Kıbrıs Dünyam: Kıbrıslılık milliyetçiliğin kör noktaları (1)
Sayın Prof Niyazi Kızılyürek “Milliyetçilik Kıskacında Kıbrıs” adlı kitabını yayınlayalı aradan 20 yıldan fazla zaman geçti. Kıbrıs üzerine önemli bir akademik katkı sağlayan bu kitap klasikler arasında yerini aldı. Kitabında Kızılyürek klasik Türk ve Rum milliyetçiliğinin adanın ikiye bölünmesindeki rolünü irdeliyordu.
Buna ilaveten, son otuz yıldır Kuzey Kıbrıs, Kıbrıslılık milliyetçliği ile Türk milliyetçiliği kıskacında gidip gelmektedir. Federasyoncular ile KKTC’ciler arasında yaşanan ana kutuplaşma ekseni de Kıbrıslılık mı yoksa Türklük mü ikileminden cereyan etmektedir. Gerçekten de bu adanın zihin ve duygu dünyası Türklük ve Kıbrıslılık üzerinden iki farklı kompartmana ayrılmıştır.
Hem Annan Planı döneminde, hem de Crans Montana döneminde, net bir Hayır veren Rum tarafını görünce, Kıbrıs Sorunu ekseninde dönen Kıbrıslılık ve Türk milliyetçiliği arasında yıllardır süre gelen kutuplaşma bana hem gereksiz hem de zararlı gelmeye başlamıştır. Bu yıpratıcı, ötekileştirici ve bazı gerçekleri net biçimde görmemizi engelleyen kutuplaşma süreçleri Kıbrıslı Türklerinin genel çıkarlarıyla örtüşmediği gibi, toplumsal birlik olamamasını ve bunun sonucunda da kabile gibi yönetilmeye mahkum edilmesini doğurmaktadır.
Yazının amacı Kıbrıslılık milliyetçiliği ve Türk milliyetçiliğini yermek değildir. Esas amaç, bu süregelen kutuplaşmanın gereksiz noktalarını yapıbozuma uğratmak için Kıbrıslılık milliyetçiliğinin bazı kör noktalarını göz önüne çıkarmaktır.
Buradaki hedef Kıbrıslılık milliyetçiliğinden tamamen kurtulup Türk milliyetçiliğine zafer kazandırmak değildir. Esas hedef Kıbrıslılık ve Türk kimliklerinin çoğulcu bir yapıda ve perspektifte özümseyerek, onları daha büyük bir siyasi birliğe ve hedefe doğru yöneltmektir. Bu paradigmada merkez sağ ve merkez sol arasındaki ortak payda Kıbrıslılık ve Türklük kimliklerin reaksioner bir çırpıntısı veya dalgalanması değil ortaklaşılan bir varoluş ve demokrasi çatısıdır!
Ancak ve ancak bu iki milliyetçiliğin bizi yıllardır içine hapsettiği kıskacını aştığımızda, gerçek anlamda demokrat ve güçlü bir siyasi iradeye sahip olabiliriz. Bu içinde bulunduğumuz kıskaç hem siyasi hem de ruhsaldır. Bu kıskaçtan çıkmak için ilk önce sol mahallede dolaşan ve merkez solun da solundaki siyasi yelpazede daha yoğun bir biçimde hissedilen Kıbrıslılık Milliyetçiliğinin KÖR NOKTALARINI irdelemek istedik. Toplamda beş farklı yazıdan oluşan bu yazı dizisinin birincisi başlıyor.
Kıbrıslı Türkler tarafından yapılan “Kıbrıslılık milliyetçiliğinin” en cezbedici noktası ve de aynı zamanda en güçlü savunması, Kıbrıs Sorunu’nun milliyetçiler veya faşistler tarafından yaratıldığı, dolayısıyla da bu Sorunu’nun çözümünü de milliyetçi olmayıp da “Kıbrıslılık” kimliğini taşıyan, Kıbrıs coğrafyasını “ortak yurt” olarak benimsemiş bir halk tarafından çözüleceğini öngörmesidir. Buradaki “halk” kavramı aslında Kıbrıs’ın bölünmüş olan iki yarısındaki “Federalistlerin” (veya “Barışçıların”) ortaklaşa yürüttükleri mücadeleye tekabül eder. Buradaki “halk” elbette çözüme “hayır” diyen insanları kapsamaMAktadır. Kıbrıslı milliyetçilerine göre bu bir anti-demokratik dışlama sayılmaz çünkü ne de olsa çözüm karşıtları statükocudurlar ve Birleşik Federal Kıbrıs’ın (ortak yurdun) yaratılmasına engel olan unsurlar arasındadırlar!
