“Kendini En Çok Ne Hissediyorsun?”
Ulusların tek-boyutlu yurttaşları bana ve benim gibi kişilere hep aynı soruyu sorarlar: “Kendini en çok ne hissediyorsun?”
Örneğin Amin Maalouf, kimlik saplantılarının ötesine geçmiş, çok-kimlikli bir entelektüeldir. Hem Fransız, hem Lübnanlı, hem de bunların ötesinde bağımsız ve eleştirel düşünen biridir. Mensubu olduğu kültürlere karşı mesafe alabiliyor, eleştirel tavırlar sergileyebiliyor. Ne Batı’yı ne de Doğu’yu olduğu gibi kabul ediyor. Sık sık muhatap olduğu sorulardan biri, kendini “daha çok ne hissettiği” yönündedir. “Fransız mı, Lübnanlı mı?”
Amin Maalouf, kimlik bileşenleri arasında tercih yapmadığını söyler ve “ikisi de” der. Ama soru yağmuru devam eder: “Yarı yarıya mı yani?” Cevap: “Kesinlikle hayır, kimliği kopartımanlara ayıramazsınız.” Her bireyin olduğu gibi, kendisinin de kendine has bir kimliği olduğunu belirtir.
Fakat sorular bitmez: “tamam, anladık ama gerçekte, içinde, derinlerde ne hissediyorsun?”
Benzer şeyler çok-kimlikli aydınlardan dostum Herkül Milas’ın başına da sık sık musallat oluyor. Herkül de hep "sen nesin?", "nasıl hissediyorsun?" "kendini nasıl tanımlıyorsun?" türünden sorulara muhatap oluyor. Herkül Millas’ın yanıtları, ulusların tek-kimlikli çocuklarına ders niteliğindedir; kendi kaleminden okuyalım:
“Beni şaşırtan ve ilginç gelen, “nesin” sorusuna zaman içinde farklı yanıtlar vermiş olmuş olmam. (...) Çocuk yaşta İstanbul’da kendimi "Rum" bilirdim. Bu benim seçtiğim bir kimlik değildi, geniş çevrenin benim için yakışık bulduğu etiketti. Genç yaşta Türk solu içinde kendimi bir Türkiye yurttaşı olarak gördüm. Geniş çevre içinde bana inanan pek çıkmazdı ama 1960'ların TİP’i içinde bu kimlikle rahattım. Türk-Yunan ilişkileri benim ilgi alanım olduğu 1970'li yıllarda, kendimi yarı yarıya Türk ve Yunan olarak görmeye kalkıştım ama bu "yarı" olma durumu bana çok sakat geldi. Tam bir Türk ve tam bir Yunan demeyi denedim. Her iki ülkede de tam entegre olmuş bir vatandaş anlamındaydı bu kimlik. Ama sonra bazı Türklere ve bazı Yunanlılara bakıp ne dediklerini dinlerken "benim bunlarla ne ilişkim olabilir ki!" deyip, ben ne o ne de ötekinden olabilirim, bu kimliklerden bütünüyle uzağım dedim - içimden tabii.
Bu arada, özellikle kamuya açık toplantılarda bana hep sorarlardı, "sen nesin?" diye. Onlardan mısın, bizden misin anlamındaydı soru ve bunu anlamadan rahat edemezlerdi. (...) Bir kez, Yunan kökenli Türk demiştim yanlış hatırlamıyorsam. Bir TV programında malum (melun!) soruyu soran Reha Muhtar'a "azınlık üyelerine bu tür sorular sormak yakışık değildir, hatta ayıptır, onları zor durumda bırakıyorsunuz" demiştim. Yale Üniversitesinde bir Türk-Yunan panelinde (1999 yılıydı) salonun en arkalarında oturan Emre Kongar aynı soruyu bağırdı. O gün de, "ben azınlık üyesiyim, kendimi nasıl belirlediğim hiç önemli değil, bizlerin kimliğini nasıl olsa başkaları belirliyor, siz beni nasıl görüyorsanız aynen öyleyim" demiştim. (Bu hâlâ beğendiğim bir cevap olmuştur). Bir ara yakın dostum da olan Yunanlı bir emekli diplomat bana "nasıl hissettiğimi" sordu. Anlamazlığa getirip teşekkür ettim, çok iyi hissettiğimi söyledim. Yok, yanlış anlamıştım, milli açıdan nasıl hissettiğimi sorduğunu açıkladı. Ha, dedim, bakın, sık sık Yunanlı hissederim kendimi, ama böyle hissedince çok sıkılıyorum, dedim. Ağzı hafif açık, bakakaldı. Anladı mı ne dediğimi pek emin değilim.
Amerika'da bir toplantıda, bütün bu yanıtlarımı anlattım ve sonra bu yılki yanıtımı verdim (ilerde ne derim bilemem tabi!): Bu soru milliyetçi bir sorudur. Bir varsayıma dayanır. İnsanlar ille de belli milli bir kimlik taşıyacak, ya bizden olacak ya da Öteki. Oysa hayat, toplumlar ve insanlar çok renklidir, çeşitlilik esastır. Bu soru yanlış bir sorudur. (...) İnsanın pek çok kimliği vardır. Ben aynı anda erkeğim, babayım, solda veya sağdayım, yani ideolojik bir kimliğim vardır, bir parti kimliğim olabilir, mühendis veya sosyal bilimci sayabilirim kendimi, bir dini cemaatin üyesi olabilirim, futbol takımım yenilince yemek yiyemeyenlerden olabilirim. Neden "nesin?" sorusunun cevabı milli kimlik olsun ki!
Anlatmaya çalıştım: Çünkü milli dönemi yaşıyoruz. Günümüzde dünyanın en hızlı adamını milli bir bayrağa bürünmezse olimpiyatlarda koşturmazlar, milli pasaport taşımayan sınırları geçemez, milli bir kimliği öne çıkarmazsanız size hain veya kuşkulu insan bile diyebilirler. Şimdilik böyle bir dönemdeyiz. Oysa kimliği kültürel bir zenginlik olarak görmek isteyenler olabilir. Bugünün toplumları çok yanlı kültür zenginliğini duymak istemiyor. Hayali (uyduruk da diyebiliriz) bir kimlik yaratarak huzuru arıyorlar.”
Evet, sevgili Herkül, senin de belirttiğin gibi, “hayali cemaatler” dönemindeyiz. Siyasal bir dine dönüşen milliyetçiliğin yarattığı bir dünyada yaşıyoruz. Ve Ernest Gellner gibi söylersek, bu dünyada bir ulusun mensubu olmak, insanın bir burnu ve iki eli olması gibi doğal sayılıyor. Bizim gibilerde de ister istemez daha uzun yıllar bir şeyler hep “eksik” görülecek...
(Ulus Kaçağı’ndan alınmıştır.)