemizde tüketilen ürünlerin yerlileşmesi ile mümkün olur. Dolayısıyla sanayi gelişim stratejileri ithal ikamesini hedeflemeli ve ülkemize eğitim veya turistik maksatlı gelen yabancıların ve vatandaşlarımızın, ithal ettiğimiz ürünleri değil, ürettiğimiz ürünleri tüketmelerini sağlayarak bu açık azaltılmalı ve böylelikle bu dengenin daha güçlenmesi ve sürdürülebilirliği artırılmalıdır.
Üçüncü denge hali ise, bütçenin gelir gider dengesidir. Her ne kadar da denk bütçe noktasında son yıllarda önemli ilerlemeler kaydedilmiş olsa da, en fazla üzerinde konsantre olmamız gereken denge unsuru budur. Bilinmektedir ki eğitim sektörünün 800 milyon Amerikan Dolarına yakın, Turizm sektörünün ise 1 milyar Amerikan Dolarına yakın geliri söz konusudur. Dolayısıyla, bu sektörlerin ortaya çıkardığı olanaklardan ve ek gelirden mümkün olabildiğince istifade edilebilmesi son derece önemlidir. Diğer yandan bütçe dengesinin oluşabilmesi açısından bütçe disiplini hiçbir zaman unutulmaması gereken bir diğer unsurdur.
Sonuç olarak, makroekonomik denge unsurlarını tümüyle gözeten bir ekonomik model ile kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomi yaratabilmemiz mümkündür ve gerekli zemin de mevcut yapımız içerisinde vardır. Esas gerekli olan ise rasyonel bir ekonomik model ve o ekonomik modeli uygulayacak bilinçte bir yönetişimdir.