“Kıbrıs sorununun çözümü için iki farklı yaklaşım…”
Antifaşist barış aktivisti, değerli arkadaşımız Dimitris Hacıdimitriu, Kıbrıs sorununun çözümünde iki farklı yaklaşımla ilgili olarak düşüncelerini kaleme aldı.
Biz de bu yazısını okurlarımız için özetle Türkçeleştirdik…
Dimitris Hacıdimitriu, “Kıbrıs sorununun çözümü için iki farklı yaklaşım” başlıklı makalesinde şöyle yazıyor:
*** Öncelikle sözcüklerden başlayalım, Kıbrıs’a gerçekten de iki farklı çözüm yaklaşımı bulunmaktadır. Sağcı politikacılar çok net ve bilinçli olarak tepeden inme bir çözümün propagandasını yapmaktadırlar. Burjuvazi için çözüm olasılığı ancak kendi aralarında yapılacak müzakerelerden çıkabilir. Ne yazık ki sol alanda bir kafa karışıklığı vardır ve her zaman tam olarak ne yapıldığının bilincinde olmaksızın, her iki yaklaşım da takip edilebilmektedir.
*** Tepeden inme bir çözüm nettir. Ancak bizim “Alttan gelen çözüm”den ne kastettiğimizi de açmalıyız. Pek az insan bunu akılda tutacaktır, pek azı da bunu duymuştur ve daha da az sayıda insan bunu destekleyip bilinçli olarak ilerletmeye çalışacaktır – ancak pek çok insan da içgüdüsel olarak bunu destekliyor.
*** Alttan gelen yaklaşım, sade yurttaşların aktif eylemleriyle, iki toplumlu etkinliklerle, toplumları harekete geçirmekle ve Kıbrıs sorununun ele alınmasında hükümetin yaklaşımlarına karşı sokak eylemlerini anlatır.
*** Alttan gelen çözümün dayanacağı sade yurttaşların çabalarının binlerce örneği mevcuttur. Burada birkaç örnek vermek istiyorum:
- Kutlamalar için bir araya gelen iki toplumun etkinlikleri vardır. Örneğin Pelatusa köyünde bugün orada yaşayan Kıbrıslırumlar, geçmişte bu köyde yaşayan Kıbrıslıtürk Pelatusalılar’ı sanatsal bir gece için davet etmişler, birlikte şarkılar söylemişler, dans etmişler ve yiyip içmişlerdir. Benzer etkinlikler Kıbrıs’ın iki karma köyünden bir diğeri olan Pile’de de yapılmaktadır. Bunlar sadece iki örnektir.
- “Ortak acımız bizi birleştiriyor” başlığı altında “kayıp” şahısların anıldığı iki toplumlu anma toplantıları yapılmaktadır. Aynı şekilde savaş esnasında birbirini kurtaran insanların onore edildiği etkinlikler de yapılmıştır.
- Ledra Sokağı (Uzunyol) geçişinin açılması için kampanya yürütülmüş ve sonuçta bu başarılı olmuştu. Bu hareket burasının (yeniden) açılarak açık tutulması ve Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar arasında özgür temaslar için eylemlerini sürdürmektedir.
- Ledra Palas’ta bulunan Dayanışma Evi’nde her yıl Kıbrıs’tan sol hareket bir araya gelerek konuşmalar ve seminerlerle, Kıbrıs sorununun analizini yapmaktadır.
- Okullardan öğrenciler ve öğretmenler pek çok karşılıkı ziyaret yaparak deneyimlerini, görüşlerini, kültürlerini vs. paylaşmaktadırlar.
- Pek çok iki toplumlu örgüt, sosyal medya sayfalarına sahiptir, örneğin İki Toplumdan 1963 ve 1974 Kayıpları sayfası, İki Toplumlu Barış İnsiyatifi-Birleşik Kıbrıs Grubu sayfası gibi…
Tüm bunlar pek çok örnekten yalnızca birkaçıdır.
Alaycılar bize “Bunlar çok güzel, kim yemek içmek ve şarkılar, türküler ve dedikoducukları dinlemek istemez” diyor bize… Sağcılar ve alaycılar bizlere gerçek ve nihai bir çözümün ancak müzakereler aracılığıyla bulunacağını söylüyor. Ancak tepeden gelecek bir çözüm mümkün imiş ve geriye kalan her şey ütopya ve bir yaz gecesi rüyasıymış diyorlar.
Benim görüşüme göre bu yanlış bir yaklaşımdır.
Burjuva politikacılarını nereye giderlerse gitsinler müzakerelere girişerek her istediklerini yapmalarına müsaade ederek onları alkışlamakla Kıbrıs ileriye değil, geriye doğru gitmektedir. Özellikle bugünlerde denizlerdeki hidrokarbonlardan ötürü, taksim nedeniyle milyarlarca dolar kar elde ediyorlarken…
Alttan gelen yaklaşımlar nedeniyle çözüme doğru atılmış olan adımları unutmayalım…
“Kayıplar” konusuna bakacak olursak, burjuva politikacılar “UNUTMAYACAĞIZ” sloganıyla toplu bir unutuşa geçmişlerdi çünkü pek çok “kayıp” şahsın nereye gömüldüğünü biliyorlar ve bunu söylemiyorlardı ve bizi deli ettilerdi… Milliyetçi bir çatışmada binlerce sade yurttaş öldükten sonra, burjuvazi ta başından ellerinde olan gizli bilgileri paylaşmayarak, “kayıp” yakınlarının trajedisini uzatıp durmuşlardır. Bunlar o kadar ikiyüzlüdürler ki, “barbar Türkler”den söz eden nutuklar atarken, aslında kendileri daha da barbardılar… Bir kadın, kocasının nereye gömülü olduğunu öğrenince sonuçta giderek kendi elleriyle orayı kazmış ve yetkililer de onu durdurmak için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardır. Sonuçta “kayıplar” konusu Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum gazetecilerin bilgi için bastırmaya başlamaları ve bu kent politikacılarını da harekete geçmeye zorlamaları sonucu, onlar için tümüyle bir utanç kaynağı olmadan ilerlemeye başlamıştır.
Barikatların 2003 yılında açılması da alttan gelen baskılar sonucu ileri gidebilen bir diğer adımdı – yine bu kent politikacıları eylemsizlikten harekete geçmeye zorlayan bir olaydı bu. Binlerce Kıbrıslıtürk eylemler ve sokak gösterileriyle Denktaş’ı ödün vermeye zorlamışlardı çünkü eğer Denktaş onlara önemli bir şey vermezse, neredeyse devrim yapacaklardı. Modern tarihin en gerici politikacılarından biri olan Denktaş bu barikatları bir gün ansızın kutsal ruh tarafından aydınlatıldığı için açmamıştır, alttaki sade Kıbrıslıtürkler’in onu zorlaması sonucu ve korktuğu için böyle yapmıştır. (*)
Daha pek çok şey eklenebilir ancak bu noktada burada durayım – ortaya koymak istediğim noktaları sanırım koymuş bulunuyorum… Umarım bu yazım bir tartışma başlatır…”
(*) Bu noktada Dimitris Hacıdimitriu arkadaşımızın belki bilmediği veya yazısında yer veremediği önemli bir nokta daha vardır ki o da, geçiş hakkı engellendiği için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde dava açan ve bu davayı kazanan Ahmet Cavit An’ın davayı kazanması sonrası barikatların açılmasıydı… Tabii ki binlerce Kıbrıslıtürk’ün meydanlardaki eylemleri ve bir sonraki eylemin barikatlarda yapılarak barikatların yıkılabileceği endişesi de, 23 Nisan 2003’te aniden barikatların açılmasına yol açmıştır diye inanıyoruz – S.U.
(Όμιλος Αριστερού Κινηματογράφου Λάρνακας/Larnaka Solcu Sinema Grubu sosyal medya sayfası – Dimitris Hacıdimitriu – Özetle Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN – 22.6.2020)
“Mustafa’nın yanağından süzülen gözyaşı, ülkemizin gözyaşıdır…”
Kostas Katsonis
Kıbrıs Radyo Yayın Korporasyonu Türkçe internet sayfasında geçtiğimiz Pazar günü (21 Haziran 2020) HARAVGİ gazetesinde yayımlanan Kostas Katsonis imzalı makalenin, Rumca’dan Türkçe’ye Vula Harana tarafından çevrilmiş şekli yer aldı. Kıbrıs Radyo Yayın Kurumu sayfasında şöyle denildi:
“Pazar günkü Haravgi gazetesinde hayatını eğitime adamış bir Kıbrıslırum öğretmen ve edebiyatçının, Kostas Katsonis’in bir yazısı yer alıyordu. Ailelerini geride bırakarak ve bir süre için arabada, orda burada yatmak pahasına bile olsa işini kaybetmemek için güneydeki işine dönen Kıbrıslıtürk çalışanların, sıradan bir Kıbrıslırum’a düşündürdüklerini içeren bir yazı…
İmza: Kostas Katsonis, Başlık: Mustafa’nın gözyaşı
Yazı şöyle:
“Üç ay boyunca işine gelemeyen Kıbrıslıtürk işçi Mustafa, Kermiya barikatından geçerken yanağından bir damla gözyaşı süzüldü. Gazetecilerin uzanan mikrofonlarına konuştuğu sırada da gözyaşlarını zaptedemiyordu: “Eskiden çalışmaya giderken arkamızda çocuklarımızı bırakırdık, şimdi de ekmeğimizi kazanmak için torunlarımızı” dedi derin derin iç çekerek.
