Kıbrıs tarihinde bir dönüm noktası: Köfünye çatışması… 2
“Çetin”in komutası altındaki Kıbrıslıtürkler, köyde polisin devriye gezmesine izin vermiyordu… Birleşmiş Milletler, polisin köyün içinden geçişine eskortluk yapmaya çalışıyor ve gerginlik tırmanıyordu. Kıbrıslırum yetkililer bir “Kıbrıslıtürk enklavı”nın yaratılmasından korkuyor ve bunu durdurmaya çalışıyordu.
15 Kasım 1967’de General Grivas Aytotoro ve Köfünye’ye saldırma kararı aldı. Bir gece önce askerleri ve orduya ait araçları, bu iki köyü sarmak üzere getirdi. Komandolar hazırdı ve Yunan komutanları onlara “Daha sonra bizi bir katliam yapmakla suçlayacaklar… Ancak köye gireceğiz ve köyde topal bir tavuğu bile sağ bırakmayacağız!” demişti.
Marios Dembriodis, köye saldıran komandolardan birisi idi. Baflı idi ve 1967’de genç bir insan olarak askerliğini yapmaktaydı. (Not: Marios Dembriodis üç yıl önce vefat etmiştir – dinince dinlensin…)
“Köye girmiştik” diye hatırlıyor Marios Dembriodis, bana vermiş olduğu röportajda – bu köyde, Köfünye’de 24 Kıbrıslıtürk öldürülecekti…
“Bunlar kaçmayan veya kaçamayan insanlardı… Bazıları yaşlı insanlardı veya hasta insanlardı, yerlerinden kalkamıyorlardı… Kaçamayan kadınlar, çocuklar ve yaşlı insanlar vardı… Komandolar bazı evleri yok etmeye, bazılarını ateşe vermeye ve buldukları mücevherleri çalmaya başlamışlardı…”
Köfünyeli Ali Gürkan o günlerde henüz 10 yaşında bir çocuktu…
“Oyuncak tüfeklerimiz vardı, bunlar tahtadan yaptığımız oyuncak tüfeklerdi… Sokakta bunlarla oynuyorduk… 15 Kasım 1967’de öğleden sonra yine sokakta oynuyorduk… Bombalar düşmeye başladığında, bunun bir oyun olmadığını anlamıştık! Komşularımızla birlikte evlerimize saklanmaya gitmiştik…”
Köfünye’ye yönelik saldırı, esir alınmaları ve Skarinu’da bir okulda geceyi geçirmeleri, Ali Gürkan’da ömür boyu etkisini hissettirecek izler bırakacaktı…
Yanan odun kokusu olduğunu sandığı kokuyu asla unutmayacaktı… Aslında yanan yaşlı bir adamdı, komandolar tarafından ateşe verilmiş ve yanarak ölmüştü… Ali Gürkan ve yanındakiler tutuklanmış ve köyden dışarıya çıkarılıyorlardı – bu kokuyu hatırlıyordu ve yerde yanan bir şeyin görüntüsünü…
“Kıbrıslırum askerlerden birisi gidip kapıyı kapattı, görmememiz için… Bunun yanan bir insan olduğunu anlamamıştım… Odun olduğunu sanmıştım…”
Daha sonra bir yarı inşaat bölgesinde naaşları toplanmış olan, Köfünye saldırısında öldürülmüş Kıbrıslıtürkler’in bulunduğu sokakta oynamaktaydı Ali Gürkan… Ölen Kıbrıslıtürkler’in cesetlerinin yerde sıralanmış olduğunu da hatırlıyordu… Bir kadın yanına gelmiş ve ona oğlunu görüp görmediğini sormuştu…
“Ona, git bak orada ölüler var, onların arasında mıdır demiştim… Yalnızca bir çocuktum ve ne söylediğimi düşünemiyordum… Gidip oğlunu buldu ve çığlık çığlığa bağırarak ve ağlayarak dışarıya çıktı…”
Aytotoro’ya yönelik Kıbrıslırumlar askerlerin saldırısı başladığı zaman İsmail Hamit bir evdeydi…
“Dört kişiydik… İkisinin nasıl vurulup öldürüldüğünü gördüm… Çok uzun zaman geceleri uyuyamıyordum… Hiçbir insan, başka bir insanın öldürülmesine tanık olmamalıdır… Kıbrıslırum askerler bize dönüp “Bu yolu bloke ederek erkek olduğunuzu mu sandınız?” diyordu…
O günlerde hayatının on yılını mücahit olarak geçirecekti… Şimdi geriye dönüp baktığı zaman “Bizim yaşamış olduklarımızı kim yaşamak ister? Keşke o günlerde yaşadıklarımızı hiç yaşamamış olsaydık” diyordu bana…
Marios’un hatırladığına göre, komandolar köyde sabah saat dörde kadar kalmışlardı ve sonra “Kaçmaya başlamıştık! Türkiye müdahale etmekle tehdit etmiş ve Lefkoşa üstünde Türk uçakları uçuş yapmıştı…”
İsmail ise “Böylesi bir uçuş yapmak için neden o kadar zaman beklemişlerdi?” diye soruyor…
Bundan sonra adada bazı şeyler değişecekti: Sanki de “yönetici güçler” kartları karıştırıp yeniden dağıtmaya karar vermişlerdi…
Grivas’la birlikte Yunan askerleri adadan ayrılacaktı…
Ankara’da yaşamını sürdüren Denktaş Kıbrıs’a dönecekti.
İki toplumlu müzakereler Denktaş ile Kleridis arasında Beyrut’ta başlatılacaktı.
1974 yılına kadar devam edecek olan bir tür “normalleşme”ye geçiliyordu adada… 1967 yılının sonunda Türk tarafı “Geçici Türk Yönetimi”ni ilan edecekti, bu da ayrı bir devlet ilanının bir tür provası gibiydi… O günlere ilişkin hatıralarını kaleme alan Türkiye Büyükelçileri’nden Ercüment Yavuzalp’a göre bu sonuçlar Türkğiye için çok iyi sonuçlardı, Yavuzalp, “10 bin Yunan askerinin Kıbrıs’tan çıkarılması, daha sonra 1974’te Türkiye’nin askeri operasyonu esnasında Türkiye’ye yardımcı olacaktı” diye yazmaktaydı…
Köfünye’deki (Geçitkale) çatışma, hala çözmemiz gereken bir bulmacanın parçası olarak duruyor çünkü provokasyonlardan sorumlu olanlar, Köfünye’ye yönelik saldırıdan sorumlu olanlar konuşmamışlardır. Kimse de sorumlulardan hesap sormamıştır… Bir tek Kıbrıs’ın güneyinde “İşçi Demokrasisi” grubunun 1991 yılında Köfünye saldırısına ilişkin kendi gazetelerinde yayınlamış oldukları detaylı bir rapor vardır… Ancak çatışma çıkarmak veya bu köylere saldırmak için emirleri verenler hala özgürdürler çünkü toplumlarımız bu olayların neden bu şekilde geliştiğini öğrenmeyi talep etmemiştir. Kıbrıs’ta ortak tarihimizin kayıp parçalarıdır bunlar – kendi yazmış olduğumuz gibi, kendi biçimlendirmiş olduğumuz gibi… Kanla ve gözyaşıyla yıkanmış bir tarihtir bu ve hala bunların temizlenmesi gerekiyor… Ve nereden gelmiş olursa gelsin ortak tarihimizi tüm katliamlarıyla, tüm hatalarıyla ortaya koyabilirsek, belki bu adada gerçekte neler yaşanmış olduğu konusunda ortak bir anlayış yaratabiliriz. Aksi halde bulmacanın parçacıkları her bir tarafın elindeki parçaya göre, kendi çıkarları ve ihtiyaçlarına göre yorumlanacak ancak bu yorum, adamızın iki ana toplumunun ortak çıkarlarına göre olmayacaktır…”