Kıbrıs sorunu AB sorunu olur mu?
Geçen hafta yapılan liderler buluşmasında yaşanan skandal sonrası Anastasiadis Atina’nın yolunu tuttu. Muhtemelen önceden planlanan ama skandalın arkasına denk geldiği için Rum liderin rutin Atina ziyaretinden daha fazla ilgi gören son Atina ziyaretinin perde arkası da aralanmaya başladı.
KKTC Cumhurbaşkanlığı tarafından yapılan yazılı açıklamada Anastasiadis’in “görüşme sırasında sinirlendiği, bu nedenle arka arkaya 3 tane sigara içtikten sonra gözlüğünü masaya fırlatarak hiçbirşey söylemeden toplantı salonundan ayrıldığı” iddia edildi. Bu nedenle henüz görüşmelerin devam edip etmeyeceği de netleşmedi. Ama anlaşılan Anastasiadis rotayı başka yöne çevirmeye çalışıyor.
Siyasi gözlemcilere göre Anastasiadis Atina’da muhtaplarına “Eroğlu’nun müzakerelerin ilerlemesiyle hiç ilgilenmediği ve hilebazlık sergilemekte olduğunu bu nedenle müzakereleri yönlendiren Türkiye’ye baskı yapılması gerektiği” yönünde görüş belirterek AB’nin aktif olarak devreye konması çabalarına destek istedi.
Yunanistan Başbakanlığı’nda gerçekleştirilen görüşmeler sırasında AB’nin Kıbrıs sorununda bugüne kadar ortaya koyduğu; ‘Kıbrıslılar bir çözümde anlaşırsa biz altına imza atmaya hazırız’ doktrininin “artık geçerli olamayacağı, Brüksel’in, sorunun parçası olması gerektiği” söylendi.
Bu yeni bir durum değil. Rum tarafı AB üyeliğini resmen aldığı Aralık 2002 ve fiilen üye olduğu 1 Mayıs 2004 tarihinden bu yana bu yönde çaba ortaya koymaktadır.
Ancak bugüne kadar bunda başarılı olamadı. Zaten bu taleplerini çok fazla öne çıkaramadılar. Çünkü Nisan 2004’de gerçekleşen referandumda BM ve AB tarafından desteklenen çözüm planına verdikleri %76 oranındaki ‘Hayır’ oyu ile kapıya kadar gelen çözümün gerçekleşmemesi yalnızca biz Kıbrıslı Türklerde değil, AB ülkelerinde de hayal kırıklığı yaratmıştı.
Referandumun ardından dönemin AB Genişleme Komiseri Günther Verheugen “Rumlar tarafından aldatıldıklarını” itiraf etmişti. Bu nedenle uzun yıllar Rumların “Kıbrıs sorununu AB sorunu haline getirme çabaları” AB’den yüz bulmadı.
Özellikle 2004’den, 2009’a kadarki sürede gerek Talat’ın, gerekse de CTP’li hükümetin ve Meclis’in AB nezdinde yaptığı girişimler Rumların bu taleplerini yüksek sesle bile dile getirmesine engel oldu.
Aynı dönemde Kıbrıs görüşmelerinde Türk tarafının insiyatif alması, istekli olması ve Eylül 2008’de görüşmelerin yeniden başlamasının bu sayede gerçekleşmesi, görüşme sürecinde de sürekli yeni alternatiflerle süreci ilerletmesi Rumların başka arayışlara yönelmesine engel oldu.
Ancak 2009’da iktidara gelen UBP ve 2010’da Cumhurbaşkanı seçilen Eroğlu aynı çabayı göstermedi. AB ile ilişkilerimiz eski düzeyinden çok gerilere gitti. Görüşme sürecinde de süreci ilerletmeyi değil, suçlama oyunu ile karşı tarafı masadan kaçırmayı marifet sayan eski zihniyet yeniden hortladı.
Bu nedenle görüşmelerde Eylül 2008-Nisan 2010 arasında sağlanan ilerlemeler bile geri götürüldü. Eroğlu görüşmelere ortak bir çözüme ulaşmak için değil, çözümün olmayacağını göstermek için katılıyor.
Anastasiadis ise seçildiği günden bu yana çözüme değil, başka konulara odaklanmıştır. Önce ekonomik sıkıntıları bahane ederek zaman istedi. Sonra “ortak açıklama olamazsa olmaz” diyerek tanımlanmış zemini yeniden tanımlamak istedi. Eroğlu da buna evet deyince yaklaşık 6 ay daha kaybedildi. Ortak açıklama imzalanarak görüşmeler başladıktan sonra da bu kez “Güven yaratıcı önlemler” başlığını öne çıkararak Maraş’ın bu çerçevede eski sahiplerine iadesini talep etmeye başladı.
Bu durumda görüşmelerde herhangi bir ilerleme sağlanması imkansız hale geldi. Ne Eroğlu, ne de Anastasiadis kapsamlı çözüme odaklanmamakta, aksine görüşme sürecinde elde edeceği “tavizlere” odaklanmaktadır.
Bu anlamda Rum tarafının eski ama yeni stratejisini iyi değerlendirmek gerekir. Bugüne kadar başarılı olmayan bu strateji artık başarılı olabilir. Çünkü görüşmelerin Türk tarafında masada “çözümsüzlük çözümdür” diyen eski zihniyet oturmaktadır.