1. YAZARLAR

  2. Serhat İncirli

  3. Kıbrıs filminin sonunda bir tek biz ölmüşüz!
Serhat İncirli

Serhat İncirli

Kıbrıs filminin sonunda bir tek biz ölmüşüz!

A+A-

İlk defa yayınlanan TMT belgeleri...
1955 – 1974 döneminin saklı tarihi...
Bir sır adam – İlter Kırmızı...
Güven Uludağ, Koral Özkoraltay ve Osman Yağız Kırmızı’nın yazdığı, hazırladığı, derlediği bu kitabın neredeyse sonuna geldim...

-*-*-

İlter beyin anlattıklarından ve belgelediklerinden yola çıkarsak, TMT döneminin bir analizini yapmak çok zor olmaz...
Kitabı okurken bazı notlar aldım...
Bugün, o notları veya saptamaları sizlerle paylaşmak istiyorum.

-*-*-

TMT, “bu günler” için mücadele etmedi...
Yani, içinde olduğumuz gerçekten son derece iğrenç günler, TMT’cilerin hedefi değildi...
Örneğin TMT’ciler, bu ülkede tek bir Kıbrıslı kalmasın derdinde değildi... Tam tersine, yeminleri, toplumun varlığını korumaktı... Koruyamadılar... 

-*-*-

Hatta ilginçtir, Lefkoşa’da örgütlü bazı silahlı birimler, başlarına Türkiyeli komutan dahi istemiyordu... 
Sonra “Kıbrıs kökenli” biri atanmıştı ve mutlu olmuşlardı...
Şu anda Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bakanlar kurulunu Türkiye’den gelen komutanları geçtim, tek bir kişi yönetiyor hem de gayet rahat ve doğrudan...

-*-*-

TMT döneminde var olan bir çok usulsüzlük, yolsuzluk ya da kişiselleştirme halen devam ediyor... Örneğin, dıştan her hangi bir şey almanın sınırlı, yasak, imkansız olduğu dönemde bazı ayrıcalıklı kişilerin dilediklerini Rum tarafından satın alabilmesi... Tanıdığa, ahbaba, silahlı adamlara sınırlı da olsa bazı ihalelerin verilmesi...

-*-*-

Bize öğretilen çok adi bir yalan var... “Kıbrıs’ta görev yapan Barış Gücü veya İngiliz askerleri hep aleyhimize çalıştı... Bizi korumadılar” denir...
Oysa bu kitapta belgeleniyor ki, onlarca BM Barış Gücü askeri, neredeyse Ada’nın dört bir yanına silah sevkiyatında ve bilimum acil ihtiyaçların gizlice götürülmesinde gönüllü ya da profesyonel çok önemli rol oynadı... 
Hatta, TMT tarihinde ilk ve tek gerçek madalya bu askerlerden birine verildi... 

-*-*-

Propaganda yani yalan her zaman topluma hakimdi... Hala öyle... Hiç bir şey değişmedi... 
Bayraktar Camisi’nin bombalanması, Türkiye’yi Ada’ya çekmek içindi, bunu daha önce de öğrenmiştik, bu kitapta belgelendi bence...
Küçük Kaymaklı’nın aynı maksatla terk edildiği ve bir yığın insanın boşuna öldüğü de bence bu kitapla artık belgelidir... 
Ne acıdır, 5 bin nüfuslu bir yerleşim birimini, Samson komutasındaki 20 çapulcuya teslim etmişiz... 
Neden?
Anavatan gelsin ve bizi kurtarsın diye!

-*-*-

Banyo katliamı... 
“Kim yaptı?”nın yanıtı bu kitapta da yok... 
Ama “yapıldıktan sonra hangi amaçla kullanıldığı gayet iyi biliniyor artık...”
Ölü çocukları toplayıp propaganda yapmak amacıyla mizansen hazırlamak, öldürmekten daha büyük suçtur bence...
Ve öyle yaptılar...
Ölü çocukları kucaklarına alıp anneleriyle birlikte küvete koyup fotoğrafladılar...
Kemikleriniz çürüsün, olduğunuz yerde eğer varsa öyle bir şey, umarım ters dönersiniz...

-*-*-

Ayhan Hikmet ve Muzaffer gürkan’ı kim öldürdü?
Bu sorunun da yanıtı yok...
Ama neden öldürüldüklerini çok iyi biliyoruz... 
Belgeli...
“Kıbrıs Cumhuriyeti devam etmesin diye... Yıkılsın diye...”

-*-*-

Efendim Kıbrıs Cumhuriyeti’ni biz yıkmadık!
Hayır, biz, ya da bizim bazı etkililerimiz, o cumhuriyetin yıkılması veya bizim o cumhuriyeti terk etmemiz için çok çaba harcamıştır...
Kimse bana artık, “kovulduk, atılar bizi” demesin...

