KIBRIS SORUNU VE KÜRT SORUNU…
YA BİRLİKTE ÇÖZÜLECEK YA BİRLİKTE ÇÖZÜLECEK…
Türkiye iki büyük sorunu, Kıbrıs ve Kürt sorununu çözmeden demokratikleşemez. Üstelik eş zamanlı ya da en azından birbirini izleyen bir zaman diliminde çözmek zorunda olduğumuz iki temel sorun bu.
Birb
YA BİRLİKTE ÇÖZÜLECEK YA BİRLİKTE ÇÖZÜLECEK…
Türkiye iki büyük sorunu, Kıbrıs ve Kürt sorununu çözmeden demokratikleşemez. Üstelik eş zamanlı ya da en azından birbirini izleyen bir zaman diliminde çözmek zorunda olduğumuz iki temel sorun bu.
Birbiriyle paralel olduğu kadar, çok fazla benzeşen yanları da var bu iki sorunun. Kıbrıslı Türklerin ve Kürtlerin talepleri de, Türkiyeli Türklerin ve Rumların konuya yaklaşımı ve davranışları da benzerlikler içeriyor.
Türkiyeli Türk “resmi görüşüne göre” Kürtler, Kıbrıslı Rum “resmi görüşüne göre de” Kıbrıslı Türkler “ayrılıkçı”dır.
1980’lerden sonra Öcalan ismi Türkiyeli Türk resmi görüşü için ne ifade ediyorsa, 1960’lardan itibaren Denktaş ismi de Kıbrıs Rum resmi görüşü için aynı şeyi ifade eder.
Kıbrıs’ın güneyinde barış isteyen ve Kıbrıslı Türklerle eşit birlikteliği savunanlar milliyetçilerin öfkesini ne ölçüde çekmişse Türkiye’de de Kürtlerle eşit birlikteliği savunanlar benzer öfkeyi, hatta çok daha fazlasını göze almak zorunda kalmıştır.
Kıbrıslı Türklerin büyük çoğunluğu “Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti” içerisinde etnik kimliklerinden kaynaklanan tüm haklarının kendilerine teslim edildiği, “eşit ve özgür” koşullarda bir arada yaşamayı istiyorlar. Bir kesim koşulsuz şartsız Kıbrıs Cumhuriyeti çatısı altına girmekten yana. “Eşitlik” koşuluyla Birleşik Federal Kıbrıs’ı savunanlar olduğu gibi tartışmasız biçimde “ayrılıkçılıktan”, ayrı devletten yana olan unsurlar da var. Gerçi Rum resmi görüşünü savunanlar ve Kıbrıslı Türk radikal milliyetçi ayrılıkçılar için “bir arada yaşama fikri” tüyleri diken diken eden ve kulak tırmalayan bir şey ama en sağcılar bile en azından “resmi ortamlarda” federasyonu savunmak zorunda kalıyorlar.
Kürtlerin büyük çoğunluğu da Türkiye Cumhuriyeti içerisinde kimliklerinden kaynaklanan tüm haklarının garanti altında olduğu “eşit ve özgür” bir birlik istiyorlar. Devlete ve PKK’ya rağmen Kürtler arasında geleceğe ilişkin tahayyüller hala çeşitliliğini koruyor. Bir kesim Federasyonu savunuyor örneğin. Küçük bir kesim net biçimde “ayrılıkçılığı” telaffuz ederken; ayrılıkçı olduğu sanılan PKK, Kürtleri yeni Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na konması konusunda en geniş mutabakat sağlanan “Avrupa Yerel Yönetim Şartı”nın bile gerisinde bir çıkış olan “demokratik özerkliğe” razı etmeye çalışıyor.
Tabii burada belki de en eğlenceli yana dikkat çekmeden edemeyeceğim: Kemal Burkay gibi “ılımlı” sayılan bir Kürt lider Federasyon gibi “ileri” bir çözümü savunurken, PKK gibi “radikal” sanılan bir örgüt ise “demokratik özerklik” denilen “şaşılacak kadar geri” bir çözümü koyuyor toplumun önüne. Çok hoş değil mi?
Ama bundan da eğlenceli olan Türkiye resmi görüşünün tutumu elbette…
Türkiye resmi görüşü Kıbrıs’ta “ayrılıkçılığı”, kendi topraklarında ise “katı üniterizmi” savunuyor.
Türk resmi tezinin katı üniterizminin mantıksal dayanağını devlet kavramını açıklayış biçiminde aramak gerekiyor. Zira Türk resmi tezine göre bir devletin asli unsurlarını “millet-dil-din-tarih-kültür ve ülkü birliği” oluşturuyor. Buradan hareketle, Türk resmi görüşünü savunanlar Kıbrıs’ta ayrı dili, ayrı dini, ayrı tarihsel geçmişi, ayrı kültürü ve nihayetinde ortak yaşama arzusu bulunmayan iki ayrı halk bulunduğunu, bu nedenle de “Birleşik Federal Kıbrıs’ın” olamazlığına ikna etmeye çalışıyorlar bizi. Tabii buna bir de 50’lerden, 60’lardan itibaren yaşanan çatışmalar ve “dökülen Türk kanını” da ekliyorlar… Bu nedenle kat-kravat politikacılar, apoletli paşalar ne zaman Kıbrıs’tan söz etseler gözümüzün içine baka baka ayrılıkçı tezler ileri sürüyor, “iki ayrı halk, iki ayrı devlet” manzumesini tekrarlayıp duruyorlar…
Aynı kat-kravat politikacılar ve apoletli paşalar Türkiye coğrafyası söz konusu olduğunda akıllara seza bir tavır sergilediler yakın zamana kadar.
“Kürt yok, dağlarda yürürken kart-kurt sesi çıkartan eski bir Türk boyu bunlar” diye zırvalamalarının sebebi buydu. Zira Kürt kimliğini kabul etseler “millet birliği” tezleri çökecekti. Çöktü de nitekim! “Kürt yok”tan “Bin yıldır kardeşiz”e geldiler önce, şimdi de “et ve tırnak gibiyiz” diyorlar da fırsat buldukça tırnakları sökmek için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar maşallah!
“Kürtçe diye bir dil yok” diye tutturmalarının sebebi buydu. Zira kabul etseler “dil birliği” tezleri çökecekti gümbür gümbür! Çöktü mü? Çöktü netekim! TRT Şeş’te herhalde Türkçenin bir lehçesiyle yayın yapmıyorlar değil mi?
Kıbrıs’taki ayrılıkçılıklarına zemin oluşturan “çatışma ve güvenlik endişesi” ise hepten sıkıntılı. Türkiye’deki kirli savaşta 30 yılda 40 bin insan öldü. Kahramanmaraş, Çorum katliamları işte şuracıkta duruyor… Çatışmaysa Kıbrıs’takinden kat be kat fazla çatışma! Güvenlikse güvenlik!
Türkiye nüfusunun artık sadece Türklerden mürekkep bir nüfus olmadığı, Türkiye coğrafyasında sadece Türkçe konuşulmadığı gerçeğine 80 yılda gelebildik. Ayrı bir dil konuşan farklı bir halkın varlığını kabul etme noktasında o halkın kendine ait bir tarihi ve kültürü olduğunu da kabul etmek zorunda kalıyorsunuz ister istemez. Öyle ya, dilini kopardığınız, varlığını yok saydığınız halk herhalde sizden çok farklı bir acılı tarihe sahip ve o tarihten süzülen acılı bir kültürü üretti? Çöktü mü böylece “ortak tarih, ortak kültür”?
Kala kala ne kaldı? Ortak gelecek ülküsü, bir arada yaşama arzusu…
İşte o en netameli konu…
Kürtlerle “bir arada yaşamayı mümkün kılacak” tek ortak paydayı, “bir arada yaşama arzusu ve ortak gelecek ülküsünü” yok edip etmeme kararı şimdi Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ellerinde…
Türkiye İnkâr ve imha politikasından, Kürtleri yok saymaktan vazgeçtiğini açıklayıp bunu kanıtlayacak fırsata tam da bugün sahip:
Anayasal vatandaşlığı esas alan, ülkeyi gerçekten Türklerin, Kürtlerin, Lazların, Çerkezlerin, Ermenilerin, Rumların, Yahudilerin, Müslümanların, Alevilerin, Sünnilerin, Dinsizlerin, kadın ve erkeklerin, farklı cinsel yönelimlerin, gençlerin, çocukların bir arada yaşamaktan mutlu olacakları, gurur duyacakları bir ortak vatana dönüştürecek sivil-demokratik bir anayasa!
