1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Kıbrıs Konusu’nda Tekerrür Siyaseti
Kıbrıs Konusu’nda Tekerrür Siyaseti

Kıbrıs Konusu’nda Tekerrür Siyaseti

“Hayır, Kıbrıslı Rumların artık Enosis istemediğine ben ikna oldum. Bu bitmiştir. Fakat bizim tarafta birçok insan bunu kabul etmek istemiyor. İki yıl önce ben Rumların artık Enosis istemediğini söylediğimde saldırıya uğradım..."

A+A-

Mehmet Burhan
[email protected]

Herhangi bir gazetemizin arşivine girip kısa bir tarama yapsak, belli aralıklarla tekrar eden manşetlere, farklı dönemlerde aynı toplumsal travmalara rastlamamız sürpriz olmaz herhalde. Aynı senaryoya sahip, aktörleri farklı ucuz filmler gibi siyasetimiz…

Dahası tüm sorunlarımızın ana kaynağı bellediğimiz, sağdan sola ideolojilerimizi bile onun üzerine kurguladığımız Kıbrıs konusunda da aynı hallerdeyiz. Üstelik 5-10 yıl aralıklarla gösterime giren film sonu ne kadar anlamsız biterse bitsin, usulca koltuklarımızdan kalkıp evimize gidiyor ve hiçbir şey olmamış gibi günlük hayatımıza devam ediyoruz.

Son gösterimi de iki yıl önce başlayan görüşmelerde şu an filmin neresindeyiz kestiremiyoruz ama zivaniya eşliğinde “Bahar’da Avrupa” ezgisiyle başlayan şarkının “Güz Sancısı’na” dönüştüğü kesin. Kesin olan başka bir şey de küçük bir kesim dışında herkesin, filmin bitip bitmediğini bile anlamadan izleyici koltuğundan kalkıp eve gittiği. Nerede olduğumuzu anlamak için galiba her şeyi başa sarıp tekrar izlemek gerekecek:

Aslında neredeyse iki yıldır süren görüşme sürecinin bu noktaya gelmesinde ana etken müzakerelerin başlangıç küresel parametrelerinin son bir yılda bütünüyle değişmesiydi. Mustafa Akıncı’nın da ilk günden beri bu tehlikelere dikkat çekip çözümün en erken zamanda sağlanması gerektiğini sürekli vurguladığına şahit olduk. Haksız olduğunu da söyleyemeyiz. Sürekli BM Genel Sekreteri’nin değişecek olması, Amerika’daki seçimler, Kıbrıs gazının yaratacağı yeni bir kriz, Rum tarafındaki başkanlık seçimi gibi tehlikelere dikkat çekti Akıncı.

Ama en önemlisi Kıbrıs’ta Anastasiadis ve Akıncı’nın ulaştıracağı ve Doğu Akdeniz’deki enerji denklemini değiştirmeyeceğini öngördükleri bir çözümü destekleyen Amerikan dış siyasetinin, her geçen gün Suriye bataklığına gömülmesiydi.

Gelgelelim Suriye’de dengelerin altüst olması, uzun zamandır bu güne hazırlanan Rusya’nın kabuğundan çıkması, ardından Amerika’daki ‘establishment’in Trump’a yenilmesi sonucunda bölgede zayıflayan Amerikan dış siyaseti, haliyle Kıbrıs masasının etrafını daha da kalabalıklaştırdı. Batı’daki tüm kredisini bitiren Erdoğan’ın, Rusya ile ilişkilerini abi-kardeş düzeyine çekmesi ortaya yeni bir denklem çıkardı.

Aslında sürecin en başından beri Ansatasiadis Akıncı’ya 2018’i işaret ediyordu. Tabi ki bunun sebeplerinden biri sağ salim başkanlık sürecini atlatmaktı. Ama daha önemlisi Kıbrıs’taki mevcut dengelerin,  Kıbrıslı Rumların onay vereceği bir metni ortaya çıkaramayacağı düşüncesiydi ve hiçbir Kıbrıslı Rum liderin kendi tarafından bir kez daha ‘hayır’ çıkacak bir referanduma gitme niyeti yoktu. Diğer taraftan 2018,  garantörlerin kendi aralarındaki güç dengelerinin değişebileceği bambaşka bir zemin yaratabilirdi.

Bu noktada şunu anlamakta fayda var; bugün, 1960 Garanti Anlaşmalarındaki o meşhur Türk-Yunan güç dengelerinden çok uzaktayız ve eğer Federal Kıbrıs’ta garantörlük tamamen kalkmayacaksa, mevcut garantörlük zemininde yapılacak ufak rötuşlar Kıbrıslı Rumları tatmin etmeyecektir. Kıbrıslı Rumlar artık Yunanistan garantörlüğünü Türkiye karşısında caydırıcı bir etken olarak görememektedir.

Nitekim müzakerelerde sona yaklaştıkça ve Anastasiadis hala daha elinde toplumuna göstereceği bir şey olmadığının farkına varınca müzakere tavrını sertleştirdi. Tabi Akıncı da bu konuda geri durmadı. Gerisi, malumunuz…

Aslında sürecin ortalarında ne Türkiye, ne Yunanistan, ne de Kıbrıs Rum liderliklerinin 2017’de bir çözümün çok da heveslisi olmadığı belli olmuştu. Bizim kaderimizin belirlendiğini düşündüğümüz Cenevre’de, Türk Dışişleri Bakanı’nın tek derdi Avrupa’ya ‘Şangay’ mesajı vermekten öteye gitmedi. Cenevre’deki basın toplantısında dört kez yaptığı yersiz ‘Şangay esprileri’ niyetini çokça belli ediyordu.

İşte dramatik hatalar tam da bu noktada Kıbrıs Türk tarafının masadaki bu niyetsizlik ortamında çok da yol alınmasının mümkün olmadığını görmesiyle başladı. Ama her ne olursa olsun masadaki tıkanmışlığı, Rum tarafında alınan aciz Plebisit kararıyla başka bir şekle çevirme çabasının çok da akılcı olmadığı kesindi. Zaten Plebisit kararının Kıbrıslı Türklere duyurulduğu kanallar ve ana akımın kullandığı ortak dil aslında bu kararın bilerek parlatıldığı hissini fazlasıyla veriyordu.

Oysa süreç boyunca bunların yaşanacağı, çözüm istemeyen kesimlerin güçleri yettiğince yollara taşlar koyacağı beklendik tavırlardı. UBP-DP hükümetinin aylar önce Kıbrıslı Rumlara Kuzey’de ayin yapma yasağı da bunlardan biriydi ve eğer ana akıma hakimseniz, bunları isterseniz “masayı donduracak eylemler” ya da tam tersi “çözüm kararlılığımızı daha da güçlendiren biçare çabalar” olarak topluma algılatırsınız. Maalesef siyaset-medya-toplum düzeni böyle ve tercih de size kalmıştır…

Belli ki tercih birincisi oldu bu kez ve siyasetimiz bir kez daha tekerrüre girdi. Sonrası, aynı tavırlar, aynı manşetler, aynı hamaset...

Bu kararın bizim tarafta sanki Kıbrıslı Rumlar hala daha Enosis istiyor gibi vurgularla anlatılması, bizdeki çözüm karşıtlarının süreç boyunca beceremediği o travmatik korkuları hortlattı. Üstelik güneyle az biraz haşır neşir olan herkesin, Enosis talebinin Rum toplumu içerisinde gerçekliğini ve güncelliğini çoktan yitirdiğini de bilmesine rağmen.

