1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “Kıbrıs bir ada, uğraştığı meseleler devasa”
“Kıbrıs bir ada, uğraştığı meseleler devasa”

“Kıbrıs bir ada, uğraştığı meseleler devasa”

Türkiye’de Kıbrıs ile ilgili akademik çalışmalar yapan, Akademisyen Ozan Yücesoy, Kıbrıs sorunu ve güncel konularla ilgili düşüncelerini YENİDÜZEN ile paylaştı...

A+A-

Tünay MERTEKÇİ

Ankara Üniversitesi Çağdaş Yunan Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu olan Ozan Yücesoy, aynı üniversitede tarih üzerine yüksek lisansını tamamladı. Bunun ardından doktorasına Dokuz Eylül Üniversitesi Tarih anabilim dalında devam eden Yücesoy, Türk-Yunan ilişkileri, Yunanca, Yunanistan ve Kıbrıs gibi çeşitli konular üzerine çalışıyor. YENİDÜZEN’e konuşan Ozan Yücesoy, “Tarihin mirasıyla yüzleşirken dünü araştırıp bugünden ders çıkartıp yarını inşa etmeli. Saha çok geniş. Kıbrıs’ın kendisi ada ama uğraştığı meseleler devasa…” ifadelerini kullandı.

Bize kendinizden bahsedebilir misiniz?

Öncesinde 6 Şubat depreminde bu dünyadan göç eden şampiyon melekleri anmak isterim. Ailelerinin haklı mücadeleleri için kalben yanlarında olduğumu da belirtmek istiyorum. Ben, Ankara Üniversitesi Çağdaş Yunan Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunuyum. Aynı üniversitede tarih üzerine yüksek lisansımı tamamladım. Doktoramı Dokuz Eylül Üniversitesi Tarih anabilim dalında bitirmek üzereyim. Türk-Yunan ilişkileri, Yunanca, Yunanistan ve Kıbrıs gibi çeşitli konular üzerine çalışıyorum. Çeşitli üniversitelerde ve kurumlarda görev aldım. Aynı zamanda belgesel ve videografi alanında da pek çok çalışma yapmaktayım. İleri seviyede Çağdaş Yunanca ve İngilizce, orta seviye Almanca biliyorum. Şu anda dünyanın en büyük şirketleri arasında yer alan uluslararası bir denizcilik firmasında Yunanistan’ın Pire ve Selanik limanlarındaki ithalat yüklerinden sorumluyum.

Kıbrıs ile ilgili ne gibi çalışmalar yaptınız? Anlatır mısınız?

Yüksek lisans tez konum Kıbrıs meselesi üzerine. “Kıbrıs Barış Harekâtı’nın Türkiye ve Yunanistan Basını Eksenli Analizi” başlıklı tezimde Yunanistan, Türkiye ve KKTC resmî arşivlerinde araştırmalarda bulunup savaş zamanı yayımlanan Türk ve Yunan gazetelerini gün bazında inceleyip harekâtı değerlendirdim. Ayrıca Güney’de yayınlanan resmî devlet açıklamalarına da yer verdim. Bu akademik çalışmamın haricinde, Türk-Yunan ilişkileri özelinde, Kıbrıs’a ve Kıbrıs meselesine dair tarihsel perspektif çerçevesinde bazı araştırmalarda bulundum, bulunmaktayım.

Türkiye – Yunanistan ilişkileri çerçevesinde Kıbrıs sorununu değerlendirebilir misiniz?

En basit anlatımla Yunanistan 1821 yılında Tourkokratia’ya yani Osmanlı İmparatorluğu’na, Türkiye de 1919 yılında Anadolu’daki Yunan ordusuna karşı elde etmiş olduğu zaferin (1922) neticesinde kurulmuştur. Türkiye’nin de Yunanistan’ın da dış politikalarının belirlenmesinde güvenlik gereksinimleri önemli rol oynar. Nitekim devletler güvenlik ihtiyaçlarının gereksinimleri doğrultusunda dış politikalarını belirlerler. Kısacası devletlerin dış politika pratiklerini güvenlik kaygıları oluşturur.

