Kıbrıs tarihinde bir dönüm noktası: Köfünye çatışması… 1
14 yıl önce araştırmış olduğum Köfünye çatışmasına bir kez daha geri dönüp provokasyonların ne denli tehlikeli olduğunu, insanların provokasyonlar sonucunda hayatlarını yitirmiş olduğunu hatırlatmak istiyorum bugünkü yazımda… 14 yıl önce kaleme aldığım ve “İncisini Kaybeden İstiridyeler” başlıklı kitabımın Rumca ve İngilizce baskılarında da yer alan yazımı paylaşmak istiyorum okurlarımla… Bu yazı, YENİDÜZEN gazetesinde “Kıbrıs: Anlatılmamış Öyküler” yazı dizimiz ve ondan önceki yazı dizilerimiz çerçevesinde yürüttüğümüz Köfünye’yle ilgili araştırmalarımızdan ve röportajlarımızdan hareketle kaleme alınmış bir yazıydı…
“Kıbrıs: Anlatılmamış Öyküler” başlıklı yazı dizimizin başlangıcında aylar boyunca Köfünye çatışmalarını yazmıştık – provokasyonların meydana gelmiş olduğu günlerde, bunların ardında nelerin yattığını göremeyebiliriz. Ancak aradan yıllar geçtikten sonra neler olup bittiğini kavrayabilir, bu provokasyonların kimlerin işine yaramış olduğunu anlayabiliriz…
Köfünye işte böylesi bir labirenttir ve bu topraklarda insan yaşamına ne kadar az değer verildiğini anlamamıza ve insaniyetin öncelikli olacağı alternatif bir gelecek yaratmamız gerektiğine işaret eder…
Köfünye ve civarındaki provokasyonlar sonucunda hayatlarını kaybedenleri burada hüzünle anıyoruz, ailelerinin ve sevdiklerinin acılarını paylaşıyoruz ve bir daha böylesi çatışmalar ve provokasyonlar yaşanmasın diye barış ve karşılıklı anlayış, gerçeğin ne kadar acı olursa olsun ortaya çıkarılması için mücadelemizi sürdürmeye söz veriyoruz…
Provokasyonlara gebe, yalnızca ateş-kes koşullarının hakim olduğu bir adada yaşıyoruz… O nedenle her duyduğumuza inanmamalı, sorgulamalı, kendimizi şu veya bu olaya kaptırmamalıyız… Provokasyonlar yaratıp insanları bir şeylerin peşinden sürüklemek isteyen güçlerin her daim Kıbrıs’ta var olduğunu ve var olmaya devam edeceklerini aklımızdan çıkarmadan evlatlarımızı, torunlarımızı düşünerek her daim barış için mücadele etmeliyiz… Provokasyonlara izin vermemeliyiz… Bu düşüncelerle 14 yıl önce kaleme aldığım yazımı paylaşıyorum… Yazım şöyleydi:
“1967 yılında Aytotoro-Köfünye bölgesinde gerilim artmaktaydı… Birleşmiş Milletler’e göre adı “Mehmet”, Kıbrıslıtürkler’e göre adı “Çetin” ya da “Ringo” olan çılgın Türk komutan, öylesinde politikalar dayatmaktaydı ki bunlar sonuçta çatışmanın yolunu açacaktı…
Komutan gerçekten ya çılgındı ya da acaba provokatif bir atmosfer yaratmak maksadıyla talimat mı almıştı?
Lefkoşa-Leymosun yolunu kesmek, Aytotoro (Boğaziçi) köyüne girişi bloke etmek, gelip geçen araçlara ateş etmek gibi emirler vermekteydi…
İnsanlar ondan korkuyordu: Kıbrıslıtürkler’in Rumca konuşmasını yasaklamış ve iki köye “askeri” türden bir düzen empoze etmekteydi…
Bu komutan yalnızca provokasyon atmosferi yaratarak adanın iki ana toplumu arasında çatışma çıkarmak için orada değildi, aynı zamanda BM askerlerine yönelik saldırılar için de oradaydı. Bir keresinde pek çok insanın gözü önünde bir BM askerini dövmüştü ve bazı köylülerin anımsadığına göre daha fazla çatışma olsun diye, zaman zaman bazı köylüleri BM kampı önüne gönderip gösteri yapmalarını da sağlamaktaydı!
Köfünye köyünden bazı Kıbrıslıtürkler tarafından öldürülmüş olan bir başka Türkiyeli komutanın yerine gelmişti… Açıkçası, Günay Komutan, Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar arasında provokasyonları yasaklamış ve o dönemin “ihtiyaçlarına” hizmet etmiyordu…
“Kıbrıslırumlar’ın evlerini soymayacaksınız! Tarlalarını yakmayacaksınız!” diyordu… Bir gece köyün sinemasında kıstırılarak vurulmuştu ve yaralanmıştı, Leymosun hastanesine götürülürken yolda vefat etmişti… Hala hastanenin avlusunda yatıyor… Oraya defnedilmişti… Çılgın komutan “Çetin” ise onun yerine gelmiş ve bölgede sorunlar çıkarmaya girişmişti…
Bundan 14 yıl kadar önce röportaj yaptığım İsmail Hamit, o günlerde henüz genç bir insandı… Aytotoro (Boğaziçi) köyündendi, köyün içine girişi bloke eden derme çatma barikattaki nöbetçilerden biri idi.