Sn. Akıncı’nın yıllar önce ‘Echoes from the Dead Zone’ adlı kitapta kendisiyle yapılan bir mülakatta “Hayır, Kıbrıslı Rumların artık Enosis istemediğine ben ikna oldum. Bu bitmiştir. Fakat bizim tarafta birçok insan bunu kabul etmek istemiyor. İki yıl önce ben Rumların artık Enosis istemediğini söylediğimde saldırıya uğradım. Çoğu insanımız Rumların hala daha Enosis istediğine inanıyor ve hükümet de sürekli bunun propagandasını yapıyor’ diye yakınmasını da hatırlamakta fayda var.

Durum bu iken ve herkes plebisitin anılması kararının ne kadar biçimsiz ve kötü bir adım olduğunu kabul etmesine rağmen, aydın kesimlerin bile bu olayda illa taraf olma ihtiyacı hissetmesi de garip bir cepheleşmeyi yarattı ve herkes konunun özünden uzaklaştı.  Ne de olsa garantiler de, 4 özgürlükler de ‘cısss’ konulardı ve biz masanın sadece plebisit konusundan bozulduğuna ikna oluverdik.

Peki şimdi ne olacak?

Dünya düzeni aynı 2. Dünya Savaşı sonrası gibi çok ciddi bir değişim süreci geçiriyor. Üstelik bu kez sadece siyasal değil, küreselleşmenin sosyal olarak da duvara toslaması bambaşka bir belirsizliği yaratmış durumda.

Kıbrıs konusunun küresel dengelere bağımlılığını da göz önünde bulundurduğumuzda, Kıbrıs sürecinin nasıl çözüleceğini de tahmin etmek zorlaşıyor. Ama kesin olan bir şey varsa, o da taşlar yerine oturunca bu sorunun çözülmek zorunda olduğu. Hem de çok geçmeden. Hele orada dağıtılması bekleyen milyarlarca metreküp doğalgaz, birleşmeyi bekleyen şebekeler dururken.

Bugünlerde iyice saçma bir hal alan hamaset ortamında 2018’in bize bambaşka bir kaderi çizeceğini söylemek belki gülünç gelecektir ama artık hiçbir şeyin sürpriz olmayacağı bir döneme şahitlik ettiğimizin de farkındayız.  Fakat burada önemli bir ayrıntıyı da dikkatle ele almamız gerekiyor. Gelinen noktada Akıncı ve Anastasiadis’in önümüzdeki günlerde yakınlaşma belirtileri göstermesi olası. Müzakerelerin yeniden başlaması için adımların da atılacağı hissediliyor. Fakat Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak da var ve kesin olan bir şey de bu masanın bir büyük krizi daha kaldıramayacağı.

Masadaki ruh hali buna elverir mi bilinmez ama artık bir adım atmadan on defa düşünmenin vakti çoktan geldi. Anastasiadis için seçim çanlarının iyice yakından duyulduğu bir dönemde, “metot ve kararlılık yönünde ciddi bir farklılık olmadan” yeniden müzakere etmeye yönelmek önemlidir; buna karşın, karşılıklı birbirini köşeye sıkıştırmaya çalışmak ya yeni bir krizi ya da yine bir kez daha bir taraftan ‘evet’ diğer taraftan ‘hayır’ı çıkaracaktır.

Tabi ki hayalimiz erken erken çözüm ama eğer bu iki kötü senaryodan birinin gerçekleşeceğine dair inanç kuvvetliyse, müzakereleri -rahatsız edici duyulsa da- yol haritası belirlenmiş bir 2018’e sarkıtmak daha akılcı olabilir. 50 yıldır birleşmeyi bekleyen bu adanın, 8-10 ay daha beklemekten incileri de dökülmez herhalde. Bu arada da yıkılan umutları ve yükselen nefreti yeniden düzeltmek için belki birkaç adım atma zahmetine girilir.

 

 

 

 

 

 

     

 

 

Bu haber toplam 3204 defa okunmuştur
Gaile 410. Sayısı

Gaile 410. Sayısı