Keriz miyiz, Kereviz miyiz?
Keriz miyiz, Kereviz miyiz?
Bilge Azgın
[email protected]
Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçiliği Ağustos ayının ilk haftasında 2012 KKTC Ekonomi Durum Raporu’nu yayımladı. Büyükelçi Akça’nın Anadolu Ajansı üzerinden Türk Ajansı Kıbrıs’a servis ettirdiği haberle Ekonomi Durum Raporu kamuoyunun gündemine oturdu.
Raporda, “Üç yıllık büyüme toplamı beklenenden daha düşük kalarak yüzde 10.4 olarak” gerçekleştiği deklare edildi. Rapora göre, 2010 yılında yüzde 3.6 büyüme sağlanırken, 2011’de %3.8, ve 2012’de de %2.7 oranında büyüme gerçekleşti. Gel gelelim, Kuzey Kıbrıs’ın 2008’de yakaladığı kişi başına düşen Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) 15.857 Dolar iken, 2013 yılı itibariyle halen daha düşük bir rakamda, 15.061 Dolar seviyesindedir.
Büyükelçi Akça’nın 2012 Ekonomik Durum Raporu’na yazdığı önsöz oldukça savunmacı bir tutumla kaleme alındığı için, raporun içeriğinin de önüne geçti. Akça, programın hedeflenen ekonomik büyümenin gerisinde kalmasının sebeplerini şöyle açıkladı:
Programın uygulanmasında karşılaşılan en önemli sorun sahiplenme olmuştur...Daha da fazlası, ekonomik dö¬nüşüme karşı direnç gösteren bir ilişkiler ağının varlığı ortaya çıkmıştır. Bu yapı mevcudun değişmemesi konusunda organize olarak programı halka Türkiye’nin daha az para göndermek için dayatması olarak takdim etmiştir. Bunu desteklemek için de “KKTC’de fiyatlar Türkiye’dekinin 2-3 katıdır”, “Kuzey Kıbrıs’ta 1 milyona yakın nüfus vardır”, “Sorun Mersin Gümrük Kapısı’nın KKTC’ye kapalı olmasıdır”, “Türkiye’nin yaptığı yardım ithalatla tekrar geri dönmektedir”...“Türkiye’den gelen para zaten Türkiye’den gelenlere harcan¬maktadır”....“Kıbrıs Türkü’nün öz var¬lıkları peşkeş çekilmektedir” gibi programın amacını ters yüz eden, statükoyu muhafaza etmek ve gerçek sorunları gözden kaçırarak dönüşümü engellemek için saptırmalar yapmışlardır. Maalesef yapılan pro¬paganda belli ölçüde etkili olmuş, halk tereddüde düşürülmüş ve ekonomik faaliyetler beklendiği kadar canlanamamıştır. Bunun sonucu kendini büyüme oranlarında göstermiştir.
Büyükelçi Akça’nın tespitleri birçok açıdan tartışılmaya değerdir. Sayın Akça, ekonomik büyümenin beklentilerin altında geliştiği olgusunun sebep sonuç analizini yaparken, Keynes’in “hayvansal ruh” kavramından esinlenerek yeni bir “tereddüt ruhu” kavramını geliştirdiğini anlıyoruz.
“Tereddüt ruhu” gibi kavramlara rağbet etmek yerine, İMF’nin Yunanistan’daki krize uygulanan kemer sıkma politikasının neden kendi öngörülerinin çok çok altında bir ekonomik büyümeye yol açtığının sebeplerini irdelerken ortaya atılan görüş ve bulgulara bakmak daha yerinde olacaktır. İMF’nin baş ekonomisti Olivier Blanchard’ın Daniel Leigh ile birlikte Ocak 2013’te yayımladıkları “Growth Forecast Errors and Fiscal Multipliers” başlıklı makalelerinde, kamu maliyesi çarpanının (fiscal multiplier) ekonomik büyümeye olan negatif etkisi geleneksel neo-liberal öğretisinin varsaydığı orandan çok daha fazla olduğunu tespit etmişlerdir.
Bu noktayı yalın bir dille ifade edecek olursak; mali disiplin doğrultusunda bütçe açıklarını kapatmak için devlet harcamalarını sert ve hızlı bir şekilde kısmak, ekonomik büyüme seyrini zannedildiğinden daha da kötü bir etki yaratır. Örneğin İMF gibi kuruluşlar, devlet harcamalarından yapılan 1 liralık kesinti, ekonomik büyümeye 0.5 oranında negatif etki yaratacağı (yani 50 kuruşluk düşüş yaratacağı) varsayımında bulunmuşlardır.
