1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Kıbrıs Gezegeni
Kıbrıs Gezegeni

Kıbrıs Gezegeni

İnsan okuyup sosyalizmde hakikati görerek solcu olmaz. Önce solcu olur, sonra okur. Bazen hiç okumaz.

A+A-

ulas-gokce-012.jpg

Ulaş Gökçe

İnsan dünyayı bir dünya görüşüyle anlar. Dünya görüşü ise bir algılar bütünü üzerinde temellenir. Algı bir hissiyat alanıdır.  İnsan okuyup sosyalizmde hakikati görerek solcu olmaz. Önce solcu olur, sonra okur. Bazen hiç okumaz. Bazılarının okumaya ihtiyacı bile yoktur. İnsan hisseder, karşındakini anlar, yardım etmek ister, duyarsız kalamaz, gözünü yumup geçemez, susamaz, adalet ister, adalet arar, başkaları için fedakârlık yapmak ister. Böyle solcu olur. Solcu olur sonra dünya görüşü kazanır. Bu görüşten bakarak dünyayı anlar. Anladığını anlatır, anladığı için mücadele eder, yaşar ve ölür. Solcu böyle olur, sağcı böyle olur. Aşk da böyledir. Önce algılar insan… Marx’ın “Bilinci belirleyen maddedir” lafı elbette doğrudur. Önce algımızı, görüşümüzü, sonra da anlayışımızı oluşturan şeylerin maddi tetikleyici vardır. İçine doğduğumuz dünya, daha doğrusu bu dünyanın bir bölümü bilincimizi belirler. Dağları, denizleri, ovaları, iklimi, bitki örtüsü ve mahlukatı, insanları, yani tüm taştan, sudan, topraktan ve kandan olanları bizi yoğurur.

Kültürel Antropoloji’nin disiplinleri olan Psikolojik Antropoloji ve etnopsikoloji bireyin ve toplumların psikolojisini inceler. Bizim bu alanlarda bir iddiamız yok. Amatör olarak tahlilci, profesyonel olarak adalıyız. Bu yorum yapmak için yeterli.

AYRI BİR DÜNYA; ADA

Rize’den doğuya azcık gittin mi yakınlarda Gürcistan olduğunu anlarsın. Gürcistan daha orada başlar. Ermenistan da orada başlar. Karalar bitmez. Birbirine ulanır. İnsanlar, coğrafyayla, kültürle, dille. İsviçre’den çıkmadan başlar İtalya, Fransa, Almanya. Bölgeler dille bağlanır başka yerlere. Rusya’nın batısında başlar Ukrayna, Belarus, Polonya. Doğusunda Çin başlar. Ülke bitmez ama dil ve kültür başlar. Birbirine eklenen kültürler denize kadar devam eder. Portekiz’de başlayan bir dünya değişe değişe, benzeşe benzeşe Güney Kore’ye kadar gider. Orada durur. Orada başka bir gezegen başlar: Japonya. Japonya adadır. Denizin karşı kıyısıdır, başka bir gezegendir. Adalar böyledir. Sınırlar siyasi olarak vardır. Kültürler sınırdan önce ve sonra vardır. Adadan ayrılan bir uçağa biner, bir gemiye biner, epeyce uzun süre yol alır ve bir yere varınca her şeyiyle farklı bir gezegene geldiğini hisseder. Her ayrılan adalı ilk bunu hisseder. Uzun süre sonra yeniden ayrılınca yine bunu hisseder. Çünkü ada bir gezegendir. On binlerce kilometre değişe değişe tekrarlanan bir kültür değil karadan kopuk bir yerdir ada. O ayrı bir dünyadır. Bakmayın anakarayla ortak diline. O ayrıdır. Karadan uzaktır. İstanbul’da otururken Berlin’i hissedersin. Kıbrıs’ta Berlin’i hissedemezsin. Arada denizler vardır. İnsanlar on binlerce yıl suların yanında yaşayıp yüzmeyi öğrenmediler. Suyu geçmeyi çoğu aklına getirmedi. Okyanusu geçen de oldu ama çoğunluk suya ayağını bile sokmadı.

“EN BÜYÜK DERE”

Su adaları karalardan ayırdı, insanlarını izole etti. Tüm adalar kendilerine hastırlar. Japonya, Britanya, Malta, Sicilya, Korsika, Madagaskar böyledir.

Yıllar önce duymuştum. Bir Yeşilırmaklı, Limnidili bölgenin deresine “Dünyanın en büyük deresi” demişti. Dereler büyüyünce çay, sonra nehir olurlar. Adada dere büyür, büyür ve dev bir dere kalır. Deredir ama dev gibidir, dünyanın en büyüğüdür. Aslında Limnidili haklıdır. Bu dere onun için dünyanın en büyük deresidir. Çünkü o ne dünyayı, ne de başka bir dereyi, nehri görmüştür. Bu nedenle en büyük nehir gördüğüdür. Adalıların kendi boyutları vardır. “Ülkenin bir başından bir sonuna gittim” dediğinde eskiden 20 saat at sürmüş, şimdi 4 saat araba sürmüş demektir.