Lozan Antlaşması sonrasında Venizelos ve Atatürk’ün liderliğinde iki ülke arasında yumuşama ve yakınlaşma dönemi başlamış ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye ve Yunanistan arasındaki sıcak ilişkiler, 1950’lerin ortalarından itibaren üçüncü bir tarafın, İngilizler tarafından dahil edilmesiyle sarsılmaya başlamıştır: Kıbrıs. Adadaki çatışmalar üzerine iki ülke arasındaki Rumlar 1955 yılının Eylül ayında istenmeyen olaylar cereyan etmiş, 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla olayların seyri geçici de olsa farklılaşmış ve 1974 Kıbrıs Harekâtı ile en dip noktasına ulaşmıştır.

Türk-Yunan ilişkilerine Kıbrıs özelinde bakacak olursak; Kıbrıs 1840’lü yıllardan itibaren ilişkinin orijininde yer almıştır. Gerek “Megali İdea” gerek “Enosis” ile. Bugün de devam etmektedir. Mamafih gelecek söz konusu olduğunda bugünden adanın jeopolitik konumu doğrultusunda meseleye 360 derece bakılması gerekiyor. Türkiye özelinde bakacak olursak bugün Suriye meselesi bitince yarın Doğu Akdeniz ve Ege meselesi önemini arttıracaktır. Buradan ne kadar artıyla çıkılacağı ülkelerin yürütecekleri siyasetlerde yatmaktadır. Dün Türkiye, Yunanistan ve İngiltere var iken bugün Arap ülkeleri, İsrail, Rusya, ABD hatta Çin bile bu denklemde yer almaktadır. İşte bu denklem içerisinde Kıbrıs gelecekteki Türk-Yunan ilişkilerinde dün olduğu gibi yarın da merkezde bulunacaktır.

Kıbrıs meselesinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Bunu sorunun cevabını siyasî değil akademik çerçevede cevaplamam daha doğru olacaktır. Şüphesiz ki tarih bilimi sayesinde insanlar dünden tecrübe edinirler. Bu tecrübeyi edinirken de içgüdüsel olarak, kendini önde hissedebilmek adına, öteki olarak adlandırabileceğimiz bir “düşman” yaratır.

Günümüzde bir ülkede yaşayan vatandaşların diğer devletleri nasıl algıladıkları genellikle eğitim ve toplumsal değerler üzerinden değerlendirilmekte. Yunanistan’ın ve Kıbrıs özelinde Rumların resmî anlatıda “öteki” olarak gördüğü Türkiye ve Kıbrıs Türklerinde okullarda temel oluşturmakta ve bu öğretiler kitle iletişim araçlarına, kitaplara ve siyasal ifadelere dek yayılarak gelmektedir. Gerek Türkler ve Kıbrıs Türkleri gerek Yunanistan ve Kıbrıs Rumları (burada dört taraf da kendi içinde ikili paralellik gösterir) açısından millî kimlik ve tarih bilinci oluşturulurken toplumların birbirini doğru tanımlaması ve önyargıları, birbirlerini eksik ve yanlış tanımlamasından kaynaklanır. Kendi milletini yahut toplumunu ön plana çıkartırken diğer ulusu aşağılama ve kötüleme günümüze kadar gelen Türk-Yunan ilişkilerindeki yanlış algılamanın psikolojik alt yapısıdır. Bu kronik tanımlama aynı şekilde Kıbrıs’ta yaşananlar için de söz konusudur. Bu doğrultuda tarafların arasındaki daimî sulhun ve güvenin sağlanabilmesi için öncelikli iki grup arasında oluşan duvarın yıkılması gerekmektedir.

Bu duvarın yıkılması için atılması gereken ilk adım nitelikli eleman yetiştirilmesi olmalıdır. Bunun için de Kıbrıs’ı bilen, Kıbrıs’ta konuşulan dilleri iyi bilen kişilerin sayısında artış sağlanmalıdır. İngilizce ile de iletişim sağlanacağını söyleyecek kimseler çıkacaktır. Ancak bu doğru bir yaklaşım değildir. Nasıl ki Rum tarafındaki üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı bölümü açılmışsa, kuzeyde de Çağdaş Yunan Dili ve Edebiyatı Bölümü açılması şarttır. Bu sayede gerek Rum kesimi ile ilgili akademik çalışmalar arttırılmakla birlikte iletişimde işteş bir hal almak mümkün olacaktır.

