1. YAZARLAR

  2. Onur Olguner

  3. KENDİ KENDİMİZİ YÖNETEBİLİR MİYİZ? 45 YILLIK BAŞARISIZ DENEYİMİZ
Onur Olguner

Onur Olguner

KENDİ KENDİMİZİ YÖNETEBİLİR MİYİZ? 45 YILLIK BAŞARISIZ DENEYİMİZ

A+A-

Genellikle siyasette en çok duyduğumuz cümlelerden biridir: “Biz kendimizi yönetebiliriz.” Siyasetçilerimiz bu cümleyi genelde anlamının ne olduğunu bilmeden, daha çok insanımızın kendine olan özgüvenini okşamaya çalışarak ve oy kazanmak için kullanır. Muhtemelen de kendi kendini yönetmenin ne kadar zor, acı ve feragat isteyen bir süreç olduğunu kendisi dahi bilmez.

            Kıbrıslı Türkler olarak tarihimizin uzun bir dönemini yönetilerek geçirmişizdir halbuki. Yıllar boyunca değişik toplumlar tarafından yönetilmemiz aslında bizleri bir nebze yönetmek değil de yönetilmeye alıştırmış durumdadır.

            Daha da kötüsü, özellikle İngiliz Kolonisi olduğumuz dönemde iyice alıştırıldığımız başka bir huy daha var tabii: Memuriyet. Bu dönemde maaşlı çalışan zihniyetimiz o kadar damarlarımıza işlemiştir ki kendi kurduğumuz devleti yönetirken bile bu eksenden çıkmamız mümkün olmamıştır.

            Kendimizi yönetme deneyimizden önceki son yönetilme tecrübemizde İngiliz yönetimi bizleri mutlu kılmanın formülünü çok iyi bulmuştu aslında: Kıbrıslı Türkleri memuriyete iyice alıştırmış, maaşlarımızı zamanında yatırmış, egomuzu okşamak için bazılarımıza pozisyonlar vermiş ve vali-muhtarlar bağlantısı ile tüm ülkeyi yönetmeyi kolaylıkla başarmıştı.

            45 yıl önce ada ikiye bölündüğünde, adada yaşayan iki toplum gerçek anlamda ilk defa kendi kendilerini yönetme deneyine başladılar:

Kıbrıslı Rumlar değişik ve acı süreçlerden de geçerek bugün kendilerini yönetme deneyini başarıyla tamamlamışlardır. Avrupa Birliği’nin baskısıyla da olsa bir noktada çöken sistemlerini tekrar ayaklar üzerine kaldırmak için ciddi acı reçeteler uygulamış, devlet gelirlerini ülke yönetimine ve sosyal devletin ihtiyacına yönlendirmeyi başarmış, ülkeyi geliştirecek vizyon adımları atmaktan geri durmamış ve devletlerini gerçek anlamda yönetmişlerdir.

Kıbrıslı Türkler ise İngiliz Döneminde benliklerine iyice işlemiş olan ‘Memur Zihniyetini’ bir türlü silkeleyememiştir. Kendilerini yönetmeye başladıkları 45 yıl öncesinden bugüne kadar devlet yönetmeyi sadece memur maaşı ödemek üzerine okuyabilmiş ve sosyal devlet ihtiyaçlarını tamamen göz ardı etmişlerdir.

Devlet kaynaklarının %80’ini bildi bileli memur maaşlarına ayıran ülke, ülke olması için gereken yatırımlara ve sistemlere bütçe ayırmamakta ve bunları Türkiye Cumhuriyeti’ne el açarak yapmakta 45 yıldır hiçbir sakınca görmemektedir.

Dahası ideolojik olarak birbirinin tam zıttı olduğunu iddia eden iki uç taraf ise yıllar boyunca hareketleriyle bu ortak sonucu besler.

Sağın büyük partisi Ulusal Birlik Partisi, geriden gelen yıllar boyunca ülke kaynaklarının istihdamlara gitmesine sebep olacak kamudaki şişirmeden geri durmamıştır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve bu devletin kendini yönetebileceği söylemi de bu şişirilen kamu sistemi yüzünden altı boşaltılmış hale gelmiştir.

Hiçbir yatırımını kendisi yapamayan, vatandaşına sosyal hizmet vermekten aciz hale gelen bu devlet, bir gün uluslararası olarak tanınsa bile kendi vatandaşına devlet olduğunu hissettirememektedir. Dahası bu durumuna sebep olan taraflardan en büyüğü ise o devleti sözde en fazla savunan kesimdir.

Bu bağlama ‘kendimizi yönetebilme’ söyleminin altını boşaltan diğer grup ise kamu sendikalarıdır. Bir toplumun kendi kendini yönetebilmesi için ihtiyacı olan bütçeden parça koparmayı ve bunu kendi üyelerine paylaştırmayı başarı ve marifet sayan birçok sendikamız, sorumsuz bir şekilde bu ülkenin hastane yapmaya, okul yapmaya, yol yapmaya, şehirlerini düzenlemeye ve altyapı yapmaya ayırması gereken bütçesini tırtıkladı. En sonunda ülkenin ve yerel yönetimlerimizin bütçelerinde maaş dışında herhangi bir şey kalmadı.

Dahası, sağ veya sol fark etmeksizin tüm partiler de uzun bir süre politik güç elde etmek adına bütçenin tırtıklanmasına sebep verecek bu hakları sendikalara vermek için yarıştı. İstihdam yaptı, bütçesi olmayan ödenekleri verdi ve kendince “siyaset yaptı”. Sonuç olarak 45 yıllık bu deney sonucunda ortaya ciddi bir tablo çıktı: Bizim Kıbrıslı Türkler olarak kendimizi yönetme deneyimiz başarısızlığa uğradı.

Tabii beni yanlış anlamayın. Bizim siyasilerimiz arasında ve yönetim bilgimizde kendimizi yönetebilecek yeteneğimiz kesinlikle vardır. Ama maalesef demokrasi zihniyetimiz, sözlü olarak söylemesek bile zor süreçler veya ağır reçeteler seçmek yerine maaşlarımız ödeyecek bir yönetilme şeklini her zaman tercih eder durumdadır. Bu zihniyeti okuyan bazı siyasetçiler ise bunun üzerinden ülkeyi daha da batırarak kendi çıkarlarına çalışmakta ve sözde “başarılı siyaset” yapmaktadır.

Kıbrıslı Türkler olarak aklımızı başımıza toplamayacağımızdan dolayı, doğrudan olmasa da dolaylı olarak iki seçenek arasında sıkışmış durumdayız. Günbegün demokrasisi gerileyen bir Türkiye Cumhuriyeti veya ırkçılığı ve bağnazlığı göz ardı edilmeyecek kadar mevcut olan Kıbrıslı Rumlar.

Tabii tespitlerimin yanlış olduğunu düşünebilirsiniz. Bu durumda kendinize bir soru sormanızı rica ederim: Bugün eğer seçeneğimiz iki değil de üç olsa, eğer tekrar İngiliz Kolonisi olma gibi bir seçeneğimiz olsa, bu toplum referandumda İngiliz Kolonisi olmayı seçer mi? Seçmez mi? O referandumda çıkacak EVET, yüzde 80’leri zorlamaz mı? Bunun cevabını sanırım hepimiz biliyoruz.

O yüzden üzgünüm ki gerçekler acıdır. Bizler toplum olarak acı reçeteleri, zor süreçleri ve sorumlu yönetimi seçmeye hazır olmadığımız sürece acı gerçeği kabul etmek zorundayız: BİZ KENDİMİZİ YÖNETEMEYİZ!

Bu yazı toplam 2250 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar