Kıbrıs Sorunu’na Çözüm Arayışları ve Kendi Ayakları Üzerinde Durabilmek
Kıbrıslı Türkler, yıllardır çeşitli siyasi çalkalanmaların, ambargoların, dış kaynaklı ekonomik ve siyasi krizlerin içerisinde, her zaman ekonomik ve siyasi istikrara sahip bir ülke olmanın hayalini kurdular. Kıbrıs sorunu ve ekonomik bağımlılık, bu gelecek arayışlarının önüne çıkan en büyük engeller oldu. Diğer yandan, bu iki temel sorunun rasyonel bir şekilde yönetilemeyişi, Kıbrıslı Türkleri uluslararası hukuk dışına itmiş olup izolasyonlar ve ambargolar hayatımızın bir gerçeği olarak kanıksanmıştır.
Şu an geldiğimiz aşamada ise Kıbrıslı Türkler, ekonomik ve siyasi istikrara sahip bir ülke olma hayaline maalesef yaklaşamamıştır. Ancak bu ülkenin hamaset sloganlarıyla değil, ülke gerçekleri çerçevesinde rasyonel bir şekilde yönetilmesi durumunda bu hayale ulaşmak için gerekli zeminler mevcuttur. Kendimize yakıştırdığımız demokratik anlayışa sahip müreffeh ve istikrarlı bir gelecek çabaları kanımca başarılamaz değildir. Tabii ki bu çabaların başarıya ulaşması, ancak rasyonel politikaların ciddi bir şekilde uygulanmasıyla mümkün olabilir. Aksi halde ise, ciddiyetten ve realiteden uzak, uluslararası hukuku sarfınazar eden devlet yönetimleri ile ise böyle bir geleceğe ulaşma bir yana dursun, Kıbrıslı Türklerin gelecekte de Ada üzerinde var olmalarının ciddi riskler altına girmesine neden olur.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Guterres’in, Eylül ayındaki BM Genel Kurulu çalışmaları vesilesiyle New York’ta bulunan Kıbrıs’taki her iki Cumhurbaşkanı ile yaptığı görüşmelerin ardından, çözüm yönünde yeniden inisiyatif alacağı sinyalleri vermesi, ülkemizdeki birçok tartışılmış konuyu sil baştan gündemimize gelmiştir. Görüyoruz ki, Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik süregelen federal çerçevedeki çözüm çabaları bir yanda, hükümetimizin bu konudaki duruşu ise başka bir yanda. Hükümetimiz federal çözümün yeterince irdelendiği ve çok zaman harcandığı, bu sebeple, bundan sonraki süreçte iki ayrı devletli çözüm modellerinin tartışılması gerektiği algısını yaratmaya çalışıyor. Hatta bu yaklaşım hükümet programına dahi taşınmış ve ‘AB çatısı altında iki devlet’ modeli olarak yer almıştır. Ancak söylemeliyim ki, bu yaklaşımın ne tartışılacak bir zemini ne de en küçük bir ihtimal dahilinde de olsa olabilirliği vardır. Pek tabii, federal yapı çerçevesinde süren çözüm çabalarının çok uzun bir zamandan beridir hala sürüyor olması halkımızı usandırmış ve ümidini zayıflatmıştır. Ancak federal çerçeveden uzaklaşmak, nereye varacağı belli olmayan uluslararası hukuk dışına sürükleneceğimiz bir macera değil midir?
İkinci bir konu, Dışişleri Bakanımızın yürüttüğü ve gündemimize yerleşen Kapalı Maraş’ın açılması hususu var. Maraş’ın açılma modeli ile ilgili her gün yeni bir şeyler söylenmektedir. Hatta “Las Vegas olacak” gibi söylemler de olmuştur. Maraş’ın hangi şekilde açılacağı ile ilgili Birleşmiş Milletlerin kararları vardır. Bu kararlarda herhangi bir değişiklik olmadan Maraş’ta atılacak herhangi bir adım yine Kıbrıslı Türkleri Uluslararası hukukun dışına itecek ve geleceğini risk ve belirsizlik altına alacaktır. Maraş’ın doğru bir yaklaşımla bütünlüklü çözüme yakınlaşma hedefiyle açılmasına fazla itiraz eden olmaz sanırım. Hatta 1994 yılında, Birleşmiş Milletler tarafından, Maraş’ın “Güven Yaratıcı Önlemler” çerçevesinde açılması ve buna paralel eş zamanlı olarak Uluslararası Lefkoşa Hava Alanı’nın da açılması önerilmişti. Bu öneri o tarihte kabul edilmiş olsaydı, belki de bugün bütünlüklü çözüme ulaşmış olacaktık ve hala daha çözemediğimiz serbest ticaret ve direkt uçuşlar konusunda da herhangi bir problemimiz kalmayacaktı. Ancak hatırlanacağı üzere, bu öneriye o dönemde tek destek veren Cumhuriyetçi Türk Partisi olmuştu. Diğer yandan, bu öneriyi reddedenler ise bugün Maraş’ı kafalarına göre açma hırsında olan kesimlerdi maalesef.
Kıbrıs Sorunu’na çözüm arayışlarımız sürerken, bir yanda da hayat Kıbrıslı Türkler için durmamaktadır. Dolayısıyla Kıbrıslı Türklere hak ettikleri şekilde demokratik ve müreffeh bir yaşamın sunulması gerekir. Böyle bir yaşamın temelinde de kendi ayakları üzerinde durabilen rasyonel bir ekonomik yapının oluşturulması vardır. Dolayısıyla hükümetlerin yaklaşımı tamamen buna yönelik olmalıdır. Elde edilecek dış yardımlar bir gereksinim olarak değil, ek imkan olarak ekonomimize enjekte edilmelidir. Bunun yapılabileceğinin mümkün olduğunu 15 ay süren Tufan Erhürman Hükümeti bizlere göstermiştir. Dolayısıyla rasyonel bir ekonomik model ve bu modeli yönetip uygulayabilecek bilinçte bir yönetim halkımıza çok daha müreffeh istikrarlı bir yaşam sunabilir.
Sonuç olarak Kıbrıslı Türklerin bu adada tutunabilmelerini sağlayacak ve bizlere daha güvenli bir gelecek sağlayacak unsurun, Kıbrıs Sorunu’nun çözümü ile ilgili çabaların uluslararası hukuk çerçevesinde sürdürülmesi ve kendi ayakları üzerinde durabilecek bir ekonomik yapı oluşturulması olduğu inancındayım. O yüzden federal çözüm çerçevesinden asla uzaklaşılmamalı ve Maraş konusunda ise kişisel hırslarımız çerçevesinde değil, BM kararları çerçevesinde hareket edilmeli ve bütünlüklü çözüm hedefiyle Maraş mevzu edilmelidir. Kıbrıs Sorunu ve Maraş konularının yanı sıra hayatın sürdüğü unutmamalı ve hükümetlerin toplumlarına iyi bir yaşam sunma sorumluluğu göz ardı edilmemelidir. Dolayısıyla Kıbrıs Sorunu’ndaki siyasi süreç her ne kadar bizler için çok önemli olsa da, halkımız için kendi ayakları üzerinde durabilen bir ekonomik yapının yaratılmasının da ayni derecede önemli olduğu unutulmamalıdır.