Bir bölümün açılması ile yetinilmeli mi? Tabi ki de hayır. Çok ciddi şekilde çalışmalar yapılıp çeşitli araştırma merkezleri çoğaltılıp tarih, sosyoloji ve halk bilimi gibi bilim dallarına hâkim enstitüler açılmalıdır. Zira bugün Rum tarafının bu konudaki çalışmaları, Türk tarafını Türk’ten fazla araştırdığı bir gerçektir.

Buradaki kastım Rum tarafına gidip alışveriş yapacak kadar Rumca bilmek yahut göstermelik çeşitli üniversitelerde verilen başlangıç seviyesinde seçmeli dersler değil... Bir plan doğrultusunda, akademik çerçevede çalışmaların yapılmasından bahsediyorum. Ortaokul ve liselerdeki öğretilen dilin de ne kadar yeterli olduğu ayrı bir soru işareti. Mevcut öğretmenlerin sayısında artışa gidilip sağlam kadrolar kurulmalı. Ne yazık ki bunu yapabilecek kimseler değer görmüyor. Siyaset üstü böyle bir stratejik bir hamlenin, ada için böyle mühim bir ihtiyacın ajandalarda yer almaması akıl tutulması. Geç kalınsa da bunun bir zamana ihtiyacı olduğunu bilsem de bu boşluğun doldurulması için bir yerden başlamanın gelecek için faydalı olacağını düşünüyorum.

yucesoy-2.jpg

Kıbrıs’taki temel sorun sizce nedir?

Adanın Türk tarafındaki sorun üzerinden gitmek daha doğru olacaktır. Çünkü burada yalnız bırakılmak istenen taraf Kuzey tarafı. Gördüklerim ve deneyimlediklerim doğrultusunda diyebilirim ki çözüme ulaşabilmek için en dipteki meseleye kadar inip varoluşsal sancıları bilmek gerekir.

Mihenk taşı olan 1974 yılından sonra Kıbrıs Türkü kimliği üzerine bilhassa İngiltere’deki entelektüel Kıbrıs Türklerinde bir arayış başladı. Kıbrıslı Türk aydın kesiminin bilhassa 1980’lerden sonra sahip olduğu kimlik kaygısı aslında 1960’lardan itibaren farklılaşmaya başlamıştı. 1974’e kadar adadaki varlığının mücadelesine ilişkin oluşan kaygı zamanla tanınmaya ve farklı olduğunu ispat etmeye yönelmiştir. Bir yandan da adadaki Müslüman Türk kimlik bilincinin 1960’larda değil 1800’lü yılların sonlarından itibaren mevcut olduğunu hatırlatmakta fayda var.

Kıbrıslı Türk, Kıbrıs Türkü ya da Kıbrıslı gibi terime dayanan meseleleri tartışmanın fayda getirmediğine yıllardan beri şahit oluyoruz. Şu bir gerçektir ve herkes tarafından kabul edilmelidir: Kuzeyde bir Türk Cumhuriyeti vardır ve burada yaşayanlar Türk’tür. Alt-üst kimlik yaratmanın bugün çözümde bir fayda sağlamadığı gibi, ayrıştırma durumu da meselede söz konusu değildir. Zaten taraflar bellidir. Ayrıca Ada yaşayanları içeride Türk yahut Rum diye ayrışırken dışarıda her iki taraf da Kıbrıslı atfedilmektedir.

Kendi varoluşsal sancılarına dayanıp küllerinden yeniden doğmalı. Bu doğuş Phoneix misali değil, “Kunrul” gibi olmalı…

Her şeyden evvel bir kesim Türk demekten korkmamalı. Kıbrıs Türkü şapkadan tavşan çıkarmayı beklemektense şapkasını önüne koymalı. Yarım asırdan fazla zamandır Rum solunun yarattığı düşüncelere sığınan “entelektüel (!)” camianın Türk tarafında yarattığı siyasetten daha fazlası yaratılmalı. Kuzeyde “hümanist” Kıbrıs milliyetçileri gibi “rüzgâr nereden eserse”cilerin var olduğu kadar geleceği yaratabilecek aklıselim bir güruhun da olduğu bir hakikattir. Yoksa açıkçası bugün umuttan bahsetmek pek de mümkün olmazdı.

Peki meselenin çözümünde Kıbrıslı Türklerin sorumluluğu sizce nedir?