Mağusa’da Belediye binasından 40 metre ileride şehir bitiyordu eskiden. Şimdi de bitiyor. Ancak eskiden bu şehrin bir devamı olduğunu, bu şehrin devamında ülkemizin devamı olduğunu hissetmiyorduk. 74 yılında doğanlar 43 yaşında. Yani ülkenin çoğunluğu bu dar alan hissiyle doğdu. Ülke birleşik olduğunda da küçüktü. Ada küçük. Küçük olunca algının boyutu da tevazua bürünüyor. Adalı gezegeninden çıktı mı algısı sonsuz genişler. O artık dereyi de bilir, nehri de görmüştür.

Küçük veya büyük tüm adalar düşmandan korkarlar. Denizin ortasında bir ada, büyük devletlerin geçiş yollarının ortasında bir ada herkesi rahatsız eder. O nedenle adalar her zaman saldırıya maruz kalırlar. Adada nüfus çok büyüyemez. Karadakiler kabilelerine kabile katarlar, dindaşlarıyla birleşirler, büyürler büyürler… Adalıların sayısı her zaman azdır. Bu kadar saldırı olunca adalılar yabancıları sevmez olurlar. Korsikalılar, Sicilyalılar, Giritliler sevmez yabancıları. Kıbrıslılar da pek sevmezler. Turisti severler. Eğer bir turist hellimi seviyorsa onu göklere çıkarırlar. Yabancı bir komşuyu da severler. Ama yabancı komşu eski köye yeni adet getirirse sevmezler. Anakaradakiler ister istemez değişirler. Savaşırken, ticaret yaparken, din münasebetiyle yabancıları tanırlar. Kara akışkandır. Bir uçtan bir uca kültür, dil, insanlar akar, yer değiştirir, değişir ve değiştirir. Adada bir köyden bir köye göç bile bir olaydı eskiden. Bu adalının genlerine işlemiştir. Tutucudur. Düşmana karşı tutucu olmak zorundadır. Biri gelip İslam’ı yaymak ister, biri gelir Ortodoks’u Katolik yapmak ister.  Hayatta kalmak için tek bildiğin kimliğine sarılmaktır. Bazı ülkelerin köyleri arasında yüzlerce kilometre olur. Bu köylerin insanları da böyledir.

ADALARDA DETAY

Dünyadan izole olmak sadece tutuculuğu getirmez. Adalılar aynı zamanda kendi küçük dünyalarının aynı küçüklükteki detaylarıyla meşguldürler. Ülke genişledikçe, yani gidilecek yol uzadıkça, kaçacak yer bollaştıkça gözün, yani algının perspektifi genişliyor. Minnacık bir odada her şeyin yeri belli, her şey tanıdıktır. Kocaman bir odada insan kendi bile kaybolur. Adalarda dikkat detaya yoğunlaşmıştır. Yoğunlaşmayı bozacak genişlik ve derinlik yoktur. Hayat küçük detaylardan oluşur adalarda. Sorunlar küçük, başarılar küçüktür.

İnsan rahatlığa kolay alışıyor. Hapisteki yaşamada da alışıyor insan ama konfora çok kolay alışıyor, çünkü seviyor konforu. Konfor, yani rahatlık, belki bununla birlikte rehavet adalara hastır. Yerleşim birimleri yakın, ülke küçük, nüfus azdır. Bu rahatlıktır. Her gün Lefkoşa’dan Mağusa’ya gelmek işkencedir. Saatler yolda geçmektedir adalıya göre. Ama Kıbrıs’ta zaman çok önemli değildir. Kıbrıs’taki bir dakika, Fransa’daki 1 saniyeye tekabül eder. Zaman, rahata bolca harcanacak kadar değersiz, yolda iki saat harcanamayacak değerlidir.

KIYASLAYAMAMA NOKSANLIĞI

Adalılar duygusal olurlar. Çünkü henüz büyük dünyanın kötülüklerini tam olarak bilmezler. Küçük dünyada yapılan bir kötülük hayat boyu yapanın alnına damga olur. Kötülük azdır bu yüzden. İyilik vardır çokça. Ama bolca iyilik maraz getirir. Sürekli rahat ve iyilik dolu olması hayatı anlamsızlaştırır. Adalılar çoğu zaman melankoliye kapılırlar bu nedenle.

Adalılar, sadece derelerini büyük nehirlerle kıyaslama imkanından yoksun değiller. Aynı zamanda kültürlerini de kıyaslama fırsatı bulamadıklarından kendilerini, dillerini, kültürlerini eşsiz ve üstün sayarlar. On binlerce yıllık anakaradan uzaklık ve izolasyon bunu öğretmiştir onlara. Bu nedenle kendilerini, yemeklerini, kültürlerini, içkilerini eşsiz, gelinebilecek son nokta görürler genelde. Japonya’da dünyanın en temiz şartlarında, 3 yıl boyunca her gün masaja tabi olan hayvanın etini severek yer. Ama burnunda kebabı tüter. Az yanmış bir et, kuyruk yağı…Burnunda tüter ama aklındaki tek şey o kebabın yerini herhangi bir etin tutmayacağıdır.  

Bir gezegen olarak adamız güzeldir. İnsanımız da güzeldir. Bu özellikleriyle birlikte ne başka halklardan üstün, ne başkalarından aşağıdadırlar. Nasılsalar öyledirler. Sevdiğimizi neden severiz? Ne kaşı, ne gözü, ne burnu, ne sözleri için. Severiz çünkü severiz. Severiz çünkü bizdendir, bize yakındır.

Bu haber toplam 3380 defa okunmuştur
Etiketler :
Adres Kıbrıs 304 Sayısı

Adres Kıbrıs 304 Sayısı