Kıbrıslılık Milliyetçiliğin hem liberal hem de humanist düşünce tarzına büründüğü en duygusal nokta şu sorudan oluşur:
“Bunca ölüler vermiş, yıkımlar yaşamış ve acılar çekmiş iki farklı toplum (Rumlar ve Türkler) neden yeniden bir araya gelip birlikte yaşayamasınlar ve de Kıbrıslılar olarak birlikte bu adayı yönetemesinler?”
Kıbrıslılık milliyetçiliğinin birçok insanı duygusal açıdan yakaladığı nokta tam da burasıdır. Bu paradigmada Federal çözümü savunmak bu güzel adada insanlığa ve barışa hizmet etmekle eş değerdir. Dolayısıyla, bu paradigmadan baktığınızda Klasik Türk milliyetçiliği ile Rum milliyetçiliği (ve her milliyetçilik) insanlığa ve barışa uzanan siyasi yolda en zararlı engellerdir.
Bu yazılanların hepsi çok güzel ve cezbedicidir. Siyasi doğruculuk açısından hepsi de çok değerlidir. Ancak eğer biraz Güney’in siyasi yapısını ve Kıbrıslı Türklere karşı göstermelik değil de gerçekte olan algılarını biraz farkederseniz durumlar değişir. Daha önemlisi Rum toplumunun bir kesimi için Federal antlaşma “Türk işgalinin masa üzerindeki zaferi” olarak nitelendirilir. Dolayısıyla, Kuzeydeki çözümcülerin 1974 Barış Harekatının (Rumlara göre istisnasız “işgal”) akabinine sağladığı Federasyon antlaşması üzerinden döndürülen “çözüm ve barış mücadelesi” mistifikasyonunu kritik ve rasyonel bir akılla irdelemek durumundayız.
Şunu ifade etmek gerekir ki; yakın tarihte iki kez Türk tarafının evetine karşı Rum tarafının kesin hayır cevabı karşısında Kıbrıslılık milliyetçiliği bariz bir çıkmazın ve dar bir kıskacın içine girmiştir. Kıbrıslılık milliyetçiliği bu krizden evrensel humanist değerlere başvurarak bu sorunu aşmaya çalışmaktadır. İşin aslı şu ki bu kriz aşılmamaktadır! Kriz sadece kısa devre yapılarak bypass edilmektedir.
Bu krizi aşmak için kullanılan bypass’ın adı “RUM TARAFI HAYIR DESE BİLE, BİZ İKİ TARAFIN ÇÖZÜMCÜLERİ, İKİ TARAFIN ÇÖZÜM KARŞITLARINA KARŞI BİRLEŞİP ÇÖZÜM YAPMALIYIZ!” düsturudur. Yazının başında da ifade ettiğim gibi bu şiar aynı zamanda Kıbrıslılık Milliyetçiliğin de önemli KÖR NOKTALARINDAN biridir.
Kıbrıslı Milliyetçiliği paradigmasından olaylara baktığınızda tarihin cilveleri Federasyon’dan yana olmasa bile, ilerleme kaydetmiyor gibi görünse de, yapılması gereken en temel siyasi hareket iç politikada BAŞ ÖTEKİ olan klasik Türk milliyetçilerine (bazen Faşistlere de denir) karşı siyaset ve onur mücadelesi yürütmektir.
Peki bu kör nokta nasıl gelişir? Veya Rum tarafının siyasal eşitliği dahi kabul etmediği ortadayken, Kıbrıslı milliyetçilerinin “Kıbrısın Tüm Çözümcüleri Federasyonda Birleşiniz!” şiarına nasıl olur da kendi kendilerini inandırmayı başarabiliyorlar?
