1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Kendi halinde politik bir seçim yazısı
Kendi halinde politik bir seçim yazısı

Kendi halinde politik bir seçim yazısı

Bir çöp konteynerinin içinden devrilerek bir çöp arabasına dökülecek hepsi. Çünkü afişin olduğu gibi yalanın da işi bittiğinde öyledir. Ve muhakkak politika yapmanın da…

A+A-

 

 

Ali Doğanbay
[email protected]

        

Çok yalan söyleyenlerin arasında çokça yalan üstüne kurulu bir seçime doğru afiş asıyoruz. Afiş asıyoruz evet, çünkü afişte yazılanlardan başka bir şey söylemiyoruz. Afişlere göre takriben bir hafta sonra Norveç, İsveç ve Danimarka’yı geçeceğiz. Ve afişlere göre bütün bu başımıza gelenlerin sebebi benim. Evet benim. Çünkü bu kadar yalanı bu kadar parti aynı anda doğruymuş gibi söylediğine göre ortada bir yalancı var. İki yalancı var. Üç yalancı var. Dört yalancı var. Yok canım. Hiçbiri yalancı değil. Fakat biliyorsun değil mi? Afişte söylenenlerin hepsi, afiş yırtılana kadar. 8 Ocak sabahı afişler olmayacak. Bendeniz afiş üstüne boyanmış ve fiyakalı laflarla bezenmiş bir yazı yazmayacağım. Sadece yalanları hatırlatacağım. Çünkü yalan ikinci keresinden sonra yalan değilmiş gibi yapıldığında ve o üçüncü kişiye doğruymuş gibi ulaştığında, artık ortada bir yerde, kocaman, organize ve şebeke tadında bir yalan gürleşmiş demektir. Bir yalanın ve çoğu yalancının organize ve şebeke halinde büyüttüğü yalanların panzehiri ise hatırlamaktır. Bir yalanı ancak hatırlayarak yeneriz. Hatır insan işidir. Ne fena ki yalan da öyle. Büyüyen yalanlara ve yalancılara karşı hatırı büyüteceğiz. O zaman tam da şimdi. Hatırlayalım. Yalana karşı.  

Neden yalan söylüyoruz ve yalan söyleme aracı olarak politikayı neden kullanıyoruz; bkz afişler.

Bu kadar yalana ne kadar dümdüz yalan sığarsa öyle afişlerle giriyoruz çoğu çalgılı çengili içi çoğunlukla boş ve geride ne varsa hatırladığımız tam gözümüzün içine bakarak sanki o esna orada hiçbiri yokmuş onu hiç yapmamış gibi yapanların seçimine. Seçme demiyorum, bence de seçmelisin, hatta mutlaka seçmeliyiz fakat yalan başka bir şeydir o bir şeyin içine hiçbir şey koyarak bir şey seçiyormuşsun gibi yapanlar arasından bir seçim yapmak başka bir şey. Sen muhakkak ki bir yalan seçeceksin çünkü elinde avucunda yalandan başka kalan bir şey yok. Çünkü buralar inşa edilirken yani demirinden tahtasına çimentosundan kirecine sıvasından boyasına bütün harcı yalanla yapıldı. Ama o bir şeyin içine hiçbir şey koyarak bir şey seçiyormuşsun gibi yapanlara –yalancısın diyebilirsin.          

Kimdir bu yalanın harcıyla kendi yalanlarını örtmeye çalışan yalancılar?

Politika yapanlardır ve fakat bir politikaları olmayanlardır. Zira merakını muhakkak celp etmiştir ki politika yapanlar yalancılardır ve yalanlarıyla cepleri (burası artık mutlaka seni celp etsin)  aynı oranda büyür. (inşa ettikleri tek şey büyüyen zenginlikleridir. Sana durmadan büyümeden ve büyüme oranlarından ve ne kadar büyüdüğümüzden bahsediyorsa bil ki on saniye önce eli cebindeydi ve senin parandan çalmıştı.) Sürekli kapını çalmaları bundandır. Çünkü tekrar eden ve sürekli olarak söylenen yalanı unutturmak için bile yeni, sıfır ve cilalı yalanlar lazımdır. Politika yapanlar tam da şimdi, şu anda, mührü onlara vurursanız yarın sabah sizi istediğiniz yerde, istediğiniz hayalde ve istediğiniz ülkede uyandıracaklarını söylüyorlar. (Hayır sonra ütopik biz oluyoruz.) Bunun en ütopik ve nefis örneği 1950 seçimleri boyunca yaşanmıştı; ki Adnan Menderes Demokrat Parti ile kitlelerini öyle bir yalana celp etmişti ki  “15 Mayıs sabahı çirkin karılarını bile güzel yapacağına” inandırmıştı. Öyle demeyiniz, mümkündür, bizde de ne nefis yalanlar bir sabah güneşine bakmadı mı; bu baharda olmazsa bile karlı bir kış akşamı Cenevre’de, birden bir sabah uyandığımızda çirkin hayatlarımızı euro ile doldurup buralar hep euro olmayacak mıydı?