PKK’nın “demokratik özerklik” gibi akıl almaz gerilikteki dayatmasına karşı, Avrupa Yerel Yönetim Şartını da içeren, sivil anayasa tartışmaları kapsamında gerekirse federasyonu da tartışmaya açan (herkes her şeyi tartışmaya açık olduğunu söylüyor hazır) eşit ve onurlu bir toplumsal ortaklık anlaşması!
Artık bir kan davasına dönüşmekte olan bu kirli savaşı “galibi ve mağlubu” olmaksızın onurlu bir mutabakatla sonlandırmanın yolu Türkiye coğrafyasında yaşayan tüm halkların gönül rahatlığıyla evet diyebilecekleri bir sivil-demokratik anayasanın ortaya konmasıdır.
Radikal görünümlü pasifistlerin korkusu da bu zaten! İnisiyatifi elden kaçırma, pozisyonlarını yitirme korkusu! Onun için oturup hızla anayasa tasarısı hazırlamak yerine ne anlama geldiğini kendilerinin bile bilmediği bir demokratik özerklik zırvalığını apar topar ortaya sürdüler. Oysa gerçekten sivil, gerçekten demokratik bir anayasayı yürürlüğe sokabildiğimiz gün Türkiye’de Kürt sorunu diye bir şey kalmayacak…
İşte o gün bildiğimiz Türk resmi görüşünün sonlandığı gün olacak ki, bu aynı zamanda Türkiye’nin Kıbrıs algısını da değiştirebilecek.
Ha, tabii ki Türkiye’nin Kıbrıs ilgisinin kafamıza çakıldığı gibi “hamasi” bir milli ilgiden ibaret olmadığını biliyoruz. “Stratejik çıkarlar” ve “enerji haritasında güçlü pozisyon alma arzusu” gibi artık ağızda saklanamayan baklalar tabii ki bildiğimiz gerçekler. Ancak ne zaman ki ağdalı hamasi milliyetçiliğin arkasından iş çevirme alışkanlığı biter, ne zaman ki Türkiyeli Türkler ile Kıbrıslı Türkler “eşitlik ve karşılıklı çıkarlar temelinde” bir çözüm ortaklığında anlaşır, işte o zaman hayatın önümüze koyduğu yeni gerçekleri tartışabiliriz…
İşte o gün, Kıbrıslı Türkler Türkiye ile oturacakları masada coğrafi konumlarından ve zenginliklerinden kaynaklanan güçle bir “besleme” değil, çözüm ortağı olmanın onuruyla hareket edebilirler.
Kıbrıslı Türkleri de Türkiyeli Kürtleri de, Türkiyeli Türkleri de aynı anda mutlu edecek formülü, sivil-demokratik anayasayı hazırlamak ise herhalde sadece AKP’ye ihale edilemeyecek kadar ciddi ve önemli bir iş olsa gerektir…
Artık homurdanmayı bırakıp herkes elini taşın altına sokacak ve süratle sivil demokratik anayasa tasarısını hazırlayıp kamuoyunun tartışmasına sunacak mı yoksa yine birileri çıkıp “AKP anayasasına hayır” mı diyecek?
“Cânım efendim, Türkiye’de hazırlanacak Anayasa ancak AKP anayasası olur” diyen teslimiyetçiler yine görev ve sorumluluktan kaçma hazırlığında görünüyor! Hayır efendim! Önünde yeterli zaman var! Topla uzmanlarını, hazırla anayasa taslağını. Kur meydanlara standlarını ve çıkıp nasıl bir anayasa istediğini anlat kamuoyuna…
Ya bu ülkeyi AKP anayasasına mahkûm etmeyecek hazırlığı yapıp meydan meydan mücadele ver, ya da sonsuza kadar sus!