Kendini Geliştirmek Yozlaşmış bir anlayışı tekrardan anlama çabası
Kendini Geliştirmek Yozlaşmış bir anlayışı tekrardan anlama çabası
Mustafa Öngün
[email protected]
Yanlış yaşam doğru yaşanmaz
Teodor Adorno
Yazının başlığı sıklıkla karsımıza çıkan bir söylem. Okul hayatımızdan iş hayatımıza, ilişkilerimizden hobilerimize kadar kendimizi geliştirmemiz gerektiği söylenir durur. Kitapçılara gittiğimizde bile en çok satanlar kısmında karşımıza çıkar: “Kendini geliştirme sanatı”, “5 adımda kendini geliştirme” vs. vs. Ancak bu şekliyle, yani baskın kültürümüzdeki şekliyle kendini geliştirmek, oldukça kısıtlı ve sorunlu bir başarı anlayışı üzerine temellenir. Üstelik bu anlayış sadece kısıtlı değil, aynı zamanda birçok toplumsal ve siyasi problemin de yeniden üzerilmesine katkı yapmaktadır.
Kısaca anlatacak olursak, bilindik anlamda kendini geliştirmeyi başaran kişi, okulda, işte ve aile kurmada başarılı, itibar sahibi birisi olur. Başarılı insan en kötü ihtimalle orta sınıfta “iyi” bir aile kurar, yaptığı işte “ün” ve para kazanıp bu çerçevede istikrarlı bir yaşam sürer. Bunu biraz daha açacak olursak, baskın toplumsal ve kültürel yapımızda bir bireyin kendini geliştirmesi onun birtakım geleneksel değerleri benimseyerek teknik kapasitesini yetkinleştirmesiyle eşdeğer tutulur. Bu durum daha çocukluktan başlayarak, öğrenciliğe ve meslek hayatımıza kadar bizi sarıp sarmalayan bir norma dönüşmüştür. Öğrenciyseniz, notlarınızı yükselterek kendinizi geliştirirsiniz, doktorsanız, daha iyi teşhis ve tedavi tekniklerini geliştirerek. İş adamı iseniz, şirketinizi büyütecek teknik kapasitenizi ilerleterek bunu yaparsınız. Avukatsanız, dava kazanma kapasitenizi geliştirdikçe kendinizi de geliştirmiş olursunuz. Bütün bunlarla birlikte bir de baba veya anne olmalı, çocuk yapmalı ve çocuklarınıza iyi bir gelecek verebilecek teknik donanım ve prestije sahip olmalısınız.
Yaşadığımız toplumda (ve daha birçok yerde) kendini geliştirmek az çok yukarda bahsettiklerime indirgenmiştir. İndirgenmiştir diyorum çünkü birazdan da anlatacağım gibi “kendini geliştirmek”ten anlayabileceğimiz tek şey bu değil. Kendimizi geliştirmeyi bilindik anlamıyla ciddiye alırken, insanın bir başka yönden de kendini geliştirmesinin hayati önemini gözden kaçırmış durumdayız. O da, erdemli bir karakter geliştirebilmek. İnsanın erdemlerini geliştirmesinin de bir tür kendini geliştirmek olduğunu her anlamda unutmuş durumdayız. Hatta sadece unutmakla da kalmayıp, dürüstlük, tutarlılık, cömertlik, adalet gibi erdemleri sosyal hayatın gereksiz elemanları olarak algılamaktayız. Bu algıysa, pratikte birçok siyasi ve sosyal problemimizi tekrardan üretmemize neden oluyor. Fakat bunu daha iyi anlatabilmek için bahsi geçen konuya çok daha farklı bir pencereden bakmalıyız.
Farklı bir kültür olarak Antik Yunandan günümüze bakmanın, hem kendi kültürümüzü anlamak, hem de eleştirmek açısından faydalı olduğunu düşünenler sanırım haksız değildi (MacIntyre bu görüşün en önemli temsilcisidir). Çünkü Antik Yunan (ve özellikle de Aristoteles’in) felsefesine baktığımızda bambaşka bir kendini geliştirme anlayışı ile karşılaşırız. Yunanlılar için insan, tıpkı spor yaparak vücudunu geliştirebildiği gibi, karakterini de geliştirebilir. Karakterin gelişmesi ise dürüstlük, cesaret ve cömertlik gibi erdemlerin ortaya çıkmasıyla mümkün olur. Örneğin Aristoteles için insan nihai amacına (eudaimonia’ya), ulaşması ancak bu şekilde, yani erdemli bir karakter geliştirmesiyle, mümkün olur (Nicomachean Ethics, 1097b22). Erdemli bir karakter geliştirmekse uzun dönemde erdemli davranışlar sergileyerek sağlanır. Erdemli olmayı da tıpkı bir müzik aleti çalmak gibi öğreniriz. Aristoteles bir insan, “adaletli davranışlar sergiledikçe adaletli olur” derken bunu demek istemiştir (NE, 1103a33). Erdemli olmak, öncelikle bunu bir hedef haline getirmeyi, sonrasında ise buna ulaşmak için uzun süreli bir gelişim sürecine girmeyi gerektirir. Kısacası adaletli, dürüst ve cesaretli olmak bu özellikleri karakterimizde geliştirebileceğimiz uzun vadeli bir dönüşüm içine girmekle mümkün olur. Bu da kendimizi sürekli olarak sorgulamamızı ve bununla bağlantılı olarak davranışlarımızı değiştirmemizi ve eğitmemizi gerektirir.
Aristoteles’in veya Antik Yunanlıların bu konuyla ilgili söyledikleri elbette ki bundan çok daha fazla ve ayrıntılıdır, ancak benim burada üzerinde durmak istediğim nokta erdemleri geliştirmeyi gözden kaçırdıkça, ismine statüko dediğimiz problemler bütününü sürekli olarak yeniden üreteceğimizdir. Apaçık bir gerçek var ki, statüko içerisinde, cömertlik, tutarlılık, dürüstlük, cesaret, adalet gibi erdemleri sergilemeden de pekâlâ iyi bir iş, iyi bir aile, iyi bir ev ve araba sahibi, iyi bir siyasetçi olabiliyoruz. Hatta erdem ne kadar azsa, bunlar o kadar fazla olur bile diyebiliyoruz. Diğer bir ifadeyle, popüler kültürdeki anlamıyla kendimizi geliştirmiş ancak erdemsiz bir hayat sürebiliriz. Dahası eğer adaletsizlik, yalan ve bencillik her alanda topluma hakim olmuşsa, bu hakimiyetin bireylerin davranışlarından oluştuğunu unutmamamız gerekiyor. Gerek cinsiyet eşitliği, gerekse gelir dağılımı, gerekse de siyasetin kendisi açısından adaletsiz, dürüst olmayan bir düzen içerisinde yaşıyorsak, bunun bir sebebi de düzeni oluşturan kültürel yapının bir karakter özelliği olarak adalet ve cesaret gibi erdemleri geliştirmemize engel olmasıdır. Aynı şekilde yaşadığımız adaletsizliklerin, yüzleştiğimiz yalanların ve karşımıza çıkan bencilliklerin önemli bir kaynağı da erdemlerin bizi “başarıya” götürememesidir. Adaletli, dürüst ve cesaretli olmadan da oldukça iyi bir aile kurabilir, itibarlı bir birey, çok iyi bir kariyer sahibi ve hatta siyasetçi olunabilir.
Bu yüzden de erdem ve statüko birbirini dışlayan iki ayrı şeye dönüşmüştür. Bu durumun içerisinde en kötüsü ise popüler kültüre, statükoya ve iktidara karşı çıktığını iddia edenlerin, kendini geliştirmenin indirgenmiş halini benimsemekten geri kalmıyor oluşudur. Popüler kültürdeki kendini geliştirme anlayışı dışına çıkabilecek küçük bir adım bile, onları, ne yapacağını bilmeyen küçük çocuklara döndürebiliyor. Bunun sonucundaysa, erdemin dışarda kaldığı iyi bir iş, iyi bir aile, itibarlı bir yaşam, iyi bir ev ve arabayla hem muhafazakarlar hem de muhalifler toplumdaki yerini alabiliyor. Bu yüzden de farklı bir kendini geliştirme kültürü bir türlü üretilemiyor ve statüko bunun üzerinden kendini durmadan yeniden yaratıyor.
Sonuç olarak erdemli yaşamın kendini geliştirmekle hiçbir alakası kalmadığı bir toplumda, başarının tamamen teknik ve kariyerist bir niteliğe büründüğü bir kültürde, doğru yaşamı yaşadığımızı sanıyorsak, Adorno’nun “yanlış yaşam doğru yaşanmaz” sözünü iyice bir düşünmemizin zamanı gelmiş demektir. Ve bu yanlış yaşamın içerisinde kendini geliştirdiğini ve başarılı olduğunu sanıp diğerlerini başarısız atfedenler, hangi başarı diye sormadan bir şeyleri değiştirdiklerini sanmamalı; statükoda söyle veya böyle bir yere gelmenin yanlış bir yaşamın içinde ilerlemek olduğunu akıllarından çıkarmamalılar.