  1. Hep yalancıydılar daha doğrusu hiç doğruyu söylemediler yalanı eğmediler bükmediler bittabi yalancı olarak doğrusal ve yalancı olarak hiç doğruydular.  

Büyük hedefler için daha büyük yalanlar gerekir. Artık o kadar çok yalan söylenmiştir ki yalan kalmamıştır. Yalandan kısacak değiliz ya o zaman yalanları daha da harlayacağız. Büyüsün yalanlar ne olacak, zaten herkes yalan söylemiyor mu, o zaman en büyüğünü biz söyleyelim. Eğer içinde biriz duygusu varsa hakkeden yalan kısık ateşte on beş dakikadır usul usul pişmektedir demektir. Ve onlardan değilsen. Sen ben biz hepimiz yanacağız demektir. Onlardan biriysen güzel yiyeceğiz demektir. Çünkü merak etme; usul usul pişiyordu yemek. Ne söylemektedir yalan? Yersen. Havaalanı yapacağız, ulaşımda çağ atlayacağız ki buna mukabil Rumları çatır çatır çatlatacağız demektedir. (Aslında istersek Almanları, Amerikalıları, İngilizleri ve Yunanlıları ve uygun zaman ve şart dâhilinde Rusları bile çatlatabiliriz fakat biz yavruyuz şimdilik Rumları çatlatacağız diğerlerini çatlatmak annemizin yalanı pardon görevi.) Havaalanı yapacağız ulaşımda çağ atlayacağız ne demektir, uçakların biri inip diğeri kalkacak, çağımızın ulaşım ağında önemli bir merkez olacağız demektir. Gerçi bulunduğumuz çağ içinde bizim büyük yalanımıza kısmen annemizden başka inanan yok ama olsun. Yalanın büyüğü küçüğü, çağın doğrusu eğrisi olmaz. Bu çağı atlarken dereceye girsek yarışacak atletimiz yok, atlet işine girsek Mersin limanına sokacak gücümüz yok, ama olsun, atlayacağız. Yersen. Mili gelirimiz iki katına çıkacak, zaten size üçüncü kattan sesleniyorlar, sen zemin ile eksi bir yerdesin, belli ki sana büyümeyecekler, sen herkesin ayakkabısını görüyorsun, çağın içinde dünyaya bakışın tam olarak bu, ayakkabı görüyorsun, insan yüzü gördüğün yok ama olsun milli gelirin iki katına çıkacak. Lütfen asansörü boş yere meşgul etmeyiniz. Zira çağ atlıyoruz. Yersen. Elektrik fiyatlarını üç kat ucuzlatacağız. Sanki bugüne kadar elektrik fiyatlarını üç katına kadar enlemesine ve diklemesine zamlandıran bendim. İnsan kendi kendiyle çelişir mi? Kendi kendine tokat atar mı? Yahu sizin afiş aklınızda hiç dün yok mu? Hep bugüne mi uyanıyorsunuz? Sanki elektriğin de üç kat zamlı olmasının sebebi benmişim gibi afiş eder mi? Vallahi ucuzlatacağız. Ekmek mushaf çarpsın ki. Yok. Elektrik çarpsın. Ee. 5 yeni devlet hastanesi de yapacağız. Herhalde daha güzel ölmek için. Beşi bir yerde gibi. En son boynumuza takıp filmi bitirecekler. Bu filmi yedik mi. Pekâlâ. Niye büyütmesinler ki yalanı? Her yiyişte lokma büyüyecek. Miden kaldırdıkça yersin. Ama. Öyle ya da böyle kabul edelim. Yalanda bile bir yalansızlık vardır, hep yalan söylediler ama hiç kimseyi yalandan kandırmadılar. Mahallenin en serseri çocuğu olup komşu kahvesinde annesinin yalandan övdüğü iyi çocuk numaraları yapmadılar, benden bu olur dediler. Vatandaşlık mı verdi, ulan ayıp mı olur demedi, niye olsun, yalanın işleyiş biçimi bu, böyle olmasa mekanizma durur, çalışmaz. ‘Canım benim, senin vatandaşlığın yanında benim bir oyum var, mührü tam kalbimin üstüne vuruyorsun, hiç olmadı tam kalbimin üstüne bir tik atıyorsun’ diyebilme deyyusluğunu nereden buluyor sanıyorsun? (Acaba vatandaşlık verilen herkese gitti mi mesaj, inşallah şöyle yapmıştır, mesajı yaz, listedeki tüm kişiler, hepsini işaretle, yolla. Tüh! E harfini işaretlemeyecektik!) Yalanı övmüyorum, yalandan olmadığını söylüyorum. Çünkü yalandan olmamak, dümdüz yalancı olmak, hesaplı kitaplı bir yalandan evladır. Ama parantezi kapatırken belirteyim ki, yalandan olmamaları, dümdüz yalancı olmaları, bu ülkenin üzerine çöktürdükleri simsiyah bulutların, upuzun ve sıkıcı mevsimlerin müsebbibi olmalarını değiştirmez. Ama bugün ama yarın ama yüz yıl sonra, bu simsiyah, bu upuzun ve sıkıcı simsiyah renkte mevsimlerini bu ülkenin üzerinden kaldıracağız. Bir baharımız vardır elbet, bir baharımız, yalansız, politika yapmayan. O gün sadece yağmur yağacak, yalnızca yağmur.