Geçmişinde ve yerelinde Rum ile Türk olarak katı biçimde ETNİK ÇATIŞMA ve AYRIŞIM (Türk ve Rum) yaşamış bir coğrafyanın üzerine bir de İDEOLOJİK sağ ve sol AYRIMINI da eklerseniz işler daha da karmaşıklaşabilir. İdeolojik sağcılık ve solculuk yelpazesi insana dünyayı belli bir kalıpta ALGILAMA ve GÖREBİLME yetisini sağlar. Nasıl televizyonunun karşısında belli kanalları görebilmeniz için dama ÇANAK ANTEN taktırmanız gerekiyorsa, kendisini siyasi arenade sağ ve sol diye adlandıran partilerin arasındaki rekabetin içeriğini ALGILAYABİLMEK için de gözünüze SOL-SAĞ YELPAZESİ GÖZLÜĞÜNÜ takmanız gerekmektedir.
Kıbrıs Sorunu ekseninde yani TÜRK-RUM SİYASİ KUTUPLAŞMASI ekseninde olaylara baktığınızda, kuzeyin ve güneyin İÇ SİYASETİNDE yer alan İDEOLOJİK sol-sağ kutuplaşması arka plana çekilir. Çünkü daha önemli ve VAROLUŞSAL bir ayrışma olan Türk-Rum kutuplaşması ön plana çıkmış olur. Bu kutuplaşma Kıbrıslı Türklerin yakın tarihinde yaşanan etnik çatışmanın, bölünmenin ve hatta azınlığa düşürülüp yok edilme korkusunun süreklilik gösterdiği ÇOK AĞIR bir mirastır. Yani Kıbrıs Sorunu eksenli TÜRK-RUM kutuplaşmasını temel alarak iç siyasetteki ana akım sol ve ana akım sağ partilerin pozisyonlarına bakacak olursak şu iki hususu görürüz:
- Türk solu ve Türk sağı asla Rum tarafının azınlığı olmayı kabul etmez. Hatta Türk sağı için siyasal eşitliğe dayalı bir Federasyon dahi, Kıbrıslı Türkler açısından güvenli sular teşkil etmemektedir.
- Türk solu ve Türk sağı Türkiye’nin garantörlük hakkının kesinlikle devam etmesini ister. Hatta Türk sağı olası bir çözümde adada geriye kalacak olan 650 Türk askeri ile yola devam edilmesini yeterli bulmaz. Türk sağı 30 bin kişilik Türk ordusunun adadaki fiziki varlığınını devam etmesi gerektiğini savunur.
Görüldüğü üzere TÜRK ve RUM KUTUPLAŞMASI üzerine kurulu Kıbrıs Sorununda ana akım sağın ve ana akım solun ORTAKLAŞA davranabildikleri pozisyonları vardır. Ancak ana akım sol Federasyonu ve ana akım sağ da KKTC’nin devamını savunduğu için İÇ SİYASETTE yaşanan her seçimde iki kesim birbirleriyle çok büyük bir rekabet ve kutuplaşma içerisine girerler.
Aşırı sağ çevreler tarafından Federasyonculuk “Rumseverlik” olarak tanımlanırken, sol tarafından aşırı sağcıların bu gibi ötekileştirme girişimlerini “faşistlik” olarak nitelendirilir. Bu iki kamp, iç siyasette ortak tarihsel düşmanları olan Rum yönetimine karşı bir birliktelik sergilemeseler de, uluslararası arenadaki Kıbrıs Sorununun çözümü noktasındaki benzerlikleri (azınlık olmamak ve garantiler) görmezden gelinmeyecek seviyelerdedir.
Uluslararası arenada ve Kıbrıs Sorunu ekseninde cereyan eden Türk ve Rum Kutuplaşması GÖZLÜĞÜNÜ çıkarıp, sadece ve sadece ideolojik-kimliksel sol ve sağ GÖZLÜĞÜNÜ takarsak esas uçurumun Kıbrıs Türk Solu (KIBRISLI kimliğine dayanan Federalistler) ile Kıbrıs Türk Sağı (TÜRK kimliğine dayanan KKTC’ciler) arasındaymış GİBİ GÖRÜNÜR!
