Kıbrıs tarihinden yapraklar… 3
DR. DERVİŞ ÖZER YAZDI:
*** Kıbrıs tarihinden beşinci yaprak:
“Bir kuş kafası getirene bir kuruş…”
Bu kez yakın tarih. Cumhuriyet zamanı…
Her ne kadar traktör olsa da yine kara sabana devam edilirmiş. Köylü kara sabanla günde dört dönüm tarla ekecek ve ayın halelenmesini bekleyip yağmur duasına çıkacak. Yağmur yağarsa, mirt olmasın diye dua edecek. Mirt olmazsa, buğday erken sararmasın, erken olgunlaşmasın diye dua edecek. Yani kısaca ekecek ve ellerini açıp tanrıya bir avuç buğday için yalvaracak. (Mirt ekin hastalığıdır ve ekini kurutur. Bir de ekin erken olursa kuşlar sürü halinde erken olmuş buğdaya saldırır ve toplanacak bir avuç buğday bırakmaz). Bir de bunların üstüne aldığı bir avuç buğdayın yarısını vergi niyetine verecek.
Yeni hükümet sormuş soruşturmuş. Öğrenmiş ki bir serçe (ki Kıbrıs'ta çok olduğu için sadece kuş olarak da çağrılır) günde enerjisi için 1-2 kilo yani bir okka buğday yemek zorunda imiş. Ve bu kuşlar erken olan ekine bir bulut gibi inip tarlada tek bir silkelenmemiş başak bırakmazmış. Tarlanın sahibi de ancak samanı için tarlayı oraklarmış.
Bunun önüne geçmek için serçe (guş ) sayısını sınırlı tutmak gerekiyormuş ve çıkardığı kanunla serçe sayısında sınırlamaya ve böylelikle bir serçenin yiyeceği günlük bir okka buğdayı kazanma yoluna gitmiş.
Ne yapmış; haber salmış köylere, bir tane kuş kellesi getirene, bir kuruş para vereceğim diye. Böylelikle köylerdeki tüm çocuklar kuş avcısı olmuş ve ellerinde sapanlarla kuş avına çıkmışlar. Daha kötüsü yavru zamanı yuvaları dağıtıp yeni doğmuş kuş kellelerini koparıp hükümetin adamına satmışlar.
Bu yolla Kıbrıs hükümetinin ne kadar buğday kazandığını bilmem ama köylerdeki çocuklar çok para kazanmışlar. Ama bunun yanında doğaya karşı acımasız olmayı öğrenmişler. Devlet olarak kuş koparma vahşetini çocuklara para karşılığı öğretmişler. Ve gün gelmiş bu çocuklar insan kafasını da koparmak için yarış etmişler.
----------------------------------------------------------------------------------
*** Kıbrıs tarihinden altıncı yaprak:
“Dört metre humayına gebe olan kadınlar…”
1940’lı yıllar hep bahsettiğim gibi halk fakir. İngilizler öyle bir ayarlarlar ki dozu, halk ne isyan eder ne de doyar. İsyan edecek kadar güç de yoktur fakirlikten. Dedim ya ne ondurur ne dondurur. Arada dinine göre de jestler yapar. Doğum yapan kadına, sünnet olan çocuğa, vaftiz olana, evlenene ve ölen kişinin ailesine metre metre humayın verir (kaput bezi).
Köylüler 3-4 ayda bir İngiliz memurunun geleceğini ve bez dağıtacağını bilir ve beklerlermiş. Sünnet olan çocuk veya sünnet olacak olan çocuk pipisine bakılarak sahtelik olup olmadığı anlaşılırmış. Ama İngilizler namahrem olduğu için gebe bir kadının karnına bakmazmış, bakamazmış. Uzaktan biraz karnı olanı gebe kabul edermiş ve dört metre humayını keser verirmiş. Adını ve adresini köyünü kaydedermiş. Köylüler de tabii biraz İngiliz’e düşmanlık, biraz yokluk, biraz da köylü kurnazlığı, gebe olan, olmayan kadınların karnına yastık bağlayıp İngiliz’in karşısına götürüp humayını alırlarmış. Bazıları bu işi o kadar büyütmüş ki, beli bükük kadınları eşeğin üzerinde götürüp humayın alırlarmış.
Diyeceğim, muhtarlar olayı anlarmış ama elin İngiliz’i hayatında bu kadar kocakarının nasıl gebe kaldığını veya nüfusu 300 olan bir köyden aynı anda yüz tane gebenin nasıl ortaya çıktığını anlamazmış (biz öyle zannederdik).
DEVAM EDECEK