  1. Baştan beri yalan söylediği halde yalan söylemediğini söyleyen ve çoğu söylediği yalanı unutturmaya çalışan kendi yalanına kırk takla attıran bittabi yalancı olarak doğrusal olmayan ve doğrusal olarak hep yalancı kalacaklar.

En kötü yalan söyleme biçimidir. Bildiğin kandırıkçıdır. Oyunda olsa beş dakika tutmazsın. Zira bu kadar yalana ne oyun ne de arkadaş dayanır. Ve fakat yalana yalan kılıfı giydirip bu artık doğrudur diyerek arzı endam ettirmek de bir oyun işidir ve sadece oyun oynayanların en sevdiği şey afiş basmaktır. Çünkü afişte yalan söylemek vardır ve basittir. Politika yapmak için en uygun mecra afiş basmaktır. Zaten sonra unutacağız, unutmadık mı, bir yalan iktidarda ve muhalefette iken renk değiştirir mi; bu yalan değiştirir. Bukalemun gibi yalan, iktidarda başka renge bürünüyor muhalefette başka renge. Yersen. Yeniyor arkadaş. Her keresinde bir yalana yeniliyoruz. Herkesin bir yalanı var. Hakiki bir gerçeğe yaslanmaya kimsenin sırtı yok. Şimdi afiş yaparak iktidar olmanın yolunu arayanlar, hani şu yalancı olup da yalancı değilmiş gibi yapanlar, yani süte su katıp rengiyle oynayanlar; basbayağı su bu işte renginden belli, muhalefet rengin süte katılmış su, biliyoruz; iktidara gelince bu sütün rengi bozulur, bu su da yüzeye çıkar. Yok ama. Cık! Sütte leke var bunlar da yok. Umut en son ölendir, insan ki çoğu umuttur, siz ilk önce umudu öldürdünüz. Şimdi elinizde kala kala yalan var. Sütü satacak değilsiniz ya, süte su katıp sanki su değilmiş gibi yapacaksınız. Ki ineğe ne olduğunu hala bilmiyoruz. Söylemesi ayıptır da biz bu bakkalı biliyoruz. O süte su, bu insanların içine umut satmayın. Yalan, bir kere de, bir kere de, olduğu yerde kalsın, bırakın. Yoksa suyunda değiliz, çok süte su katılmış yalanlar içtik, gene içeriz. Ama ah, şu yalancı değilmiş gibi yapmalarınız yok mu, çağ mı atlayalım, umut mu besleyelim, söyleyin; seni seviyorum, her zaman yanında olacağım, tut elimi, sen benim umudumsun dedikten beş dakika sonra olay yerinden kaçmak mı daha acıtır bir insan göğsünü yoksa seni hiç sevmedim kızım, ben kendimi bile sevmiyorum, para nerede ben oradayım, bana umut filan bağlama demek mi daha acıtır? Hatırdır insan göğsünü indirip kaldıran. Hatırladınız mı? Hatırlayın o zaman. Madem hep buralardaydınız göç yasası meclisten geçerken neredeydiniz? Lefkoşa’da bir sokakta öyle asılı duran bir afişte miydiniz? Neredeydiniz? Karpaz’a elektrik direkleri dikenlerin karşısına niye dikilmediniz? Hadi umut olamadınız, bir renk de olamadınız, bir direk de mi olamadınız? Onurlu bir elektrik direği gibi niye dikilmediniz tam karşılarına? Hani siz umuttunuz, halktınız, buradaydınız, o zaman neredeydiniz, bir tur firması ile anlaşıp Karadeniz gezisine mi çıkmıştınız yoksa Alplerde miydiniz, nerdeydiniz? O elektrik direğinin upuzun hüznüne aldırmaksızın niye süreci devam ettirdiniz? Yoksa elektrik direğinden elektrik mi alamadınız? Neydi konu? Elektrik direğinde umut mu yoktu? İlahiyat Kolejinin açılısında kurdeleyi keserken tam olarak nasıl bir kıvamdaydı renginiz? Atatürk Öğretmen Akademisini her beş yılda bir dur ben kapatacağım hayır olur mu rica edeceğim ben kapatacağım yo asla kabul etmem olmaz ben kapatacağım diye sıraya girerken kimin için oradaydınız ve bahse detay olan akademililer kimin halkıydı? Sanki ışığı kapatıyorsunuz, bu ne kibarlık, bu ne incelik, birbirinizle yarışıyorsunuz. Ama doğrudur, bir yerde ışığı kapatıyorsunuz ve siz ışığı kapatırken çocuklar kuran kursunda mı yoksa tenis kursunda mı diye bakmıyorsunuz. Ama biliniz ki, halkız demek; afiştir, afilidir, politika yapmaktır, ve içi boştur. Halkız demek orada öyle upuzun duran elektrik direği olmaktır. Hani şairin dediği gibi “Benden geçti mi demek istiyorsun, aç iki kolunu iki yana, korkuluk ol.” Ah renkten renge yalanlara giren ve sanki hiç yalan söylememiş gibi yapan, keşke, ah, keşke ‘iki yana açıp kollarını elektrik direği olaydın’. Ama yok. Bütün bunlar olurken neredeydin? Kesin afişteydin. Daha söylenir renkten renge bürünerek söylediğin yalanlar, ama kapatmak zorundayım parantezi, çünkü söylenen çok yalan var çok politika yapanların ülkesinde.

  1. Yalanlar yetişmeyince senin yalanın senindir benim yalanım benimdir deyip tıpkı ülkeyi ikiye böldükleri gibi yalanı da tam ortadan bölenler ve bittabi yalanı pasta hesabı olarak hesaplayanlar. (Ama hep pastadan yalan alanlar.)