Beraberinde getirdiği tencere-kapkacağı, battaniyeleri gösterirken de hüznünü gizleyemiyordu. Belli ki Mustafa kuzeydeki yönetimin barikatlardan Kıbrıslıtürk tarafına geçişte uyguladığı 14 günlük karantina devam ettiği sürece özgür bölgede kalmakta kararlıydı. Tenceresidir, battaniyesidir, bundandı. Onunla birlikte nerdeyse üç ay boyunca çalışamamış ve evde kalmak zorunda kalmış üç Kıbrıslıtürk daha geçiyordu barikattan. Soran gazetecilere, Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümetinin, koronavirüsü pandemisi nedenli zorunlu işsizlik döneminin tazminatı olarak devlet desteği olan ödeneği hesaplarına yatırdığını söylediler. Memnun olmuşa benziyorlardı.
Her birinin kendine ait bir hikayesi vardı. Hakiki, insana özgü, günlük yaşam öyküleri. Tıpkı bizimkiler gibi. Tıpkı dünyanın neresinde olursa olsun, yövmiye peşinde koşan, çalışan herkesin bu beklenmedik ve gitgide de daha büyük ve kestirilemez boyutlar kazanacak olan ekonomik krizden etkilendiği gibi. Kıbrıslıtürk yurttaşlarımızın öyküleri çarpıcıydı. Çarpıcı ve 45 yıldır bölünmüş olan ülkemizin acı gerçeğini, dramını ortaya koyan öyküler. Kana boyanmış, başından çok şey geçmiş olan yurdumuzun. Kiryakos Matsis’in de dediği gibi; İster Türk olsun, ister Rum ister Yahudi topraklarını alnının teriyle sulayan insanımızın, üzerinde özgürce dolaşmaya ve onu yönetmeye hakkı olan yurdumuzun.
İşte bu özgür, ortak ve yeniden birleşmiş yurdu özlüyoruz hepimiz. Yeniden birleşme ve barışçıl birliktelik hedefinden de vazgeçemeyiz, vazgeçmemeliyiz. Mustafa’nın gözyaşı ülkemizin gözyaşıdır. 1974’te halkça yaşadığımız anlatılamaz trajedinin acısı ve gazabıdır. Darbenin ve işgalin. Öyle bir trajedi ki sonuçlarını hâlâ yaşamaya devam ediyoruz. Arınma ve kurtuluşun işaretleri ise henüz görünmüyor. Kıbrıslırum olsun, Kıbrıslıtürk olsun ülkesini seven her birimizin en büyük acısı ve öfkesinin nedeni de bu noktada yatıyor işte. Zaman mevcut oldu-bittileri kalıcılaştırıyor. Türk uzlaşmazlığının olsun, bizim hükümetlerimizin dönem dönem izlediği yanlış politikaların yarattığı oldu bittiler. Her birini tarih yargılayacaktır.
Ama gelin beş kala bile olsa Mustafa’nın gözyaşları ve acısının bizi uyandırmasına izin verelim. Çabalarımızı yoğunlaştıralım, mücadelemizi güçlendirelim. Barış için, ülkemizin birleşmesi için. Bu zor anlarda barış ve yeniden birleşmek tek çare. Tüm halkımız için, yeni bir perspektif için, barış ve umut dolu günlerin gelmesi için…”
https://riknews.com.cy/tr/index.php/haberler/kibrisli-rum-koese-yazarlarindan/item/35574-koese-yaz-lar
(HARAVGİ’den aktaran Kıbrıs Radyo Yayın Kurumu web sitesi – Kostas Katsonis – Çeviri: Vula Harana – 22.6.2020)
Güneye geçerken gözyaşı döken Mustafa Ruso...
DEVAM EDECEK