Olivier Blanchard ve Daniel Leigh’ın makalesi ise; devlet harcamalarından yapılan 1 liralık kesintinin, kriz içinde olan ülke ekonomisinin büyümesine zannedildiği gibi 0.5 değil de, 1.5 oranında negatif etki yaratabileceğini (yani 1 lira 50 kuruşluk düşüş yaratabileceğini) ortaya koydu. Blanchard ve Leigh, Yunanistan gibi düzgün ekonomik ve bankacılık sistemine sahip olmayan ülkelerde, kamu harcaması kesintilerinin ekonomik büyümeye yaratacağı negatif etkinin 0.5 oranından varsayılarak hesaplanmasını, ve bu noktadan hareketle ekonomik büyüme öngörüsündü bulunmanın yanlış tahminlere yol açtığını deklare ettiler. Blanchard ve Leigh’in makalesi, Yunanistan’a uygulanan kemer sıkma politikalarının neden IMF’nin öngördüğünden üç katı fazla ekonomik küçülmeyle sonuçlandığını izah etmeye çalışmıştır.
Hal böyleyken, Kuzey Kıbrıs özelinde sorulması gereken soru şudur: Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçiliği bütçe açığını kapatmak için uygulanan sert kamu kesintilerinin, ekonomik büyümeye yaratacağı negatif etkisini kaç oranda olacağını varsayarak hesap yapmış ve ekonomik büyüme öngörüsündü bulunmuştur? Sayın Akça bu konuya açıklık getirirse, konuyu ‘ekonomik akıl’ zemininde tartışılıp anlaşılmasına daha çok katkı sağlaycaktır.
Tüm bunlar bir yana; Sayın Akça’nın açıklamalarında belki de en tartışmalı olan nokta, Mali Protokol’ün düzgün şekilde uygulandığı varsayımında bulunmasıdır. Sayın Akça’nın isim vermeden sorunun kaynağını tamamen muhalif kesimlere havale ederken, programın uygulayıcısı olan UBP’nin bu hususta ne kadar ciddi bir biçimde çuvalladığından hiç söz etmemesi oldukça dikkat çekicidir.
UBP Hükümeti geçtiğimiz üç yıl içerisinde ‘manifestosu’ olarak ilan ettiği Mali Protokol’ün Kuzey Kıbrıs için en çok fayda sağlayacak olan yönlerini ivedilikle uygulamaya koymazken, tartışmaya en açık olan yönlerini ise programda belirtilen amaçlarla bağdaşmayacak şekilde uygulamaya koymuştur. Örneğin, UBP Hükümeti, bir yandan Mali Protokol’de hedeflenen kayıt dışı ekonomiyi kayıt altına alma veya vergi toplama kapasitesini artırma gibi kritik noktalarda elle tutulur bir ilerleme kaydetmezken, Ercan Havaalanı konusunda “krony kapitalizm” (ahbap-çavuş kapitalizmi) olgusuna somut bir örnek teşkil edecek bir sözleşmeye imza atarak onu özelleştirmiştir.
Yeryüzünde, bu tür sözleşmelerle özelleştirme yapılmasına sahip çıkacak herhangi bir halk yoktur. Bu tür özelleştirme biçimleri akademik alanda krony kapitalizm, halk dilinde de peşkeş çekmek diye tabir edilir. Eğer bu tür sözleşmelerle özelleştirme uygulaması Mali Protokol’ün bir parçasıysa, Sayın Akça’nın bu konuyu kamuoyu ile paylaşmasında fayda vardır. UBP Hükümeti’nin Protokol’de yer alan hükümleri hiçe sayarak kamuda yaptığı istihdamlar ve buna yumulan gözler de ayrı bir tartışma konusudur.
Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan halkın geniş bir kesimi neyi sahiplenip neyi sahiplenmeyeceği, neyin ülkenin yararına olup neyin olmayacağını ayırt edecek kadar farkındalığa ve duyarlılığa sahiptir. Örneğin, 2010 yılında Türkiye ile KKTC arasında imzalanan Kamunun Etkinliğini ve Özel Sektörün Rekabet Gücünün Artırılması Programı’nda (sayfa 16) “Maliye politikalarının etkin bir şekilde izlenebilmesi ve uygulanabilmesi için gerekli olan kamu mali şeffaflığını artırıcı tedbirler ivedilikle alınmalı, kamu borç stoku da dâhil olmak üzere, kamu maliyesi konusundaki istatistiklerin düzenli olarak kamuoyuna duyurulması sağlanmalıdır” ibareleri yer almıştır. UBP hükümeti, iktidarda olduğu süre içerisinde bu hususu uygulamaya koyma noktasında hiç oralı olmamıştır. Ardından göreve gelen Geçiçi Hükümet ilk Bakanlar Kurulu toplantısında mali durumun her hafta internetten paylaşacağı ve şeffaflık ilkesi doğrultusunda “maliyenin seyir defteri” açılması için karar almıştır. Bu karar, yukarıda bahsi geçen 2010 Protokol’ünde yer alan ibareler ışığında alınmış ve halkın takdir ve beğenisini toplamıştır. Ercan havalimanı özelleştirme biçiminin tam aksine.