Güzel yalan söylerler. Yemiş yer gibi yalan söylerler. Hesabı kitabı aslında çok da yalanla olmayanlardır. Çok yalan hesabı yapmayanlar, pasta hesabını (dilim olarak düşün) daha çok yaparlar. Yalandan daha çok makbule geçecek diye de gözü hep bıçağın ne kadar büyük dilimi keseceğinde olanlardır. Bıçak ile yalan arasında çok ince çok ince bir dilim vardır ve başımıza ne geliyorsa hep o ince çizgide gelmektedir. O ince çizgi ki ne yalanlar, ne kornerden yalanlar, ne korner direğinin hemen yanından korner gibi atılan ama esasında taç atışı olan ince çizgili yalanlar gördü. O yüzdendir ki, bu kadar incelikte, ince hesapta, en iyisini halk bilecekti, öyle de oldu. Zira hak verin bazen onlar da her bıçağın kestiği dilimi tam olarak hesaplayamıyorlar, mevzu bıçak ve yalandan ne kadar uzak olursa o denli iyi olur diye hesaplamışlar ama o yüzden de afişi ince görelim arkadaşlar demişler, bizim gördüğümüzü, bildiğimizi, kestiğimizi biz bilelim, gerisini de zaten halk bilir. Halk ne biliyor? Hiç. Yersen. Bıçakla her defasında şuradan bu kadar dilim aldık diyecek değiller ya, ne kadar dilim aldığımızı, ne kadar dilim yediğimizi anlatsak, miden kalkar, o yüzden en güzeli ben bilmem halkım bilir. Ve afişte de gördük ki, yine en ince ayarlı yalanı, en ince ayarından yalanı, en ince ayar vermeyi, yalansız dolansız, direkt onlar verdi. Güzel yalan söylemek de bir beceridir ve güzel yalan söyleyen insanlar hep eğlencelidir, çok konuşurlar ve bazen o kadar hızlı o kadar uzun konuşurlar ki sanki yalanlarına yetişecekler gibi, insan yorulur ya dinlemekten, tanrım, siz nasıl bunca yıldır dinliyorsunuz, dinlemektesiniz, ve daha dinleyeceksiniz. Uzatmaya lüzum ve gerek yok, bazen bir afiş bir ömrün tezahürüdür, bir iç sestir, özet geçmektir, öyle bir afiş işte. Çünkü bu defa mümkündür belki de elde bıçak masada pasta yanında bir yalan arkadaşı bulamamak. Hah! Tam da işte o esna akla hemen halk gelir. Yalan söylerken akla gelmez elbet. Bıçak keserken gelmez. Öyle yalan söylemezken akla gelen bir afiş işte, öyle düşün. Yine de sen bilirsin ama…

  1. Bir kere de bizi deneyin bizi hiç denemediniz ki ve tabi biz size hiç yalan söylemedik ki yalancılığı ve esasında yalan söyleyecek ortam olmadı ve bittabi çok eski çok tanıdık yalanlarla gelen gıcır beyaz bembeyaz yalancılar

Çok söylenmiş yalanların üstüne bata çıka gelirken hiç denenmemiş olmaya sığınmak yalancı olmadığının kanıtı mıdır, cinayet büro değiliz elbet, ama bastığınız yerleri takip ettiğimizde benzer yalanlara çıkıyor. Yine de hiç denenmemiş olmak gri bir insan zihninde her zaman iş yapar. Ama yine de. Her şeye hade dememek gerekirdi. Misal kendi ülkesinde demokrasiye hade diyenlerin buralarda düzenlediği mitinge otur deseydiniz. Bazen oturmak gerekir. Durmak bazen hareket biçimidir. Bazen öyledir. Ve bazen bir yalana cuk diye oturur bir hareket, o kalkar da sen oturacakmışsın gibi, sen oturasın diye o kalkmış gibi. Sanki yalanlara devam gibi tınısı, çok tanıdık, sanki seni daha evvel gördüm gibi, nereden tanışıyoruz, hiç karşılaştık mı gibi bir tını afişin her defasında hapşırması.

Peki afişler yalan söylüyorsa bizler ne yapacağız?

