KEŞKENİN AĞACI YEŞERMEZ
Aldılar götürdüler.
Dün kaç gence yaptıkları gibi. Gece veya gündüz fark etmez.
Üniversitede okudukları için seslerini duymadınız belki. Çok bağıramadılar, yargılandılar ve gittiler.
Yerine başkaları geldi.
Onların da evlerine baskınlar düzenlediler. El ayak ve küfür yediler, torlanıp toparlanıp onlar da gittiler.
Sınır dışı edildiler mesela, vatandaş olmayanlar.
Bir kitaptan, bir halaydan, bir yazıdan dolayı.
Getirildiler mahkemeye, küçük puntolara haberleri yapıldı, görmezden gelindiler, yok oldular, hiç olmadıkları gibi, sesleri kısıktı duymadınız, öyle yüzlerini saklayarak gittiler.
Kalanlar kaldı.
Bir kitaptan ötürü dedikleri abartı değil.
Aynen öyle oldular.
Bir kitabın kapağına bakıp terör örgütü üyeliği ile suçladılar. Propaganda öyle olur dediler, yasaların arasına saklandılar, maddeleri çıkarıp çıkarıp yargıcın önüne koydular.
Buyur ye dediler, buyur adalet, buyur yeni memleket.
Kukla ol dediler, kör ol, haşmetliler buyurdular, hikmetliler tabi ki paşam dediler.
Geldiler, kapıyı çaldılar.
Tak, tak, tak dedi kapı.
Kim o dedi kadın? Polis.
Kim o dedi yargıç? Efendim polis.
Kapı bile başka çaldı insandan insana.
Dile gelse o kapılar, elleri kırılırcasına neler anlatırlar.
Geçmişte bilirsin, üç cümleye bir paragraf insan astılar. Asmakla yetinmediler yasalara madde bile koydular. Sömürgeden kalma ceza yasası bıraktılar, darbe yavrusu bir anayasaya insan hakları yazdılar.
En kötüsü de, geçmişin karanlıklarından bugüne gölgeler bıraktılar.
Düşünene, sorgulayana, ileri! diyene kelepçe taktılar. Geri! diyene madalya ve makam yakıştırdılar.
Kitabın sayfalarını yargıladılar.
Karikatürü yargıladıkları gibi.
Halayı yargıladıkları gibi yargıladılar.
İnsan olan anlar insan halinden.
Koğuşa giren düşünce alev alır da çıkar.
Yürekleri yakar vicdandan yana.
Bekçilerin vicdanları anlamaz da, belki siz anlarsınız.
Yine de, ister anlar ister anlamazsınız.
Geçmiş günlerin iz düşümleridir yaşadıklarımız.
Mesela burada da, âlimleri kuytu köşe avladılar, aydınları yakaladılar, düşünenleri hain, bekayı tehdit yaptılar. Hâlen yapıyorlar.
Gölgeye düşen bilir griyi.
Koğuşa düşen bilir demirin, duvarın, isli grisini.
Gölgeler kötüdür, katil beridedir, orada siz kimsesiz duvarlara bakarsınız, yaklaşır, yaklaşır ve yakalar sizi o el.
Devletin kudretli eli. Kelepçesi, anayasası, amentüsü meşruiyetin, şiddettir, tehdittir, zulümdür bazen, insandan yana değil, insana karşı durmadır.
Meydan okumadır haklara, ben devletim! diye.
Kendi yurdun sana yabancılaşırken, senden olanlar süratle, suret ve surat değiştirirken sen bakakalırsın bazen.
Bahar geldi işte.
Gelişini size kelepçe ile karşılayan devlete karşı boynunuzu bükmeye kalkıştılar, öylesine beklediler.
Elinizde kitapla, afaki maddelerle bağlantı yoluyla sanık yaptılar, teminata bağladılar ömür boyu, bitmeyen bir belirsizliğe astılar.
Dua edin, zamanın ruhu değişti, eskiden olsa, Franko’da kurşuna dizilirdiniz, Hitler olsa gaz odalarına atılırdınız, darbe zamanında çocuk çocuk Türkiye’de de asılırdınız.
Elinizde bir kitap, kafanızda deli düşünceler, koşuşturan şiir satırları, sevişen kelimeler, ah harflerin arasındaki boşluklar yok mu, bütün kötülükler, oradan çıkar zaten!
Yargılanması gereken boşluklardır!
İnsansız ve insafsız olan her şeyin yargılanması gerektiği gibi.
Şimdi şu hâle, buna olsun şükretmek mi gerek?
Sadece birkaç gün hücre, şükür sana ...
Sıra ondaydı, sıra bunda, şimdi sıra bak sana geldi, onun kitabından senin kitabına.
Eski hikayelerden bahar yapalım şimdi.
Baharı karşılayalım.
Demirci Kawa, zalim Dehak’ın zulmüne son verdiğinde kutladığı gibi umutlanalım.
Sana adanmış bir yazıdır bu kardeşim, Newroz pîroz be!
Elbet bir gün bitecek.
Umuda omuz verenler oldukça, bu devir böyle geldi böyle gitmeyecek.
Bu devran dönecek.
İşte o zaman diyeceğiz ki,
Dün sustunuz, bugün de sustunuz, ama bakın,
War ew ware lê bihar ne ew bihare. - Yer aynı yer ama bahar aynı bahar değil !
Baharları mahkum edemezsiniz.
Biliriz biz:
Keşkenin ağacı yeşermez!
O yüzden, keşke demeden önce,
yeşertmeliyiz insanın insana ve yarınlara dair umudunu.
Omuz omuza ve her şeye rağmen.