Bahsi geçen SOL-SAĞ kimlik kutuplaşması yelpazesinde merkez solun da daha sol tarafındaysanız daha yoğun ve katıksız bir Kıbrıslı Milliyetçiliği kimliği ile yaşıyorsunuz demektir. Yani merkez solun daha da solundaysanız, Kıbrıs Türk Solu ile Kıbrıs Rum Solu arasındaki farkın büyük bir uçurum değil de, bir birine yakın bir mesafede yer aldığını ZANNEDERSİNİZ. Bu pencereden baktığınızda Kıbrıs Türk Solu (Federalistleri) ile Kıbrıs Rum Solu (Federalistleri) arasındaki mesafenin, Kıbrıs Türk sağı (Türk milliyetçiliği) ile Kıbrıs Türk solu (Kıbrıslılık Milliyetçiliği) arasındaki mesafeye nazaran daha yakın durduğunu ZANNEDEBİLİRSİNİZ.
Bunları net bir şekilde söyleyebiliyorum çünkü Kıbrıs Türk Solu ile Kıbrıs Rum Solunun (İki tarafın çözümcülerinin) Kıbrıs Sorunu’nun çözümüne dair nereye kadar ilerleyebildiklerini Talat ve Hristofias’ın cumhurbaşkanlığı yaptıkları dönemde bizzat tanık olmuştuk. Hatta Talat’ın 2010 yılı CB seçimleri öncesinde “müzakerelerde çok ilerlemeler kaydettik, çözüme çok yaklaştık, söyle Hristofias öyle değil mi?” Sorusuna Hristofias “yoo hiçbir ilerleme yoktur” cevabını vermişti. Hangisidir bilmem ama ikisinden birinin yalan söylediği aşikârdır.
Kıbrıslılık milliyetçiliğin ve onun “RUM TARAFI HAYIR DESE BİLE, BİZ İKİ TARAFIN ÇÖZÜMCÜLERİ, İKİ TARAFIN ÇÖZÜM KARŞITLARINA KARŞI BİRLEŞİP ÇÖZÜM YAPMALIYIZ!” düsturunun bundan daha büyük yaşayabileceği bir kriz var mıdır?
Talat ve Hristofias’ın fiyaskoyla biten müzakere sürecini bir kenera bırakalım. Kıbrıslı Türklerin en az yüzde 80’lik bir kesimi garantilerin devamını istiyor. Akıncı ve Erhürman garantilerin kırmızı çizgi olduğunu kaç kez belirttiler. Bunun sebebi ise Rum siyasi çoğunluğun Kıbrıslı Türklere yarattığı dramatik 1963 travmalar silsilesidir. Rum tarafının çözümcüleri (AKEL dahil) ise Kıbrıs Sorunu’nun çözümünü sıfır asker ve sıfır garanti üzerinden okumaktadırlar. Bu konuda ısrar etmelerinin sebebi ise 1974 yılında Türkiye’nin askeri müdahalesi sonucunda yaşadıkları dramatik travmalardır.
Bir rum kendi iç siyasetinde istediği kadar solcu olsun. Kıbrıs Sorunu konu olupta RUM-TÜRK kutuplaşması eksenine girilince, rum solcusu elbette ki üyesi olduğu Rum toplumunun benliğinde hissetiği kollektif travmlarını önceliğe alıp kendi Rum toplumunun çıkarlarını savunacaktır. Aynı şekilde bir Türk kendi iç siyasetinde istediği kadar solcu olsun, Kıbrıs Sorunu konu olunca ve RUM-TÜRK kutuplaşması eksenine girince, Türk solcusu elbette ki üyesi olduğu Türk toplumunun benliğinde hissetiği kollektif travmlarını öncelikli tutup Türk toplumunun çıkarlarını savunacaktır.
Dolayısıyla, ve özellikle de 2003-2020 yılları arasında yaşanan müzakere süreçlerini yakından inceleyip baz alırsak, Kıbrıslılık Milliyetçiliğinin vurguladığı “İKİ TARAFIN ÇÖZÜMCÜLERİ FEDERAL ÇÖZÜMDE BULUŞMALILAR” şiarının geniş toplumsal temelleri bulunmayan bir siyasi kimlik projesi olduğunu söyleyebiliriz.
İkinci yazı dizisinde de bu kör noktayı farklı açılardan irdelemeye çalışacağız.