Daha az afiş yapacağız. Daha az politika yapacağız. Ve muhakkak sırtımızı dayadığımız, sırtını tarihe dayamış bir politikamız olacak. Ne derlerse desinler, inanmayın; sırtını verdiği bir politikası olmayan her şey, ama her şey, yalnızca afiştedir ve politikasız kalınca üretilen şey sadece afiş olur. Barış, az afiş az politika ile gelecektir. Üzerine giydirdiğin sıfatlar sen öyle istediğin diye öyle lütfettin diye ve rastgele bir özne ile karşılaştı diye öyle olmuyor. Çünkü anlatım bozukluğu diye bir şey vardır ve bozuk olduğu pratikte gayet renkli türkçe görülebilir. Az afiş yapacağız evet. Çünkü afişler yalan söylemeye müsaittir. Afişler, kartpostallar gibidir. Şehrin en güzel caddesinden çekilmişlerdir ve size asla ara sokakları göstermezler. Işıklıdır, gösterişlidir. Yani, o şehrin en yalan söylemeye meyilli halidir. Afişler ve kartpostallar yalan söylerler. O afişlerde tıpkı kartpostallarda olduğu gibi görünmeyenler var çünkü. Havaalanı yapacağız demek çok gösterişlidir, evet, ve bir afiş için yeterince ışıklıdır ama ara sokakların nasıl göründüğünü göstermediği gibi o havaalanında çalışacak insanların ne şartlarda ve kaç saat çalışacağından hiç bahsetmezler. Hangi güvenceleri olacağını da asla söylemezler. Afiş edeceğimiz şey, sabahtan akşama kadar süpermarkette çalışan kasiyerin, akşam eve gittiğinde içinde ne kadar umut kaldığıdır. Ki o umut çoğunluktadır ve dünyanın her tarafında aynı bir avuç azgının daha fazla para kazansın diye tepiştiği ve bizi ezdiği karanlık akşamlardır. Afiş edeceğimiz şey bu insanların aydınlıklı sabahları olması için sendikalı olmalarıdır. Ne kadar çabalarlarsa çabalasınlar hiçbir yerinden hortlatamadıkları, hortlatmak için yürüttükleri, bir adım uzakta sandıkları o ırkçı faşizmin,  hani sizin, hepinizin, seçim boyu afiş etmekten çekindiğiniz, afişlerinizde hiç bahsetmediğiniz, ses etmediğiniz, Türkiyeli-Kıbrıslı ırkçılığına karşı adım adım yürüttükleri ama hiçbir şekliyle henüz başaramadıkları, başaramayacakları, o ırkçı faşizmin karşında olacağız. Hani yoldan geçerken başını çevirir gibi, görmemiş gibi yaptığınız, hani yolu değiştirir gibi karşı kaldırıma geçtiğiniz, bir seçim boyu hiç o tarafa bakmayınca hiç yokmuşlar