1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Kıbrıs Görüşmeleri: “Eskisi Yenisi”
Kıbrıs Görüşmeleri: “Eskisi Yenisi”

Kıbrıs Görüşmeleri: “Eskisi Yenisi”

beklenen bir şekilde karşı tarafın bu “öneriler”e hayır diyerek masadan kalktığı veya görüşmelerin sonuçsuz kalması Kıbrıs müzakereleri denilen görüşmelerin değişmeyen, hatta ve hatta tarih dışı bir konumda olduğunu mu ifade ediyor?

A+A-

Hakan Karahasan
[email protected]

 

Cenevre’de bir kere daha başarısızlıkla sonuçlanan “gayriresmî” görüşmeler, aslında büyük bir çoğunluğu şaşırtmadığı hâlde, psikolojik etki açısından büyük bir ağırlık yaptı denilebilir. Peki, toplumun önemli bir kısmının hemen hemen hiçbir beklentisi olmadığı hâlde, bu sorun nereden kaynaklanıyor? Buna cevap vermezden önce, kısa da olsa, bildiğimiz bazı bilgilerin hatırlatılmasında fayda olacağı kanısındayım, o da şu: Kıbrıs müzakere sürecinde yeni olarak üretilen tezlerden çok geçmiş sürekli olarak yeniden tezahür ediyor. Ve bu tezlerin, neredeyse, noktasına virgülüne hâlâ dokunulmadı. Cenevre’de sunulan önerilere bakıldığında, belki en önemli yeniliğin, sunulan altıncı madde olduğu iddia edilebilir. Onun dışındaki önerilerin özüne bakıldığında, geçen yıllar boyunca aynı düşüncenin bir(er) yansıması olduğunu/olduklarını görebilmek için kısa bir arşiv taraması yeterli.

Bilindiği üzere, Kıbrıs müzakereleri denilen görüşme süreci, yarım asırdan uzun bir süredir devam ediyor. Bu devamlılıktaki belki de en tutarlı nokta, tarafların maksimalist tutum konusunda ısrarcı olup, iplerin kopmasından sonra, kopan yerden başlamak istemeleri ve diğer tarafın artık “yeni parametreler”de ısrar etmesi sayesinde hiçbir kazanım elde edilememesi olduğu söylenebilir. Daha Önceleri Neredeydiniz? adlı çalışmasında bu süreci özetleyen Niyazi Kızılyürek, Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın “büyük bir başarı öyküsü” olarak ortaya koymuş olduğu düşüncenin yeni değil, son derece köklü bir geçmişi olduğunu, belgelerle ta 2009 yılında aktarmış durumda. En sondan başlayacak olursak, konfederasyon ve eşit egemenlik gibi kavramların 2021’de değil, bundan yıllar önce (1998 yılında) Rauf Denktaş tarafından ortaya konduğu, geliştirildiği ve deyim yerindeyse, bugünkü kıvamına getirdiğini Kıbrıs tarihini inceleyenler rahatlıkla görebilecektir. Bir tarafın, diğer tarafın hayır diyeceği kesin olan “öneriler”i masaya getirdiği; beklenen bir şekilde karşı tarafın bu “öneriler”e hayır diyerek masadan kalktığı veya görüşmelerin sonuçsuz kalması Kıbrıs müzakereleri denilen görüşmelerin değişmeyen, hatta ve hatta tarih dışı bir konumda olduğunu mu ifade ediyor?

“Kıbrıs Sorunu”nun tarih dışı olup olmadığı sorusunu şimdilik bir kenara bırakacak olursak, “sürdürülen müzakerelerin” uzun bir süredir aslında mevcut statükoyu korumak, sağlamlaştırmak adına yapıldığı iddia edebilir mi? Her ne kadar bazı dönemler, değişik tarafların statükonun sürdürülemez olduğunu dile getirseler de mevcut statükonun tutarlılığı, tarafların, şu anki pozisyonlarında ciddi değişiklik yapmak istememeleri, cesaret edememeleri, istememelerinden belli oluyor. Sürekli olarak bir tarafın “evet” dediğine diğer tarafın “hayır” demesi, dağılan masaya belli bir süre sonra oturulduğunda ise, bir tarafın diğer tarafın “kırmızıçizgileri”ni kabul ettiğini söylemesi lakin diğer tarafın “artık çok geç” diyerek “yeni parametreler”den söz etmesi... Ne kadar tanıdık değil mi? İşte 2009 yılındaki kısa ama hacimli kitabında bunun tarihini özetliyor Niyazi Kızılyürek.