Psikopolitik patolojiyle büyüyen nesil etnik kimlik, travmalar, zaferler gibi algılar eşliğinde büyüdü. Bu algılar çocukluktan itibaren birtakım ritüellerle toplumların ve toplumları oluşturan bireylerin iç dünyasına yerleşir. 1974 Kıbrıs Türk Barış Harekâtı bu ülkenin bir gerçeğidir. Peki ya Rum tarafının doneleri kaybeden taraf olarak belli iken Türk tarafı kazanan mı olmuştur? Şüphesiz adanın Türklerinin en büyük kazancı bugün hayatları olmuştur. Ayşe Kıbrıs’a tatile çıkmak için gelmedi. Ayşe’nin tatil yapacak vakti de olmadı. Ayşe Kıbrıs’a eski memleketine, akrabalarına söz verildiği üzere ziyarete gelmek durumunda kaldı. Geçmişte ne olduğunu bazen unutuyoruz. Bugün ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti çok genç bir cumhuriyettir ve Türk kimliğindedir.

Ezoterik tutunmalar bırakılmalı ve suni gündemlerden uzak bir şekilde gerçekçi yaklaşıma bürünmelidir. Kemikleşen meseleye alışmak gibi bir hataya düşülmemesi gerekir. Bugüne dek Kıbrıs’ta yaşayanların işi kolayken Kıbrıs’ın zordu. Şayet şu ana kadar Kıbrıs’ın Türkü de Rum’u da kendisine ötekiler bularak sorunlarını dile getirip, bu sorunlarla varlığını sürdürdü. Mevcudiyetin öteki üzerinden yaratılmasına artık bir son verilmeli. Bir parantez de 1974 sonrasında kendine öteki arayanlara açılmalı. Kuzey’deki gelişmelere Hegel’in Efendi-Köle diyalektiği misali yaklaşanların nev’i şahsına münhasır bir meseleyi doğru okuduğunu düşünmüyorum. Öte yandan kemikleşen zihniyetin yerine yeni kuşaklara doğru aktarımlar ve anlatımlar yapılması şarttır. Başka bir yolu da ne yazık ki yoktur. Bunun tek çözümü de üretmektir.

Türkiye’de “akademi” Kıbrıs sorununa nasıl bakıyor?

Benim şahsî fikrim akademik çalışmalara poliperspektif bir şekilde bakılması gerektiği yönünde. Bunun için de sahaya inmenin, Kıbrıs’ın havasının koklanmasının gereğinin ve pragmatist yaklaşmanın şart olduğunun göz önünde bulundurulması gerekiyor. Şayet bırakalım akademisyenleri Türk halkının Kıbrıs’a dair bilgileri kısır. Sadece turizm ve üniversite özelinde bildiğimiz bir ülkeden bahsediyoruz. Bu konuda Türkiye kadar KKTC’nin de yanlışları düzeltmesi gerektiğini düşünüyorum. Yani tanınma konusundaki çabaları sadece politik olarak değil daha tabandan başlatmak gerekiyor. Belki birileri kızacak ama Kıbrıs Türkünün önce kendisini tanıyıp sonra tanıtması gerekiyor.

Türkiye’de akademisyenler Kıbrıs’a ve Kıbrıs meselesine kişisel görüşleri çerçevesinde, araştırma alanları ve siyasî düşünceleri ışığında eğiliyor. Genel manada aslında Türkiye’deki akademisyenlerin Kıbrıs meselesine ilişkin bakış açıları karmaşık ve çeşitli. Bir kısım adanın konjonktürü dahilinde çözüm arayışına giderken diğer kesim Kıbrıs meselesinin tarihî, siyasî, hukukî ve sosyal boyutlarını ele alıyor. Bütün bunlar yapılırken yukarıdaki parametreler doğrultusunda bir kesim Kıbrıs’ta Türk ve Rum halklarının birlikte varoluşunu destekleyici tarzda yaklaşırken diğer taraf kendi haklılıkları üzerinden yorumlamalarda bulunuyor. Bireysel değil toplumsal yaklaşımların daha çözüm odaklı olacağı kanaatindeyim. Zira Kıbrıs’ın meseleleri çok fazla. İncelenecek epey konu var. Tarihin mirasıyla yüzleşirken dünü araştırıp bugünden ders çıkartıp yarını inşa etmeli. Saha çok geniş. Kıbrıs’ın kendisi ada ama uğraştığı meseleler devasa…

Bu haber toplam 4436 defa okunmuştur