Zaten Mali Protokol’ün Kuzey Kıbrıs için en çok fayda sağlayacak olan yönlerinin ne kadar ağır aksak bir biçimde uygulandığını, TC Yardım Heyeti’nin Genel İzleme Raporları gözler önüne sermektedir. Mali disiplinin ve bütçe konsolidasyonunun sağlanmasını hedefleyen herhangi bir ekonomik programın en önemli unsurları kayıt dışı ekonomiyi kayıt altına almak ve vergi toplama kapasitesini artırmak olsa da, bu hususlarda ne kadar az ve yavaş ilerleme kaydedildiğini “Mali Protokol’ün Bir Adım Önünde: İşte Hendek, İşte Deve!” başlıklı yazıda [https://www.yeniduzen.com/Ekler/gaile/224/mali-protokol-un-bir-adim-onunde-iste-hendek-iste-deve/581] ele almıştık.
Ağır aksak ilerleme kaydedilen bir diğer önemli husus ise kamu dairelerinde yaşanan istatistiki veri toplama ve işleme kapasitesindeki yetersizliktir. Güvenilir ve yeterli seviyede istatistiki veriye haiz olmak, isabetli kamu politikalarının yaşama geçirilmesinin olmazsa olmazıdır. Ayrıca, istatistiki verilerin düzenli şekilde toplanıp elektronik ortamda oluşturulacak olan bilgi bankası üzerinden devletin farklı kurumlarıyla paylaşma yetisine haiz olmadan yüzde 40 civarlarında olduğu tahmin edilen kayıt dışı ekonomiyi kayıt altına alabilmek teknik olarak mümkün değildir.
Bu nedenle, “Kamunun Etkinliğini ve Özel Sektörün Rekabet Gücünün Artırılması Programı”nda (2010-2012) istatistik konusu özellikle ele alınmış (sayfa 29), “istatistik altyapısının güçlendirilmesi” veya “kamu yönetiminin hızlı ve isabetli kararlar alabilmesi için etkin bir haberleşme ve rapor sistemi geliştirilmesi” gerekliliğine etraflıca yer verilmiştir. TC Yardım Heyeti’nin 2012 Genel Program İzleme Raporu’unda (sayfa 29) yer alan tablodan 2010 Protokol’ünde yer alan eksikliklerin giderilmesi yönünde bugüne kadar ne yapılıp ne yapılmadığını takip etmek mümkündür.
İstatistik toplama ve işleme kapasitesinin geliştirilmesi
Yukarıda yer alan Tablo’da görüleceği üzere, Haziran 2010 tarihinde bitirilmesi öngörülen İstatistik Kanunu’nda değişiklik yapılması işlemi, 2012 yılı sonu itibariyle halen tamamlanmamış, yasa tasarısı hakkında hala görüş beklenmektedir. Diğer yandan, nitelikli eleman temini ve eğitimleri yapılması işlemi Aralık 2010 tarihinde bitirilmesi öngörüldüğü halde, 2012 yılı sonu itibariyle hala nitelikli eleman temini yapılmamıştır. Aynı şekilde, Resmi İstatistik Programı hazırlanması işlemi Haziran 2011 yılında tamamlanmış olması gerekirken, halen İstatistik Dairesinin Kuruluş Yasa Tasarısı’nın yasalaşması beklenmektedir.
Sonuç olarak; UBP Hükümeti, Protokol’de yer alıp da en fazla kamusal fayda sağlaycak birçok konuda olduğu gibi, istatistiksel veri toplama ve işleme kapasitesini artırma konusunda da kılını kıpırdatma zahmetinde pek bulunmamıştır. Bu konuda hemen hemen elle tutulur bir adım atılmadığı için, Geçiçi Hükümet’in hazırlayıp uygulamaya koyduğu Kayıt Dışı Ekonomi ile Mücadele Eylem Planı’nda istatistiksel veri toplama ve işleme kapasitesini artırma hususunda 2014 ve 2015 yılında tamamlanması öngörülen birçok işlem vardır. Uzun lafın kısası, kayıt dışı ekonomiyi kayıt altına alıp devlet gelirlerini artırma noktasında boşa kürek çekildiği için, kemer sıkma politikaları altında yaşadığımız süreyi kendi kendimize uzatmış oluyoruz.
Bir toplumun seçtiği siyasi temsilciler, bir yandan toplumsal fayda sağlanacağı noktalarda bu kadar kayıtsız ve umursuz kalabiliyorken, diğer yandan da kamu kaynaklarını maksimum seviyede çarçur ediyorsa, malum ve mahut soruyu esas kendi kendimize sormamız kaçınılmaz oluyor: Keriz miyiz, kereviz miyiz?