“100 kadar mücahittik” diye anlatmıştı bana… “Ve nöbet yerlerimiz de on noktadaydı…”
Yıllardır, öldürülme korkusuyla köyün dışına çıkamıyorlardı…
“Başınıza ne geleceğini bilemezdiniz… İnsanlar yolda kayıp ediliyordu, bu yüzden köyden ayrılmıyorduk” demişti bana…
Aytotoro’daki çatışma henüz 1964 yılında başlamıştı… Ufak tefek olaylar “etnik olaylar” olarak yorumlanıyor ve insanlar heyecana kapılıyordu…
“Bir keresinde bir Kıbrıslıtürk, bir Kıbrıslırum kadına bir şey söylemiş, ona sözlü tacizde bulunmuştu, Kıbrıslırum polisi onu sorguya almıştı… Buna karşılık biz de bir otobüs dolusu Kıbrıslırum’u sorguya almıştık! Onlar bir Kıbrıslıtürk’e ateş açıp öldürüyor, biz de buna karşılık bir Kıbrıslırum’a ateş ediyorduk…
Ancak öldürülenler kimlerdi? Öldürülenler 70-80 yaşlarında koyunlarını ovada otlatmaya giden yaşlı insanlardı… Bunun gibi şeyler…”
DEVAM EDECEK
15 Kasım 1967’de Grivas başkanlığında Köfünye’ye yapılan saldırıda 24 Kıbrıslıtürk öldürülmüştü…
Savaşın ağır bedeli…
15 Kasım 1967’de Grivas başkanlığında Köfünye’ye yapılan saldırıda 24 Kıbrıslıtürk öldürülmüştü… Öldürülenlerin kimsi çok genç, kimisi çok yaşlı insanlardı… Saldırıyı yürüten Grivas ve emrindeki Kıbrıslırum askerlerdi…
Köfünye’deki bu saldırıya giden dramatik süreçte, pek çok provokasyon yapılmıştı – yıllar önce bu sayfalarda aylar süren dizi yazılar yayımlamış, geniş röportajlara yer vermiştik…
Bu öykülerden en dramatik olanı bir annenin, Ayşe hanımın öyküsüydü – Köfünye saldırısında aynı gün içerisinde üç genç oğlunu birden kaybetmişti. İkiz oğulları ve 15 yaşlarındaki bir diğer oğlunu yitirmişti bu saldırıda… Köfünye’nin bazı Kıbrıslıtürk komutanları onları evlerinden alarak köyü “korumak” üzere tehlikeli askeri mevzilere koymuşlar, sonra da kendileri bir motosikletle köyden ayrılarak canlarını kurtarmışlardı… Sonraları kendi bölgelerini terk ettikleri gerekçesiyle cezalandırılmış oldukları anlatılacaktı…
Köylüler Ayşe Teyze’ye her üç oğlunun da köye saldıran bazı Kıbrıslırum askerler tarafından öldürülmüş olduğunu anlatamadılar – dilleri varmadı buna… Ona “Komutan onları başka yere gönderdi” dediler. Bu yüzden Ayşe Teyze günlerce, haftalarca Köfünye tepelerini dolaşarak evlatlarının isimlerini çağırıyor, onları arıyordu… Sonuçta her üç oğlunu da kaybettiğini anlayınca bir inme indi Ayşe Teyze’ye ve bir tür felç oldu, yürüyemiyordu artık – demir korse takması gerekiyordu… Ayakları tutmuyordu… Birkaç yıl önce onu kaybettik. Ayşe Teyze’nin evinin duvarlarında kaybettiği üç evladının fotoğrafları asılıydı – onu evinde ziyaret etmiştim ve röportaj yapmıştık… Işıklarda olsun…
Tümü de ışıklarda olsun…
Tüm bunlar savaşın ağır bedelidir… Savaş çığırtkanlığının, provokasyonların ağır bedelidir.
Şimdi artık bu topraklarda bir daha kan dökülmemesi için her tür provokasyona ve her tür çatışmaya karşı daha uyanık olmalıyız, olayların bizi oraya buraya sürüklemesine izin vermemeliyiz… Aşırı milliyetçiliği büyüyüp yeşermeden henüz yumurtadayken önlemeliyiz…
Lütfen her bir fotoğrafa dikkatlice bakın: Bunlar sizin yakınlarınız, sizin babanız, sizin ananız, sizin neneniz, sizin kardeşiniz, sizin kocanız olabilirdi… İşte bu yüzden “Barış” diyoruz… Bu yüzden her tür provokasyona “Hayır” diyoruz…
Fotoğrafları düzenleyen Gökay Uçar arkadaşımıza ve bu fotoğrafları sosyal medyada paylaşarak dikkatimize getiren Hüsnü Kişi arkadaşımıza sonsuz teşekkürler…
(YENİDÜZEN – Kıbrıs: Anlatılmamış Öyküler – Sevgül Uludağ – 16.11.2018)