gibi yaptığınız, yani hiç afiş etmediğinizde konusu politik müfredatlarınıza girmeyen o afiş yaptıklarınıza karşı, burada Türkiyeli Kıbrıslı kavgası yoktur, ezen ve ezilenler vardır ve bizi yoksul bırakırken, güvencesiz çalıştırırken, sendikasız koyarken nereli olduğumuza hiç bakmadıklarını afiş edeceğiz. Daha neleri görmediklerini biliyoruz. Sadece Karpaz’daki elektrik direğine başınızı çevirmişliğiniz yok ki. Karpaz’dan Akkuyu’ya kadar başınızı çevirmişliğiniz yolu değiştirip karşı kaldırıma geçmişliğiniz var.  

            O gün geldiğinde afişsiz yalansız dosdoğru neyse onu söyleyeceğiz. Afiş değil doğrusu neyse onu söyleyeceğiz. Belki yapamayacağız, belki olamayacak ama yalan söylemeyeceğiz. Çünkü biliyoruz ki bu sandıkta bu yalanlar bu birinci partiler ikinci partiler koalisyonlar kurarımlar kurmamlar gerdan kırmalar istemem yan cebime koylar bu ben bilmem halkım bilirler bu biriz atletiz çağ atlayacağızlar bu ne demek umut yok biz varızlarla bezenmiş afişler nasıl ki 8 Ocak sabahı çöp kutusuna yırtılıp atılacak, öyle yırtılıp atılacak işte… Bir çöp konteynerinin içinden devrilerek bir çöp arabasına dökülecek hepsi. Çünkü afişin olduğu gibi yalanın da işi bittiğinde öyledir. Ve muhakkak politika yapmanın da… Ama yalansız dosdoğru bir hakikat yenilse bile kaybetse bile başaramasa bile tarihin çöplüğüne değil insanın tam kalbine gömülür. Böyle insanlar, böyle ölümler, böyle gömülmeler tarihte çokça mevcuttur.. Ama yine de… Afişler o kadar çok yalan söyledi ki, unuttuk.. Aranızdan bazılarını görüyorum çokça böyle insanların hayatlarının kalbine dokunuyormuş gibi yapıyor, yapmayın. Sizin kalp o kalpten değil, sizin kalp afiş işinde bir pıtırtı, en fazla patırtı çıkartır, onlar ki tarihi yerinden salladılar.. Evet… Afişler öyle yalan söyledi ki unuttuk… Sivas’ta sazın telini Fatsa’da terzinin kumaşını unuttuk.  Daha da unuttuklarımız vardır siz hatırlatınız. Siz de hatırlayınız… Hatırdır akılda kalan. Kalbi insan yapan. Hatırdır. Unutmayınız. Hatır insan işidir. Hatırlayınız.. Bir de afişler hep yalan söyler, hiç unutmayın…

 

 

 

           

           

 

 

Bu haber toplam 2854 defa okunmuştur
Etiketler :
Gaile 448. Sayısı

Gaile 448. Sayısı