Peki bu durum neden önemli? Mevcut durumun diplomatik bir zafer olup olmadığı tartışıladursun, sunulan “öneriler”in ne kadar yeni olduğu ciddi şekilde tartışma götürüyor. 1977 yılında yapılan önerilere bakıldığında, Birinci Viyana Görüşmesi’nden bir alıntı durumu daha açık bir şekilde ortaya koymakta. Buna göre:

“Bugün, adları ne olursa olsun, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin iki ayrı bölgesinde etkin kontrol icra eden, biri Kıbrıs Türk Yönetimi, diğeri de Kıbrıs Rum Yönetimi olmak üzere iki ayrı ve farklı yönetim vardır. Bu iki ayrı, farklı ve eşit yönetim, bugün Kıbrıs'ta kendi bölgelerinde Cumhuriyet'in bütün yetkilerini icra etmektedir. Hareket noktamız da Federal Hükümete mevcut Yönetimlerin hangi yetkileri devredeceği konusu olmalıdır. Bu, şu anlama gelmektedir: bütün Yetki ve Fonksiyonları icra eden ve Devletlere (Federe NK) hangi yetki ve fonksiyonları vereceğini konuşacağımız bir Merkezi Hükümetin varlığından hareket etmiyoruz. Tam tersine, kendi bölgelerinde bütün yetki ve fonksiyonları kullanan iki ayrı ve farklı yönetimin varlığından hareket ediyoruz. Dolayısıyla mevcut ayrı ve farklı yönetimlerin Federal Hükümete devredecekleri yetki ve fonksiyonları tartışmalıyız” (Kızılyürek, 49-50).

Bugün bu noktadan “evrim yoluyla federasyon (federation by evolution)” anlayışının yeniden terk edilip, iki egemen devlet prensibine geçildiğini iddia etmek mümkün. Lakin bunda, geçen zaman ve kabuğu gün geçtikçe sertleşen statüko (her iki taraf için de geçerli) önemli etkenler olarak görülse de, ufak bir ayrıntı bu iddianın nasıl temellendirilebileceği noktasında soru işaretleri barındırmıyor değil. İlk anda akla gelen sorulardan bazılarını sıralayacak olursam:

  1.  Garanti Antlaşması madde bir uyarınca: “Kıbrıs Cumhuriyeti, herhangi bir devlet ile, tamamen veya kısmen, herhangi bir siyasî veya iktisadi birliğe katılmamağı taahhüt eder. Bu itibarla, herhangi diğer bir devlet ile birleşmeyi veya Adanın taksimini, doğrudan doğruya veya dolayısıyla, teşvik edecek her nevi hareketi yasak ilan eder.” Hâl böyle iken, garantörler ve/veya Kıbrıs Cumhuriyeti’ni oluşturan iki kurucu halktan, bunun lağvedilmesi mi bekleniyor?
  2. 23 Nisan 1998 tarihinde Süleyman Demirel ve Rauf Denktaş arasında imzalanan deklarasyonda Kıbrıs’ta iki egemen devlet olduğu ve buna dayalı konfederal bir çözüm bulunması vizyonundan bu yana değişen ne oldu? Başlamadan son bulan Cenevre Konferansı’nda bu noktadan bir adım öteye hangi adımlar atıldı?
  3. “Dünya basınının gösterdiği ilgi” BM parametrelerinin dışına çıkılacağına dair hangi işaretleri içeriyor?

Soruları artırmak mümkün. Yazının başında Cenevre Konferansı öncesi pek umut olmadığı hâlde, neden hayal kırıklığı yaşandı sorusunu ileride ele alacağımı söylemiştim. Aslında bu soru üzerine biraz daha düşünmek gerek. Ayrıca, 21. yüzyılın ciddi sorunlardan birisinin her yapılan eylemin, tartışmanın “yeni” sözcüğü ile bezenmesi olduğunu iddia etmek ne kadar mümkün, elbette sorgulanabilir lakin konfederasyon, iki egemen devlet fikrinin sanki ilk kez Cenevre’de gündeme gelip, kayıtlara geçtiği ve bununla bir diplomatik zafer kazanıldığı iddialarının doğruluğunu tartışırken, Kıbrıs müzakere süreci tarihine kısa bir bakış atmak faydalı olabilir. Tabii bir de şunu unutmadan: Adına Kıbrıs müzakere süreci denilen şey, belirli periyodlarda benzer şeylerin tekrarının benzer ve farklı bir şekilde tezahür edilişinden ibarettir. Bu cümle elbette indirgemeci bir yaklaşım içeriyor, lakin sonuca ulaş(a)mayan müzakere sürecinin fark ve tekrarlardan ibaret olduğunu hatırda tutmanın, düşünmeye -az da olsa- faydası olabilir.


Kaynakça

Niyazi Kızılyürek. Daha Önceleri Neredeydiniz? Dünden Bugüne Kıbrıs Müzakereleri. İstanbul: İletişim Yayınları, 2009.

Bu haber toplam 2504 defa okunmuştur
Gaile 481. Sayısı

Gaile 481. Sayısı