-*-*-

Bu kitapta bir kez daha belgelenen veya bir kez daha net öğrendiğimiz çok önemli konulardan bir tanesi de, bir çok kötülüğün karşılıklı olduğudur... 
Yani “Türk tarafı masum değildi...”
Acı bir gerçektir bence bu...

-*-*-

Ve milliyetçilik, faşizm bu ülkenin felaketinin tek sebebidir...
Bizimkiler, Türkiye’yi Ada’ya getirsin diye çırpındı çırpındı, Erenköy ve Geçitkale’de uçaklar geldi, birinde bombaladı, ötekisinde ürküttü ve gitti...
Ancak, Türkiye’yi Ada’ya getirmek, bizim faşistlere değil, ne ilginçtir, Elen faşistlere nasip oldu...
O geri zekalıların 15 Temmuz darbesi, Türkiye’nin ekmeğine hem yağ hem bal sürdü, bir geldi, bir daha da gitmedi...

-*-*-

Başka ne var bu kitapta? 
Mesela, toplumlararası çatışmaları ilk başlatan kimdir?
Bu sorunun da yanıtı bence net...
Kesinlikle biz başlattık...
Gidip İngiliz’e polis olduk ve EOKA’cılara her şekilde “İngiliz” üniforması ile kötülük yapmayı büyük bir maharet saydık... 
Onlar “bir hedef” belirleyip savaştı, biz, başkaları hedef belirleyinceye kadar İngilize uşaklık ettik... 
İşbirlikçilik yaptık... 
İlk katliam da bize ait...

-*-*-

Ve Mağusa’daki bir cinayet olayı örneği var...
Biz vurduk, yanılmıyorsam üç kişiyi öldürdük; akabinde yollardan 14 Türk kayboldu... 
Sonuç?

-*-*-

Türk ve Elen milliyetçiliği adına, İngilizler ve Amerika’nın çıkarına, sözde “haklı dava” uğruna, kendimiz ettik, kendimiz bulduk ve bugünkü durum bir sonuçsa, kesinlikle kaybettik!
Her açıdan yenilmiş durumdayız!
Çünkü TMT’nin korumaya – yaşatmaya yemin ettiği Kıbrıs Türk toplumu, artık yoktur!
Ve daha da acısı, Kıbrıs kıyametinde yer alan tüm aktörleri tek tek ele alacak olursak, filmin sonunda ölen bir tek Kıbrıslı Türk toplumudur!


İyi ki varsınız olân!

Son bir buçuk ay içerisinde önce Mahmut Anayasa – Zalihe Susuzlu eseri olan Gatriyaba’yı ardından da Cumartesi akşamı, Salahi Döşemeci’nin uyarlayıp yönettiği, FOGEM tarafından sahneleştirilen Alikko’ynan Caher’i izledim... 

-*-*-

Annem ve babamla 1974’ün hemen sonrasıydı, Türkiye’ye tatile gitmiştik...
Yeşilada feribotuyla...
Babamın 1973 model Audi’si vardı...
Arka kısmına bomba düşmüştü, tamir edilmişti...

-*-*-

Antalya – Mersin sahillerinde, zaman zaman yol kenarında durur, Bayrak Radyosu’ndan Alikko’ynan Caher’i dinlerdik...
Ne keyifti...

-*-*-

Alikko, Kemal Tunç’tu... 
Hayatta değil büyük usta...
Allah rahmet eylesin... 
Ama Caher, Osman Balıkçıoğlu’ydu... 
Londra’da hala tiyatro aşkını sürdürüyor...
O da, Cumartesi AKM’deydi...
Oyun bitti, çıktı sahneye konuşmasını yaptı...
Oyunculara teşekkür etti, hepsini tek tek yanaklarından öptü...
Tunç’un kızlarını ve kendinden önceki Caher olan bir diğer değerimiz Yücel Köseoğlu’nun oğlu Kürşat’ı sahneye davet etti...

-*-*-

Ve biz Gatriyaba’da, Alikko’ynan Caher’de, “Kıbrıslılığımızı” hatırladık, yaşadık...
Emeği geçen herkesi çok seviyoruz... 

guidetti.jpg

"Bu ülke (Türkiye) bana saha içinde bir kariyer, saha dışında çok mutlu bir hayat hediye etti. Bundan sonra Filenin Sultanları'nı iyi bir taraftar olarak gururla takip edeceğim. Bu ülkenin güçlü kadınlarının her zaman en iyisini yapacağını biliyorum” dedi Giovanni Guidetti ve Türkiye Kadın Voleybol Milli Takımı Baş Antrenörlük görevine veda etti... Biz de seni çok sevdik... Hep heyecanla izledik... Grazie Signore Guidetti...

Bu yazı toplam 3718 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar