1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. KIBRIS MERKEZLİ ŞİİRDEKİ ÖTEKİ
KIBRIS MERKEZLİ ŞİİRDEKİ ÖTEKİ

KIBRIS MERKEZLİ ŞİİRDEKİ ÖTEKİ

Kıbrıs merkezli bir bakış açısı benimseyen Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk şairler, şiirlerini “Biz” ve “Ötekiler” arasındaki etkileşimi yeniden kurmak için kullanmakta ve her kavrama yeni anlamlar vermekteler.

A+A-

Maria Siakalli

[email protected]

Kıbrıs’ta “Öteki” ve Bunu Oluşturan Temeller

Kolektif savaş anıları ve ortak bir geçmişin yeniden yapılanması “Öteki”ni tanımlar ve daha spesifik olarak düşmanın kim olduğunu ve ne yaptığını dikte eder. Siyasi, askerî ve bürokratik seçkinlerden oluşan birleşik bir cephe, görece bozulmamış yekpare bir savaş hatırası oluşturabilir ve herhangi bir sapmanın çokça nadir olduğu bir ulusal savaş hatıraları birikimi yaratabilir. Bir savaşın hatırlanma şekli, genellikle ulusal inancın bir sınavı ve yeni nesillerin düşmanın kim olduğunu bilmesini sağlamanın bir yolu haline gelir (Canefe 2002: 2-6). Kıbrıs'taki çatışmaya bakıldığında, bunun birkaç yüzyıl öncesine dayanan etnik ve kültürlerarası uyumsuzluğun bir örneği olduğu görülebilir. Adanın tarihi, her bir topluluğun “Öteki”ni nasıl temsil ettiğine dair birbiriyle yarışan birkaç milliyetçi söylem içeriyor. Her bir topluluğun anlatıları, her iki tarafın da diğerine uyguladığı aşırı şiddet ve tarihsel travmanın yanı sıra geçmişin acılarını hatırlama ihtiyacına odaklanıyor. Her iki toplumda da okul ders kitapları, millî törenler, semboller ve kutlamalar sistematik olarak Öteki'nin insanlıktan çıkarılmış imgelerini yaratır ve "düşman"a karşı nefret uyandırır. Resmî eğitim sistemi, medya, aile ve sosyal çevreler aracılığıyla, her toplumun üyelerinin çoğunluğu Öteki hakkında olumsuz görüşler oluşturmuştur. Aynı zamanda, her topluluk tarihsel olarak kendisini tek kurban ve diğer topluluk da tek fail olarak gösterir. Bu nedenle, resmî anlatı tarafından yaratıldığı şekliyle Öteki'nin hatırası, olumsuz bir deneyimdir (Zembylas/ Bekerman 2008: 135).

 

1960 Londra-Zürih antlaşmaları, garantör güçler olan İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın Kıbrıslılara adanın İngiliz sömürge yönetiminden postkolonyal duruma sorunlu bir geçiş yaşadığı siyasi bir çözüm dayatmasını sağladı (Calotychos 1998: 6). Kıbrıs, bağımsızlığını kazandığında, adadaki siyasi sahne zaten etnokrasinin şartlarıyla çerçevelenmişti (Bryant 2004:3). Yeni Anayasa'nın yürürlüğe girmesiyle ne Kıbrıslı Rumların Kıbrıs'ın Yunanistan ile birleşmesi talebi ortadan kalktı, ne de Kıbrıslı Türklerin maksimum güvenliklerinin ancak bölünme yoluyla sağlanabileceğine olan inançları sona erdi (Calotychos 1998: 7). Aynı zamanda, Kıbrıslılığın veya Kıbrıs vatandaşlığının temelini oluşturacak somut bir zemin de yoktu. Başka bir deyişle, İngiliz sömürge yönetiminden kurtulmak, Kıbrıs toplumunun farklı etno-dinî kesimlerini kucaklayacak bir devlet inşası projesinin önünü açmadı. Bunun yerine, yeni kurulan devlet, iki toplum tarafından ifade edilen farklı sosyo-politik görüşler arasındaki çatışmayı önlemek için bir tampon görevi gördü (Canefe 2007: 278). 1963 ile 1974 yılları arasında düşmanlığa, vahşete ve büyük acılara yol açan toplumlar arası çatışmalar patlak verdi. Aynı milliyetçilik, sonunda, 1974 olaylarına yol açarak adanın fiilen bölünmesine neden oldu. 1963 ve 1974'teki şiddetli ve kanlı çatışmalardan sonra, birçok (Yunanca konuşan ve Türkçe konuşan) Kıbrıslı evlerini terk etmeye ve kendi adalarında mülteci olmaya zorlandı (Karayanni 2011: 230).

 

Farklı dilsel ve dinsel geçmişlere sahip iki topluluğun neredeyse yarım asırdır coğrafi olarak ayrı yaşaması her toplulukta farklı sosyal temsillerle sonuçlandı. Her iki toplumdaki çeşitli siyasi seçkinler ve devlet mekanizmaları, bu temsilleri ve anlatıları bazen ritüellerin, ulusal sembollerin, anıtların, ulusal mücadele müzelerinin, medyanın ve eğitim sisteminin sistematik kullanımı yoluyla manipüle ederek geçmişin farklı sosyal temsillerini yaratmayı amaçlamıştır. Kıbrıslı Rum toplumu ile ilgili olarak, ana milliyetçi tarihsel anlatı adanın Helenleşmesiyle sonuçlanan Yunanlıların adaya gelişiyle (M.Ö. 14. yüzyıl) başlar. Bu nedenle, diğer milliyetler ve özellikle Türkler düşman olarak kabul edilir. Buna karşılık gelen Kıbrıslı Türk anlatısı, Türklerin Kıbrıs'a gelişiyle (MS 1571'de) başlayan ve Kıbrıslı Rumların ana düşman olduğu anlatıdır. Bu tür resmî anlatılar, başkaları tarafından mağdur edilmeye ilişkin kolektif hafızanın belirli bir biçimini destekleyerek, iki toplum arasındaki önyargıyı ve güvensizliği artırıp gelecekte bir arada yaşama isteklerini azaltıyor (Psaltis 2016: 21). Böylece 1974 olaylarını takip eden yıllarda birbirine daha da yabancılaşan iki toplum, ortak bir kültür oluşturma yetisini yitirmekle kalmamış, farklı din ve etnik kökenden insanlara karşı olumsuz bir tavır geliştirmiştir (Günalp 2011 :57). 1974'ten bu yana hiçbir fiziksel şiddet kullanılmadığından, Kıbrıs'taki çatışma, hafıza ve belirli eylemlerin tanımları savaşta silah olarak kullanılarak tarihin zemininde yaşanıyor. (Bryant 2012: 23). İki toplumun neredeyse yarım asırdır coğrafi olarak bölünmüş olması, mağduriyet söylemine dayanan ve iki toplumun ayrı eğitim sistemleri aracılığıyla zaman içinde yeniden üretilen resmî tarihsel anlatılara kanalize edilen iki farklı kolektif hafızanın oluşmasına neden olmuştur (Psaltis/ Cakal 2016: 230).

 

Kıbrıslılık Kavramı

Öte yandan, özellikle 1974 olayları ve adanın bölünmesinin bir sonucu olarak, adanın bağımsızlığını yeniden birleştirecek bir çözüme ulaşılmasının olmazsa olmazı olarak görüldüğünden, odak, adanın bağımsızlığına yönlendirilir ve adanın siyasi bağımsızlığını destekleyen bir ideoloji olan “Kıbrıslılık”ın ortaya çıkışı gerçekleşir. Kıbrıslılık, iki toplumu birleştirmek ve yakınlaştırmak isteyenlerin kullandığı bir kavramdır. Kıbrıs'ın kendine özgü bir karakteri olduğu ve bu nedenle iki ana toplumun anavatanı rolüne atfedilen Yunanistan ve Türkiye'nin adayı bağımsız bir varlık olarak görmesi gerektiği fikrine odaklanmaktadır. Kıbrıs'ın bağımsızlığı veya özerkliği tarihsel, siyasi, sosyal ve kültürel bir düzeyde savunulurken nadiren ve yalnızca en aşırı ifadesinde Yunanistan ve Türkiye'den tamamen kopma biçimini alır. Bu nedenle Kıbrıslılık, ada sakinlerinin Rum veya Türk etnik kökenini inkâr etmez, lakin aynı zamanda bir yandan onları Yunanlardan ve Türklerden ayıran, diğer yandan adanın iki toplumu arasında ortak bir zemin oluşturan etnik kimliklerinin ve dolayısıyla kültürlerinin de kendine özgü özellikler kazandığını vurgular (Mavratsas 1997: 718-721). Başka bir deyişle, içinde yaşadığımız adanın tarihinin ortak olduğu ve hem Kıbrıslı Rum hem de Kıbrıslı Türk kültürleriyle iç içe bulunduğu fikrini desteklemektedir (Yaşın 2000: 152).

 

Böylece 1974 olaylarını takip eden yıllarda iki toplum arasında bir dizi yakınlaşma süreci yaşanır. Çatışmaların çözümü faaliyetleri, Eylül 1989'da yerel topluluk içi temasların girişimiyle başlar. Her iki toplumdan önemli sayıda aydın bu durumdan kurtulmanın gerekliliği konusunda hemfikir olurlar ve konuyu entelektüel platformda tartışmaya başlarlar. Evrensel sanat dilinin bu zorluğun üstesinden gelmelerine yardımcı olacağını bilen sanatçılar, sanatı bir iletişim biçimi olarak kullanmayı seçmişler ve gerçekten de sanat etkinlikleri ve girişimleri zamanla “Öteki”ne yönelik önyargıları bir ölçüde etkisiz hale getirmeye başlamıştır (Günalp 2011: 62). Kıbrıs Yazarlar Birliği (Kıbrıs'ın güneyinde faaliyet gösteriyor) üyeleri ve Kıbrıs Türk Sanatçılar ve Yazarlar Birliği üyeleri (Kıbrıs'ın kuzeyinde faaliyet gösteriyor ve 2017'de Kıbrıs Sanatçı ve Yazarlar Birliği olarak yeniden adlandırıldı) arasındaki ilk toplantılar 13 Ocak ve 3 Mart 1990 tarihlerinde gerçekleşir. Lakin ilk resmî temaslar Aralık 1990'da, Türk yazar Aziz Nesin'in 17 Aralık'ta Kıbrıs Yazarlar Birliği'nin konuğu olarak adanın güneyine gelişi vesilesiyle olur. Bu kapsamda Kıbrıs Türk Sanatçı ve Yazarlar Birliği, Kıbrıslı Türk yazarlarla buluşmaların ve ortak etkinliklerin gerçekleştirileceği adanın kuzeyine hem Aziz Nesin hem de Kıbrıslı Rum yazarlara geçiş izni verilmesi için çalışma başlatır. Bir grup milliyetçinin tepkisine ve yetkililerin olumsuz tutumuna rağmen, ısrarlı çabalar sonucunda son anda izin verilir. Ancak görüşmeleri ve ortak etkinlik düzenlenmesini engelleme çabaları devam eder. 17 Aralık günü Aziz Nesin ve Kıbrıslı Rum yazarlar Lefkoşa’da bulunan Ledra Palace barikatını geçmeye çalışırken, Kıbrıslı Türk makamları bürokratik gerekçelerle onları epeyce bekletir. Aziz Nesin, durumu hem protesto etmek hem de hicvetmek için bölünme hattının ortasına bir ayağı güneyde, diğer ayağı kuzeyde olacak şekilde bir sandalye koyar. Sonunda izin verilir ve sabah kuzeyde, akşam güneyde Kıbrıslı Türk yazarların da zorluklara rağmen katıldığı bir basın toplantısı yapılır. 18 Aralık akşamı Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk yazar ve sanatçıların bir araya gelmesi amacıyla Aziz Nesin'in de katıldığı bir toplantı düzenlenir (Öncül 2020: 8-9). Kıbrıslı Rum şair Elli Peonidou o günleri şöyle anlatır: “Büyük Türk yazarı Aziz Nesin Kıbrıs'a geldiğinde doğum gününü evimizde kutladık ve barikatlar açılmadan önce bizi ilk kez kuzeye götürdü. Kıbrıslı Türk yazarlar, onları görmeye gitmediğinden şikayet ettiler. Onlara 'Ben geleceğim ama arkadaşlarım da gelecek', dedi.” (Peonidou 2007: 25).

 

Kıbrıs Şiirinde “Öteki”, Kıbrıslılık, Kıbrıslıcılık (Cypriotism)

Adadaki şairlerin çoğunluğu olmasa da, birkaç Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk yazarın anlatıları yakınlaşma, barış, sosyal güvenlik ve uyum içinde yaşayan birleşik bir toplum yaratma arzusunu yansıtmaktadır (Katsigianni 2009: 31-32). Kıbrıslı sesler, bölünmüş bir Kıbrıs'ı birleşik bir Kıbrıs lehine yeniden tanımlamak ve yeniden yaratmak için edebî bir arayış içinde. 1964'te ve daha sonra 1974'teki ayrılıktan sonra, birleşik bir Kıbrıs kavramı tarafından tanımlanan bir çerçeve içinde “Kıbrıslılığı” tanımlayan birçok yazı, hareket, yayın ve çeviri yer aldı. Kıbrıslı kimliğinin ortadan kalkma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu bir dönemde, her iki toplumdan birkaç yazar, sonunda Kıbrıs'ın resmî olmayan edebiyat sahnesinde öne çıkan Kıbrıslı oluşumlarla ilişki kurdu. Bölünmenin yarattığı tehlikeleri göz önünde bulundurarak, etnik olarak tanımlanmış edebî üretimi Kıbrıslıları ve adanın tüm kültürünü, tarihini ve doğasını tamamen kapsayıcı Kıbrıs merkezli bir edebiyatla değiştiren bir yeniden doğuşun ana arayışıyla, Kıbrıslılığa odaklanan ortak edebî uygulamalarına başvurdular (Kemal 2019: 172). Kıbrıslıcılar (Cypriotism), adanın bölünmesine yol açan olayların en önemli nedenlerinden biri olarak iki büyük toplumun uzun süre birbirleriyle temas etmeden ve birbirleri hakkında yanlış algılarla ayrı yaşamalarını savunmaktalar (Mavratsas 1997: 724). Bu nedenle, her iki taraftaki birçok entelektüel çevre; sosyal ve mekansal pratiklere ve farklılıklara daha açık ve kapsayıcı bir ada yaratmak amacıyla, bölünmeye ve her türlü etnik ayrıcalığa karşı birleşik bir alan oluşturan, Kıbrıs merkezli uygulamalar aracılığıyla okuyup inşa ediyorlar (Kemal 2019: 162).

 

Adanın bölünmeden önceki halini ve iki toplumun bir arada yaşayışını deneyimlemiş Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk şairlerin arasında, ya bunca yıldır görüşemeseler de onları unutmadıklarını ve akıllarında, yüreklerinde olduklarını anlatmak ya da dayanışma ve işbirliği ihtiyacını vurgulayarak ortak vatanlarındaki durumun acısını onlarla paylaşmak için “Öteki” ile bir iletişime büyük bir ihtiyaç duyulduğu görülmektedir. Karşılaşamasalar da, savaş rüzgârının, dikenli teller ve mayınlarla dolu bu adada tüm güzel şeyleri savurduğu, düşmanlığın ve güvensizliğin hakim olduğu zamanlarda, birbirlerinin anısının bir umut ve iyimserlik kaynağı olduğunu birbirlerine bildirirler.

 

Kıbrıslı Rum şair Kostas Kleanthous (1925-2010), “Kardeşim Osman” adlı şiirinde, şairin eski bir arkadaşı veya komşusu olma, belki de tüm Kıbrıslı Türkleri temsil etme ihtimali olan Osman adında bir Kıbrıslı Türk'e seslenerek, onu kardeşi olarak gördüğünü ve adanın bölünmesinden dolayı artık onunla görüşemese bile onu düşündüğünü, adada yaşanan trajik olaylardan kaynaklanan acısını ve korkusunu paylaştığını ifade ediyor.

 

“Osman kardeşim sevginin beyaz bir zambak gibi /çiçek açtığı kalbimi açıyorum sana./

Acımı acınla birleştiriyorum /ve sana elimi uzatıyorum.”

(Κλεάνθους 1975: 5)

 

Kıbrıslı Rum şair Theoklis Kouyialis (d. 1936-2018), “Türk Kadını Bahire” adlı şiiri, 1974 yılına kadar Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türklerin birlikte yaşadığı karma bir köy olan Deftera köyüne ithaf ettiği şiir kitabında yer alır. Köydeki yaşamının en hassas çocukluk anılarını anımsayarak, anlatımına Kıbrıslı Türk komşusu Bahire'yi de dahil eder. (Η Κυπριακή Λογοτεχνία μετά το 1974: 2005) Bahire'yi, kalbini ve ellerini açıp onlara meyveler ikram ederek renklerin, seslerin ve kokuların keskinliği ile anar. Şair, Bahire öldüğünde cennete yükseldiğini öne sürerek ona bir Hristiyan azizinin özelliklerini atfeder. Bahire artık burada değilken bile, savaş ve nifak rüzgârının iyi olan her şeyi alıp götürdüğü, geçmişin güzel anılarının artık acı verdiği bir şimdide, tatlı hatırası şairin kalbini serinletecek kadar güçlüdür.

 

“Güneş, ceviz ağacının yaprakları arasından süzülerek/ içimizi aydınlıktan karanlığa ve tekrar aydınlığa çevirirken,/ Türk kadını Bahire önlüğünü açarak/ bize şeffaf, koyu mor erikler ikram ediyordu.

 

Sonra da, tıpkı güneşin kuyunun çarkındaki hünnap ağaçlarını,/ yaseminleri ve hanımellerini bir rüyanın en parlak kokusuyla tutuşturduğu gibi,/ olgun zeytin rengi tatlı gözleri olan Bahire/ bir amber ayva olan kalbini açarak/ renklerin, seslerin ve kokuların kesinliğini biz çocuklara dağıtıyordu.

 

İşte homurdanan Salih'in karısı Bahire böyleydi./ Bahire, güvercinlerin beyaz kanatlarında yükseldi göğe./ Güneşin batmak üzere olduğu ve kabarık gül yapraklarını andıran/ bulutların akşam göğüne dağıldığı andı/ bembeyaz bir zambağın kalbinden çıkan koku gibi/ Bahire'nin inci cıvıltıları arasında görünmez kanatlarla uçtuğu.

[…]

 

Kara rüzgârın her şeyi alıp götürdüğü,/ kuyu başında Salih'in çarkından gelen ritmik, madeni ninnilerin/ sert bir yankıdan başka bir şey olmadığı bu günlerde,/ Türk kadını Bahire içimi serinletici,/ menekşeli bir hafızayla şişirmek için yeniden canlandı.

 

Çünkü onu, cennetin gök mavisi bahçelerinden,/ yuvarlak sulu ametistlerle dolu önlüğüyle,/ kalbinin hazinelerini bir kez daha bizimle paylaşmak için inerken görüyorum.”

 

(Kouyalis 2009)

 

Kıbrıslı Türk şair Fikret Demirağ (1940-2010), önemli sayıda şiirini eski Kıbrıslı Rum komşularına, arkadaşlarına ve sevdiklerine ithaf etmiştir. Gençken âşık olduğu Kıbrıslı Rum genç kız Attula ile şairin annesinin arkadaşı ve komşusu olan Kıbrıslı Rum Xenu, Fikret Demirağ'ın şiirindeki en önemli figürlerden ikisidir. Çocukluğunda ve ilk gençliğinde önemli bir yeri olduğu için her ikisi de şairin hafızasına ve kalbine kazınmıştır. Savaş onları doğum yerlerinden ayrılmaya ve bir daha geri dönmemeye zorlamış olsa da, özellikle düşmanlığın zirveye tırmandığı, değerlerin solduğu, insan ilişkilerinin erozyona uğradığı ve iki toplumun geçmişte barış içinde bir arada yaşamalarından geriye dikenli teller ve mayınların kaldığı zamanlarda, onların hatıraları şair için bir umut kaynağıdır.

 

“Ah, Atulla, manamu, aşkımız bir ara şarkıcık mıydı?/ birbirimizin olacaktık da -serçecik, güzel serçe-/ bir güzellikte yuvalanalım./ Uzun uzun geceler ah da göz kırpamadım,/ aktı durdu içimden uzun uzun şiirler…/ Bir yangın gibi geçtin ilk gençliğimden!”

 

(Demirağ 2009: 146)

 

“Annemin kırk yıl önceki Xenu Kadın’ı (Rum komşusu)/ ölmedikçe, umut da ölmeyecektir, ölmedikçe annem; […]”

 

(Demirağ 2018: 133)

 

“Annemin Xenu’su gidip de dönmeyeli/ Kaldı içli yüreğinde lirik bir şiir/ Boynu hızla vurulmuş lirik bir şiir,/ Dostluklar kan kaybedip sona ererken/ Gençliği de yavaş yavaş öldü annemin/ […]”

 

(Demirağ 2018: 213)

 

“Zamanlar değişir, insanlar değişir, değerler ‘kalp para’ olur,/ Özenle ekilip sulanan güvensizlik tohumları boy verir/ Kanlı kinler hükmünü yürütür bir zaman artık./ Zamanlar değişir, anılar tozlanır, sevgiler ‘kalp para’ olur,/ Teller çekilir, mayınlar döşenir dün’le bugün arasına/ Herkesin anısında annemin Xenu’su gibi bir Xenu kalır.”

 

(Demirağ 2018: 121)

 

 

Fikret Demirağ, “Ölü Sardunya Çiçeği” adlı şiirinde, 1974 yılında doğdukları yeri terk ederek adanın güneyine yerleşmek zorunda kalan tüm Kıbrıslı Rum komşularına ve arkadaşlarına sesleniyor. Şair, Kıbrıslı Rumların bahçelerinde bulunan çiçekler aracılığıyla onların gidişinden duyduğu üzüntüyü ve bir an önce geri dönmelerini umduğunu ifade eder. Bunca yıldan sonra, onları düşünmeye ve yeni yerlerindeki yeni hayatlarını merak etmeye devam eder. Ayrıca, onların da onu hâlâ düşünüp düşünmediklerini ve hatta belki de onu özleyip özlemediklerini merak ederek onlarla yeniden iletişim ve bağlantı kurma ihtiyacını ifade eder.

 

“Sen köklerini bırakıp buralardan giderken/ Üzgün bakakalmıştı arkandan ateşipempe sardunyalar;/ Üç gün sonra dönecekmiş gibi insandan umutla/ Üç günlük bir yolculuğa çıkıyormuş gibi/ Dönüp bir kez bile bakmadan arkanda kalanlara/

[…]

Orada, girdiğin yeni deniz seni kabul etti mi,/ zaman dindirdi mi acılarını?/ Şimdi bir kırlangıç görsem sizden bize doğru uçan/ düşünürüm; senin başının üstünden de geçti mi,/ hiç konuşur musun benimle, karanlığa bakıp geceleri?/

[…]”

 

(Demirağ 2018: 228)

 

Kıbrıslı Rum şair Yorgos Moleskis (d. 1946), “Toz” adlı şiirinde, günümüzde adada sık rastlanan ve hayatı zorlaştıran bir olay teşkil eden, atmosferin Sahra Çölü'nden gelen tozla dolu olduğu bir günde, şair Kıbrıslı Türk arkadaşlarına seslenip bu tatsız durumla nasıl başa çıktıklarını sorma ihtiyacı duyar. “Sizin tarafta toz var mı?” diye sorarak, her topluluğun artık günlük yaşamının adanın “karşı tarafının” uzak bir yer gibi göründüğü güneyi veya kuzeyiyle sınırlı olduğu gerçeğine alıştığını belirtmek ister. Aynı zamanda, toz, paylaşılan geçmişin unutulmasını, inisiyatif eksikliğini, barış ve yeniden birleşmeyi başarma iradesini sembolize eder. Şair bu nedenle Kıbrıslı Türk arkadaşlarına bu durumun onları da rahatsız edip etmediğini, bu yeni durumun sonuçlarından kendilerinin de korkup korkmadığını ve gelecekten umutlu olup olmadıklarını sorar. Arkadaşlarının hem adadaki hem de hayatındaki varlıklarını daha somut kılmak için isimleriyle hitap etme ihtiyacı duyar. Şair, durumla nasıl başa çıktıklarına, rahatsız olup olmadıklarına ve umutlarının olup olmadığına dair ısrarlı ve tekrarlanan sorularla, adadaki zor koşulların sona ermesi için iki toplum arasında işbirliği yapılması gerektiğine olan güçlü inancını ifade eder.

“Karşı taraftaki arkadaşlar, nasılsınız? /Sizde de toz var mı? Burada, bu tarafta, sık sık üzerimize çöker,/ gri bir bulut gibi başımızın üstünde durur/ her yere yayıldı./ Zararlı ağır metallerle kirlenmiş çöl tozu olduğunu söylüyorlar./ Orada iyi hissediyor musunuz?/ Boğulmuyor musunuz?/ Ülkenin her yerine yerleşmiş olan o ağır metallerden korkmuyor musunuz?/ Bazı günler bu toz, güneşi tamamen kaplar, etrafımızda olup biteni göremeyiz./ Üzerimize oturur,/ elbiselerimizin, derimizin altına girer/ daha da derinlere, kanımıza ve ruhumuza kadar./

Rahatsız olmuyor musunuz?/ Güneşi görebiliyor musunuz?/ Ufukta ışık görüyor musunuz?/ Rahatsız olmuyor musunuz?/ Güneşi görebiliyor musunuz?/ Ufukta ışık görüyor musunuz?/

Arkadaşım Yaşar, arkadaşım Osman, Gürgenç,/ Emine, Zeki, Ahmet, Jenan, Aşık…,/ nefes alabiliyor musunuz, boğulmuyor musunuz?/ Burada umut azalıyor, /günden güne kayboluyor,/ çöl bize tehlikeli bir şekilde yaklaşıyor /ve onu yıkayacak bir yağmur belirtisi yok./

[…]

İklim değişikliğini suçluyorlar/ birkaç yıl içinde bu topraklar bir çöle dönüşecekmiş./Bundan korkmuyor musunuz?

[…]”

(Μολέσκης 2022: 85)

 

Kıbrıslı Türk şair Neşe Yaşın (d.1959), “Göndermesiz Mektuplar” adlı şiirinde, farklı topluluklardan birbirini seven ama bölünmüş ülkenin iki farklı tarafında yaşamak zorunda kalan, bir araya gelmelerinin imkansız olduğu insanlardan söz ediyor. Bu şiirdeki “Öteki”, şiirdeki Kıbrıslı Türk kadının âşık olduğu Kıbrıslı Rum bir adamdır ki, binlerce Kıbrıslı Rum gibi adanın kuzeyindeki doğum yerini terk etmek zorunda kalırken, kadının yokluğu ve hatırasıyla kalmaktan başka çaresi yoktur.

 

“Sesini alıp gittin/ ve bakıp durdum boşluğuna/ ayak izlerin silinmedi/ sevmenin yollarında/

[…]

Hala büyümedim ben aşk bebesiyim/ düşlerim yeniyetme kız çocuğu/ herkes uyurken geleceğim yalınayak/ Aynı şehirde duvarlar keser yolumu/ koşup sarılmak için karşıda bekle/ çünkü bir kuştur aşk/ Peki ya sen?/ Bir erkek nasıl sever/ bütün gerekliliklerin üstüne basıp/ gelir mi/ tepeden tırnağa aşk/ Geçit yok yola çıksan da/ (Komutan emretmeden olmaz)

[…]”

 

Daha genç şairler ortak bir geçmişi paylaşmayabilir veya ortak anılara sahip olmayabilir ancak ortak bir gelecek için iletişime ve umuda da ihtiyaçlarını ifade ederken, şiirlerinde güçlü empati ve karşılıklı anlayış unsurları tespit edilmektedir.

 

Kıbrıslı Rum şair Valentini Stavrou (d. 1988), “1963 ve 1974 Hiç Olmadığında” adlı şiirinde savaşın ve adanın bölünmesinin hiç yaşanmadığı bir ortam yaratır. Burada Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk gençler edebiyattan, aşktan, seyahatten ve gelecek hayallerinden bahseden sınıf arkadaşlarıdır. İsmet ve Hasan günlük hayatlarında savaş, düşmanlık ve bölünme kavramlarının olmadığı sıradan bir okul hayatını paylaştığı sınıf arkadaşları ve Esra Hanım ise hepsinin öğretmenidir. Şair, bu ideal ortamı yaratmak için 2003 yılında barikatların açılmasından sonra adanın kuzeyinden her gün gelip giden Kıbrıslı Türk öğrencilerin adanın güneyinde belirli özel okullarda okumasından ilham almış olabilir.

 

“Matematik dersinde İsmet üzgün duruyor çünkü/ öğretmenden hoşlanan Hasan'dan hoşlanan Nicole'dan/ hoşlanan Maria'dan hoşlanan George'dan hoşlanıyor./

 

Edebiyat dersinde Juliet'i ölesiye seven Romeo'ya gülüyoruz/ çünkü sevgiden ölüm gelmez ve seviyorsan,/ aşkını bulduysan ne gerek var ölmeye?/ Esra Hanım aynı fikirde değil.

 

Coğrafyada, topraktan fışkıran zenginlikleri/ öğreniyoruz: petrol ve gaz; “A, bizde de varmış biraz!"/ sonra yaşlı ve zenginmişiz gibi davranıyoruz, İsmet de/ üç tane ev alıp dünyayı gezeceğini söylüyor.

 

Tarihte Napolyon, Hristos Bey kadar kısa boyludur/ Hakan, kısa boylu adamların bir kısmı küçük olduğu için/ dünyayı fethettiği hakkında bir şeyler söyler/ ve müdüre gönderilir.

 

Teneffüste çikolatalı süt ve sosisli pide alıyoruz,/ Maria bir gün Nicole ile evleneceğini söylüyor,/ ben de yaz yolculuğumuzu planlıyorum./ Ülke genelinde. Bir ucundan diğer ucuna.

20 Temmuz sıradan bir gün.

(Stavrou 2015: 68-69)

 

Kıbrıslı Türk şair Hüseyin Bahca (d. 1989), “Çağ Ağacı” adlı şiirinde, memleketlerinin kanlı geçmişinin bir sonucu olarak aynı şehrin diğer tarafında yaşayan Kıbrıslı Rum Maria'nın yerinden edilmiş binlerce Kıbrıslı gibi bırakmak zorunda kaldığı memleketine her an dönebilmeyi beklediğini ve bu yüzden yaşadığı yeni evde hep hazır bir bavulun olduğunu anlatır. Şair, yaşından dolayı diğer topluluğun üyelerinin barbar olduğunu öğrenerek büyümüş olmasına rağmen önyargıların üstesinden gelerek onların yaşadığı travmaya karşı empati kuruyor.

 

“[…]

Hırpalanmış, lanet bir çağ ağacı bu Maria/ yaşıyorsun iki balkon ötede/ eteğinde taşıdığın anılarınla/ katarak toprağımızın kızıl ellerini/ ve hazır bir bavulun seyrini/ sükunet kumbarana.”

(Öncül/ Siakalli 2021: 206)

 

Kıbrıslı Rum şair Andreas Timotheou (d.1990), “Öbür Taraf” adlı şiirinde, Kıbrıslı Rumların geri kalanına seslenerek adanın kuzeyi olabileceği gibi Kıbrıs Türk toplumu da olabilen diğer taraftaki insanların da savaşın sonuçlarına katlanarak evlerini terk etmek ve eski yaşamlarına özlem duyarak bilinmeyen yerlerde yaşamlarını sürdürmek zorunda kaldıklarını vurguluyor. Şair kendi topluluğunun üyelerinden kendilerinin diğer topluluğun gözünde "öteki" olduklarını anlamalarını sağlamaya çalışarak anlayış ve empati kavramlarının önemine dikkat çekiyor.

 

“Öbür tarafta da var şairler./  Orada da insanlar var,/ Göçmenlikten beli bükülmüş,/ şakakları izlerken artan haksızlıkları/ yaşlanmış, yabancı evlerde/ kendi topraklarına hasret kalmış./ Onlar için de biziz,/ öbür taraf./”

(Tekhanlı/ Timotheou 2016: 69)

 

Savaşın sonuçlarından biri, geride kalanların artık gidenlerin yaşamlarının kalıntılarında yaşamak zorunda olmalarıdır. Aradan geçen yıllar içinde teknik olarak kimseye ait olmayan yerler ve şeyler süreç içerisinde “kişinin” olur. Çatışmadan sonra sahiplenilen evler ve çeşitli nesneler çalışma, hafıza ve sosyal etkileşim nesneleri ve kanalları haline gelir (Bryant 2014: 681). 1974 olayları sırasında ve sonrasında yüzbinlerce Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk doğduğu köy ve şehirleri terk etmek zorunda kaldığında da durum böyleydi. Yerinden edilmiş Kıbrıslı Türklere kuzeyde yönetim tarafından çoğunlukla Kıbrıslı Rumlara ait ev, toprak ve mal tahsis edildi ve artık resmen 'düşman' olarak adlandırılan diğer topluluk tarafından geride bırakılan alanları ve mülkleri kullanıyor, yaşıyor ve bunlarla etkileşim kuruyorlar. Böylece, diğer topluluğun eşyaları, öteki toplulukla önceki toplumsal ilişkilerden geriye kalan tek şeyken, herhangi bir ilişki, onların terk edilmiş mülkleri ve mekanlarıyla etkileşimler ve ilişkiler yoluyla hayal gücünde varlığını sürdürüyor. Kıbrıslı Türkler artık diğer toplulukla ancak mesken ve eşya mevcudiyeti aracılığıyla bağlantı kurabiliyor (Navaro-Yashin 1, 2009: 2-3). Savaştan hemen sonraki dönemde, "devredilemez nesnelere" yönelik tepki, onları ya yok etmek ya da korumaktı. Bazıları buldukları fotoğrafları ve diğer kişisel eşyaları hemen yakmış, bazıları ise onları yok etmeyi zor buldukları ama onlarla da yaşayamadıkları için birçoğunu gardıroplara ve dolaplara koyarak kurtarmıştı. Birçokları için bu hareket, Öteki'nin insanlığının kabulü ve kendilerininkinin kanıtıydı. Aksine, yerinden edilenlerin yerleştiği yeni evlerde porselen, sandık, saat, dolap gibi eşyalar kullanılmıştır (Bryant 2014: 687).

Kıbrıslı Türk şair Mehmet Yaşın’ın (d. 1958), “Bizim olmayan günlerin şiiri” adlı şiirinde bir Kıbrıslı Türk, şu anda oturduğu evde bulduğu çeşitli eşyaların tanımadığı sahipleriyle bir diyalog kurmaya çalışır. Duvarda asılı bir fotoğrafta gördüğü, evde kendisinden önce yaşamış olan yaşlı kadının kim olduğunu hayal etmeye çabalar. Adının ne olduğunu ve çocuğu olup olmadığını merak eder; evdeki günlük hayatını gözünde canlandırmaya çalışır; hiç tanışmamış olmalarına rağmen kendini ona yakın hisseder, hatta sesini bile duyar gibi olur. Şiirin ikinci bölümünde, yerinden edilmiş herhangi bir Kıbrıslı Rum olabilen ve kimliği belirsiz bir Kıbrıslı Rum'a hitap eden şair, savaşın yok ettiği veya geride bırakmak zorunda kaldıkları tüm nesnelerinde varlıklarının hissedildiğini ve bu nesnelerin artık yabancılar tarafından kullanıldığını bilmelerini sağlama ihtiyacı duyar. Şiirin üçüncü bölümünde şair, küçük bir kızın çocukluğunun güzel anlarını anlatan fotoğraflarına bakar. Bir gün onunla tanışmak istediğini ve fotoğraflarını ona geri vermeyi planladığını söylerken, aynı zamanda kızın savaşta hayatını kaybetmiş olabileceği düşüncesiyle eziyet çeker. Şiirin dördüncü bölümü ise, şairin oturduğu evin sahibinin kırk sekiz sayfasını okumuş olduğu bir kitabı anlatır. Kitabın “İnsan Asker Doğmaz” başlığı şaire kitabın sahibinin kitabı okurken savaşa çağrılıp çağırılmadığı ironisini düşündürür. Şair, kitabın beşinci ve son bölümünde Kıbrıslı Rumlarla doğrudan konuşamadığı için, geride bıraktıkları nesneler aracılığıyla kendisini savaşa katılmaya zorladıklarını ve bir katil olmadığını bilmelerine duyduğu yoğun ihtiyacı ifade eder.

“i - Adın Estella mıydı senin bizden önce bu evde yaşayan teyze çocukların var mıydı senin ve duvardaki bu resim evlendiğin günü mü anlatıyor teyzeciğim. - Adın Estella mıydı senin bizden önce balkona çamaşır seren ellerin fayanstaki parmak izlerin ve odaları dolaşan sesin teyze, teyzeciğim.

ii Dipçikle kırılan kapısın, yabancıları giydiren elbise, başkalarına aş pişiren tencere. Eski bir fotoğraftan başka birşey değilsin, albümlerde bile kalmadı yerin.

iii Seni görebilirsem bir gün çok sevineceğim, pek çok. Bütün fotoğraflarını saklıyorum küçük kız - doğum günün işte - yusuf ağacının altında üç mumlu pasta - denizdesin Vakvak kardeşle - el sallıyorsun arabadan - annenle baban gülümsüyor sana sen gülümsüyorsun bana. Onları sana vereceğim küçük kız ama zaman zaman burkulur yüreğim tasalanırım, savaşta öldürülmüşsen diye.

iv Çok merak ediyorum, kimdi bu kitabi okuyan Kıbrıslırum? 48. sayfada kalmış. Belki o an savaşa çağrıldı üstelik kitabın adı "İnsan Asker Doğmaz"dı. Anılarımız olsun isterdim senle birlikte dondurma yemek elin kesilince pamuk vermek paltonu giyebilmek yağmurlu bir günde. Ve bilesin isterdim şaştığımı kendime - yarım bıraktığın kitaba nasıl devam edebildiğime burada, böyle.

v Kan kokuyor her yanım kan. Ben katil değilim barışın benimle saksıdaki çiçekler yatak örtüleri, sandalyeler ve albümdeki fotoğraf ben katil değilim. Kan akıyor her yanımdan kan. Yaşasaydınız ve görseydiniz ben katil değilim.”

Kıbrıslı Türk şair Emel Kaya (d. 1978), “Doğum Yeri” adlı şiirinde, Türk şair Türkân Yeşilyurt ile kurduğu diyalogda, yaşadığı evde bulunan eşyaların bir kısmının Kıbrıslı Rum bir kadına ait olduğunu belirterek evin Kıbrıslı Rumların 1974 savaşında terk etmek zorunda kaldığı evlerden biri olduğunu dolaylı anlatır. Şair, nesnelerin hangilerinin kendisine, hangilerinin Rum kadınına ait olduğuna işaret ederek, tanımadığı bu kadınla evin içinde hayali düzeyde bir arada var olduğunu ve doğal olarak o varlıktan birçok boyutta etkilendiğini ifade eder. Aynı zamanda, resmî anlatı, evlerin artık Kıbrıslı Türk sakinlerine ait olduğunu ve 1974'ten sonra oluşan durumun nihai ve geri döndürülemez olduğunu iddia etse de, şair evin kime ait olduğunu sorgulayarak, hem evle kendi ilişkisini öne sürer hem de Kıbrıslı Rum kadının o evde yaşadığı hayata duyduğu saygıyı gösterir.

 

“Türkân Yeşilyurt’la...

Türkân bak!/ bu, Rum’un çeyizi/ bu, yatağımın üç katı bürümcük çarşaf/  dört odaya sığdıramadığım koltuk,/ iki gümüş kaşık, iki üzüm desenli tabak//

verandaya tahta kasnakla gerili şaşkınlık benim/ kasnak, Rum’un Türkân!/kapının ısrarla çalan zili, ağzımın içindeki hava akımı/ voltaren betaserk kalsiyumsandoz, ejderhalı fincan/ Borges’in ve pijamamın yanında duran//

ejderha benim, veranda kimin/ göğüs boşluğundan sarkıyoruz tanrının/ Karl Johann Sokağında bir Akşam.”

(Öncül/ Siakalli 2021: 184)

 

Kıbrıslı Türk şair Senem Gökel (d.1982), “Kıbrıslı Bir Aile Portresi” adlı şiirinde, Kıbrıslı Rumların düğün çelenklerini yatak odalarının duvarına asma geleneğine gönderme yaparak bir Kıbrıslı Türk olarak büyüdüğü evinin duvarında bir Kıbrıslı Rum gelinin duvağının duvarda asılı olduğunu anlatır. Şiirdeki kişi çocukluğu boyunca bir başkasının duvağının duvara asılmış olduğuna işaret ederek, hem bazı evlerde yeni sakinlerin Kıbrıslı Rumlardan kalan eşyaları olduğu gibi bıraktıkları, hem de yaşı nedeniyle hayatında Kıbrıslı Rum görmemiş birçok Kıbrıslı Türk gencinin Kıbrıslı Rumların eşyalarıyla birlikte büyüdüğü gerçeğini ortaya koymaktadır.

