1. YAZARLAR

  2. Serhat İncirli

  3. Kendi ordusuna güvenmeyen  bir cumhurbaşkanı mı?
Serhat İncirli

Serhat İncirli

Kendi ordusuna güvenmeyen  bir cumhurbaşkanı mı?

A+A-

Arkadaşlarımdır falan diyecek değilim de, Devlet Bahçeli, üniversitenin ilk senesinde hocamızdı…
Genellikle derse asistanlardan biri girerdi ve hoca da yanılmıyorsam o yıl, MHP’de Alparslan Türkeş’in danışmanlığına getirilmişti…
Üniversitede okuduğum yıllarda, Bahçeli’nin şu andaki koalisyon ortağı ve TC Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bir kez milletvekili bir kez de belediye başkan adayı oldu ve iki seçimi de kaybetti…
“Ben Ankara’dan ayrıldım, Erdoğan’ın talihi açıldı” dersem, elbette şaka olduğunu anlayacaksınız…

-*-*-

Neyse, o bahsettiğim yıllarda üniversitede bize öğretilen dersler içerisinde “liyakat” konusu önemli yer tutmaktaydı.
Liyakat, elbette en kısa tanımıyla “kişinin oturduğu koltuğu hak etmesi”dir ama çoook geniş bir konudur…

-*-*-

Daha önce de yazdım, liyakat, “en fazla sekiz yıl yani dörder yıllık iki dönemden daha fazla aynı koltukta kalmamayı” bir bilimsel “gerçek” olarak kabul eder…
Yani, “zamanı geldiğinde bırakacaksın”, “liyakat ilkesi”nin çok önemli bir parçasıdır. 

-*-*-

Zamanı gelince bırakılmazsa ne olur?
Şu anda Türkiye’de ne oluyorsa onlar olur!
Cumhurbaşkanı seçilen kişi, her şeyin ve herkesin kendine bağlı hatta “ait” olduğuna inanmaya başlar ve bunu durduracak bir mekanizma yoktur…
Ve bunun da ötesinde, artık kimseye güvenmemeye de başlar…
Merhum Rauf Raif Denktaş da küçük yurdumuzda; bu durumun bir şeklini yaşamıştı…
“Tek adam” olmak, liyakat ilkesine uymayıp, uzun süre iktidarda kalan kişilerin “bir şekilde zorunlu olarak geldikleri noktadır”…

-*-*-

Ama en önemlisi, belki bizim gibi küçük ve samimi nüfuslarda “hiç bir zaman sorun olmamış”, “vatandaşına güvenmek” konusudur… 
Ancak Türkiye’deki şartlar, bizimkisi değildir…
Düşünün ki FETÖ kalkışması sonrası Türk Silahlı Kuvvetleri’nin subay astsubay kadrosu; Türk Emniyet Teşkilatı’nın belki de yüzde 60’ı; bunlardan da önemlisi istihbarat birimlerinin kim bilir yarısı “terörden” tutuklanmıştır, kovuşturulmuştur, kovulmuştur, hapsedilmiştir…

-*-*-

Ve ülkemiz bu nedenle bir ilki yaşamak üzeredir…
Nedir bu “ilk”?

-*-*-

Anlatalım…
Erdoğan, Glasgow’daki zirveye neden gitmemişti?
Veya gitmeme nedenini nasıl açıklamıştı?
“Güvenlik” gerekçesi ile açıklamıştı!
Kendisine yeterli güvenlik tedbiri sağlanmayacağı için gitmediği öne sürülmüştü…

-*-*-

KKTC’ye gelişlerinde de alışık olmadığımız çok geniş güvenlik tedbirleri alındığına hep tanık olmaktaydık…
Ancak bu kez durum farklı…
Erdoğan çok büyük olasılıkla 15 Kasım törenleri için ülkeye gelecek…
Yine tedbirler alınacak…
Daha önce törene katılacak asker ve polislerin “mermi” taşımaması emredilmişti ki zaten taşınmıyordu.
Bu kez tedbirler artırıldı; törene katılacak olan asker ile polislerin taşıyacağı silahlar ve mekanize araçlardaki silahların sadece mermisiz olması yeterli bulunmadı; mermi mekanizmaları ya da tetik mekanizmaları da sökülecek…
Sadece Erdoğan’ı korumakla görevli olan ve Türkiye’den gelen ekipler silahlarında mermi taşıyacak…

