KENTİN BİR YERLERİNDE ATEŞLER YANMAYA BAŞLADIĞINDA...
Küresel kapitalizmin yükselen İslam radikalizmine karşı alelacele başlattığı “eskimiş çoraplardan kurtulma” operasyonu bir kısım zevatı aşırı heyecana gark etse de, ben bu “NATO destekli Arap Baharına” karşı (en azından şimdilik) h
Küresel kapitalizmin yükselen İslam radikalizmine karşı alelacele başlattığı “eskimiş çoraplardan kurtulma” operasyonu bir kısım zevatı aşırı heyecana gark etse de, ben bu “NATO destekli Arap Baharına” karşı (en azından şimdilik) hâlâ temkinli olmayı tercih ediyorum.
Kemalistlerin, örneğin Libya’nın müteveffa lideri Kaddafi’ye düzdüğü övgüler ve yaktıkları ağıtlardan etkilendiğimden falan değil elbette. Devrilen diktatörlüklerin yerine tesis edilmekte olan rejimlerin hiç de öyle matah olmayışından ve tabii asıl can sıkıcı durumun ısrarla ve arsızca gözlerimizden saklanmaya çalışılmasından rahatsızım.
Sözde demokrasi ve insan hakları hassasiyetiyle Arap “devrimcilere” her türlü maddi ve manevi desteği verme konusunda göz yaşartan bir cömertlik sergileyen küresel kapitalizm, “Arap Baharının” göbeğinde yaşanan kara kışa dikkatimizi çekecek en küçük bir hamle yapmıyor. Suudi Diktatörlükle öpüş kokuş, can ciğer kuzu sarması Batı, bu ülkede yaşanan kepazelikleri “insani bir mesele” olarak görmüyor zaar…
Sadece Batı mı? Arap semalarında yankılanan tekbir sesleriyle kanları tutuşan ve devrilen her diktatöre kurban bayramında boğazlanmış danalara bakarcasına transa geçerek bakan Müslümanlar, Suudi rezilliği karşısında ıslık çalıyorlar.
Kendi ülkelerindeki “zulme” karşı cihâd bayrağını açmakta pek cevval olan Müslüman radikaller, Suudi cehenneminde insanlara reva görülen zulme karşı dilsiz şeytan kesiliyorlar.
Suudi semirgenleri petrol gelirlerine bir de milyonlarca Müslüman’ın sırtından kazandıkları “din turizmi” dolarlarını ekleyip dünyayla kafa bulurken, Müslüman kanaat önderleri “Bu rezil rejim yaşadığı sürece Hacca gitmeyiniz” demiyor örneğin…
Sadece Müslümanlar mı? Küresel patronlar haritaya parmaklarını koyup patır kütür rejim değiştirip, ellerini kollarını sallayarak Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya enerji trafiğini yeniden yapılandırırken bu olup bitenlerden “sosyalist heyecan” çıkmayacağını gören yoldaşlar, “Arap Baharına” kelek çıkmış karpuz muamelesi yapıyorlar.
Hoş, kim nasıl bakarsa baksın, Arap dünyasında bir avuç özgürlükçü-demokrat dışında herkes “düzen”in değişmesinden mutlu görünüyor. En azından pompalanan propagandif haber ve söyleşilerden anlıyoruz ki Arap dünyası “insan hakları ve demokrasi yolunda yavaş ama emin adımlarla ilerliyor” muş…
Şimdi “eh, yüzlerce yıldır karanlıktaydılar, bundan sonra da idare lambası ile en azından birbirlerinin yüzünü seçebilirler” denerek de teselli olunabilir. Malum, Arap “devrimlerinin” neredeyse tamamının başını çeken hareketlerin ortak sembolü, “tesadüf bu ya”, idare lambası ya da ampul…
Küresel kapitalizm, yarattığı ve hepimizi gönüllü köleleri haline getirdiği kalp dünyayı (fantezi sever okuyucuyu da mutlu ederek matrix de diyebiliriz buna) artık çekip çevirmekte zorlanırken; New York’ta, Atina’da, Roma’da, Madrid’de, Londra’da filizlenen itirazlar nereye varır bilmem ama bu haliyle bile samimiyetsiz Arap Baharından daha heyecan verici bence…
Çünkü özel olarak Arap coğrafyasında, genel olarak “doğu”da sinek gibi ellişer yüzer ölmeleri kimse tarafından umursanmayanlara karşın, Batı’nın steril kentlerinde en küçük maytap patlaması bile hala “sarsıcı haber” değerine sahip. (Biz “beyaz Türkler” pek iyi biliriz bu durumu. Ankara’nın doğusunda 30 yıldır hâkim olan kan ve barut kokusu, ancak metropollerimizde Molotoflar patladığında “duyulur ve hissedilir hale” gelir bizler için… Eh, herkesin daha “doğusu” var ne de olsa…)
Akan görüntülere bakılırsa da, Londra ve Atina hariç şimdilik her şeye rağmen barışçıl kimliğini korumaya çalışan “öfke” dalgası giderek yayılıyor.
Küresel patronlar, kendi yarattıkları krizin faturasını devletler aracılığıyla milyonlara ödetme konusunda kararlı görünüyor ama yine görünen o ki, aslında bu yavuz hırsızlığa en sert tepkiyi vermesi gerektiği var sayılan “işçi sınıfının” sessizliğini paylaşmak istemeyen geniş kitleler var.
İspanya ve Yunanistan’dan sonra İtalya ve şimdi de Fransa’yı vuracağa benzeyen krizin faturasını birileri ödeyecek muhakkak. Sorun kimin ödeyeceği.
Komünist ve Sosyalist partiler, on yıllar boyunca “azıcık da bana ver” den öteye gitmeyen “mücadelesiyle” sendikaların sermayeyle suç ortaklığının izleyicisi oldular. Ve şimdi dünya derin ekonomik-sosyal çalkantılarla altüst olurken, küresel kapitalizm dünyanın doğusunu yakıp kavururken sendikalar, komünist ve sosyalist partiler ve bizim şu “serpilip gelişen” işçi sınıfı süt dökmüş kedi yavrusu gibi olup bitenleri izliyor.
Dünya üzerinde giderek yoksullaşan, yoksullaştıkça hoşnutsuzlaşan, hoşnutsuzlaştıkça da sokaklara yönelen bunca insan varken ve sosyalizm dediğimiz şey; tam da ırkı, dili, dini farklı tüm bu insanların enternasyonalist dayanışmasını örmek iddiasındayken, kendilerine sosyalist diyenlerin hâlâ sıkıştırıldıkları ulus devlet sınırlarında sabahtan akşama Marx’ın adıyla Marx’la dalga geçmeleri artık “hazin” bile değil…
Eğri oturup doğru konuşalım. Hepimizin ucundan kıyısından nemalanmaya çalıştığımız, içten içe “sınıf atlayabilme” umudunu beslediğimiz, “herkes yapıyor zaten” diyerek “elimizi korkak alıştırmamaya çalıştığımız”, öyle ya da böyle suç ortağı olduğumuz; kendimizi kredi kartlarıyla, plazma televizyonlarla, her yıl bir üst modele geçmek zorunda hissettiğimiz teknolojik oyuncaklarla zincirlediğimiz bu düzen artık bizimle daha az şey paylaşmak istiyor…
Dilini yutmuş sendikalar, o meşhur “üretimden doğan güçlerini” harekete geçirmekte gönülsüz olabilir… Bizler, egemenlerin ellerinde tuttukları yanında hayli sefil ama bir o kadar da önemli gördüğümüz küçük zenginliklerimizi yitirme konusunda çok ödlekleşmiş olabiliriz… Çoğumuz yarım asra yaklaşan ömrümüzün öğrettikleriyle durulmuş, havlu atmış olabiliriz… Fakat zincirlerinden başka yitirecek hiçbir şeyi olmadığını düşünenler “Wall Street’i işgal et” den “dünyayı işgal et” çizgisine doğru hızla koşuyorlar… Ama kafası kesik tavuk gibi, sağa sola çarpa çurpa şimdilik… Olsun…
İnsanlığın daha adil, daha özgür, savaşsız ve sömürüsüz bir dünya ideali öylesine köklü, öylesine güçlü bir özlem ki, bu düş tarih boyunca kaç kez ve kimler tarafından kırılmış olursa olsun…
Kentin bir yerlerinde ateşler yanmaya başladığında umut yeşeriyor demektir… Yeniden ve yeniden…