 

“[…]

Rum gelinin duvağı, ahşaptan yürek/ çerçevenin içinde,/ çocukluğum boyunca, duvarda,/ sahibini bekledi. […]”

(Gökel 2021)

 

Sonuç

Kıbrıs'ta “Biz” kavramının nihai kurban ve “Öteki” kavramının da nihai fail; "Biz"in masumlar ve "Öteki"nin suçlular ile ebedi düşmanlar olduğu günümüzde, Kıbrıslıcılar, ortak bir Kıbrıslı kimliği yaratırken “Biz” ve “Öteki” kavramlarını yeniden tanımlamaya kararlıdırlar. Kıbrıs merkezli bir bakış açısı benimseyen Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk şairler, şiirlerini “Biz” ve “Ötekiler” arasındaki etkileşimi yeniden kurmak için kullanmakta ve her kavrama yeni anlamlar vermekteler. “Öteki”, geçmişlerinin önemli bir dönemi paylaştıkları eski bir ağabey, eski bir komşu, eski bir dost, eski bir sevgilidir. “Öteki” aynı zamanda adanın yeniden birleşmesi mücadelesini ve gelecekte barış içinde bir arada yaşama umudunu paylaştıkları yeni bir dost, yeni bir meslektaştır. “Öteki” ortak bir memlekette bugünü ve geleceği paylaşabilecekleri bir yabancı da olabilir. Öteki, “Biz”in aynası olur ve “Biz” aynı zamanda “Öteki”dir. Bu şekilde “Biz”, bir geçmişi paylaşan, ortak bir gelecek arzulayan ve bunun için şimdide gerekli çabayı gösteren Kıbrıslılardır.

 

Kaynakça:

  1. Latin Alfabesi

 

  1. Bryant, Rebecca. Imagining the modern: The cultures of nationalism in Cyprus. IB Tauris, 2004.
  2. Bryant, Rebecca. “History's remainders: on time and objects after conflict in cyprus.” American Ethnologist 41.4 (2014): 681-697.
  3. Calotychos, Vaggelis, ed. Cyprus and Its People: Nation. Identity, and Experience in an Unimaginable Community. Boulder, CO: Westvie, 1998.
  4. Canefe, Nergis. Anavatandan yavruvatana milliyetçilik, bellek ve aidiyet. Vol. 20. İstanbul Bilgi Üniversitesi, 2007.
  5. Demirağ, Fikret. Tüm Eserleri, Lefke Avrupa Üniversitesi, 2018.
  6. Günalp, Özlem Salman. “Kıbrıs Sorunu Paradoksunda Görsel Kültür Ortaklığı ve İki Toplum.” LAÜ Sosyal Bilimler Dergisi 2.2 (2011): 50-69.
  7. Karayanni, Stavros Stavrou. “Towards an Epistemology of Longing: Gender Disruptions and Resistance in Cyprus Narratives of Displacement.” Kunapipi Journal of Postcolonial Writing and Literature: Cyprus 33.1 (2011): 231-244.
  8. Katsigianni, Anna-Marina. “Identities on the Go: Homelands and Languages in Balkan and Turkish–Cypriot Literature.” Hiperboreea 6.1 (2019): 29-44.
  9. Kemal, Bahriye. Writing Cyprus: Postcolonial and partitioned literatures of place and space. Routledge, 2019.
  10. Mavratsas, Caesar V. “The ideological contest between Greek‐Cypriot nationalism and Cypriotism 1974–1995: Politics, social memory and identity.” Ethnic and Racial studies 20.4 (1997): 717-737.
  11. Öncül, Tamer. 30 Yıllık Birikim / Belgelerle Kıbrıs Sanatçı ve Yazarlar Birliği. Işık Kitabevi, 2020.
  12. Öncül Tamer, Siakalli Maria (eds). Kıbrıs Barış Şiirleri, Kıbrıs Sanatçı ve Yazarlar Birliği, 2021.
  13. Peonidou, Elli. “Illicit Lovers: poetry crossing borders”. Cultures of Memory/ Memories of Culture. University of Nicosia (2007): 23– 30.
  14. Psaltis, Charis. “Collective memory, social representations of intercommunal relations, and conflict transformation in divided Cyprus.” Peace and Conflict: Journal of Peace Psychology 22.1 (2016): 19.
  15. Psaltis, Charis, Huseyin Cakal. “Social identity in a divided Cyprus.” Understanding peace and conflict through social identity theory: Contemporary global perspectives (2016): 229-244.
  16. Stavrou, Valentini. “When 1963 and 1974 never happened”. Cadences 11 (2015): 68-69.
  17. Tekhanlı, Tuğçe, Timotheou, Andreas. Şiir. Kıbrıs Yazarlar Birliği, 2016.
  18. Yaşın, Mehmet, ed. Step-mothertongue: from nationalism to multiculturalism: literatures of Cyprus, Greece and Turkey. Middlesex University Press, 2000.
  19. Yaşın, Mehmet, Toplu Şiirler 1997-2002, Everest Yayınları, 2007.
  20. Yaşın, Neşe. Kapılar. Cem Yayınları, 1992.
  21. Zembylas Michalinos, Zvi Bekerman. “Education and the dangerous memories of historical trauma: Narratives of pain, narratives of hope.” Curriculum inquiry 38.2 (2008): 125-154.

 

 

  1. Yunan Alfabesi

 

  1. Κλεάνθους, Κώστας. Αδελφέ μου Οσμάν. Κ.Σ. της ΕΔΟΝ, 1975.
  2. Μολέσκης, Γιώργος. Ανοιχτός Ουρανός. Βακχικόν, 2022.

 

  1.  İnternet Kaynakları
  1. Gökel, Senem. Kıbrıslı Bir Aile Portresi, 2021 https://www.yeniduzen.com/bellapaisin-bekcisi-17035yy.htm
  2. Kouyalis, Theoklis. “The Turkish Woman Bahire”. Excerpta Cypriana 6:3, Summer 2009 https://iwp.uiowa.edu/91st/vol6-num3/two-poems
Bu haber toplam 4133 defa okunmuştur
Gaile 504. Sayısı

Gaile 504. Sayısı