-*-*-

Sonuçta ne 15 Kasım umurumdadır, ne törene giderim ama mesele çok ciddidir…
Çünkü, haklı veya haksız; doğru ya da yanlış; tecrübe veya bazı özel duyumlar sebebiyle TC Cumhurbaşkanı kendi ordusuna güvenmemektedir…
Bizden çekinmesine gerek yok; ruhumuzda öyle bir ahlaksızlık veya Türkiye’yi bin sene daha geriye götürebilecek anti demokratik cinayet işleme ruhu söz konusu değildir…

-*-*-

Ancak beni en çok düşündüren nedir biliyor musunuz?
FETÖ kalkışmasında da aynı duygular hakimdi; şu anda da aynı duyguları taşımaktayım…
Sorry ama Allah göstermesin savaş çıkarsa; biz bu ordu ile mi savaşa gireceğiz?
Çok ürkütücü!

-*-*-

Elbette Allah bize öyle bir günü asla göstermesin ama içinde endişe olan varsa; yan yan yürümeyi de öğrenmeli; çünkü kimden mermi yiyeceğimiz belli değil! Önden mi arkadan mı? Dolayısıyla yengeçler gibi yan yan yürüyüp; hem önü hem arkayı korumamız gerekiyor!
Bayramınız da kutlu olsun değerli İstincolu kardeşlerim; bilmem anlatabildim mi?

 


Kendinizi koruyun ve lütfen aşılanın

Sağlık Bakanı Ali Pilli, KKTC’de Covid-19 nedeniyle hayatını kaybeden en genç hasta olan 8 yaşındaki Şehit Tuncer İlkokulu 3’üncü sınıf öğrencisi Meryem Ceren Kırma’nın ölümüyle herkesin sarsıldığını ve çok üzüldüğünü söyledi… 
Şunu, bunu suçlamanın bir anlamı yok… 
Allah rahmet eylesin, ailesinin ve tüm ülkemizin başı sağ olsun…

-*-*-

Çocuk, ishal ve karın ağrısıyla hastaneye başvuruyor; coronavirüs testi pozitif çıkıyor, beş – 10 saat içerisinde de tüm uğraşlara rağmen kurtarılamıyor… 

-*-*-

Bu yazıyı, otopsi raporu “açıklanamadan” hemen sonra yazdım… 
İlk kez bir Covid 19 hastasına otopsi yapıldı ancak sonuç belirlenemedi… İleri tetkiklerle belirlenecek… 

-*-*-

Bu arada, dünkü sabah Tv programımda, Londra’dan bir sağlık kurumunda çalıştığını bildiğim bir dinleyicimiz, oradaki bir çocuk doktoruna, “ölüm sebebi ne olabilir?” diye sordu…
Doktor da kendi tahminini aktardı ve özetle dedi ki; “… Çocuk, başka bir virüs kapmış olabilir; koronavirüsle bu virüsün etkisi kısa sürede ölüme yol açmış diye düşünmekteyim…”

-*-*-

Elbette sonuç, kapsamlı bir otopsiyle belirlenecek…
Ancak gerek bu ölüm, gerekse tüm Dünya’da yaşananlar diyor ki; kendinizi koruyun ve lütfen aşılanın; bu beytambal hala her yerdedir! 


mm-153.jpg

Metin Hüseyin… 62 yaşında… 1950’lerde Londra’ya göç eden Kıbrıslı Türk anne ve babanın beş çocuğunun en büyüğü…  Çok önemli bir filim yönetmeni… Şu anda Netflix'te gösterimde olan “Another Life”ın da yönetmeni... Dizi, ikinci sezonunda… Ve eşim bu diziye bayılıyor… Yönetmenini geçen gün fark etti… Birlikte gurur duyduk… Bu arada belirteyim, Metin Hüseyin, sevgili Oya Talat’ın da akrabası…

Bu yazı toplam 2258 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar