Kıbrıs Türk halkı çok susuzluk çekti, yine çeker…
Su krizi tırmanıyor. 1 Kasım yenileme seçimlerinde AKP % 49 oy alarak 317 milletvekili ile tek başına hükümet kurdu. Hükümetin güvenoyu almasının ertesinde her zamanki gibi Başbakan Davutoğlu KKTC’ye geldi.
Bu geliş rutin bir ilk ziyaretti. Ama su konusunda masaya konan belge ile beraber rutin ilk ziyaret olmaktan çıktı. KKTC hükümetinin su konusundaki çözüm formülünü beğenmeyen AKP hükümeti yeni önerisini “madem özelleştirme istemiyorsunuz, öyleyse suyu DSİ yönetsin, yatırımları biz yapalım, DSİ belediyelere de bir miktar komisyon versin” dedi. Dahası “bu kriz sürdüğü sürece size ek para da yok” diyerek var olan krizi daha da büyüttü.
Bu durumda KKTC hükümeti ne yapacak?
Elbette krizi derinleştirmek kimseye yarar sağlamaz. Ama AKP hükümetinin bu önerisini kabul etmek ve suyun yönetimini Türkiye Devlet Su İşleri yapsın demek, kendi kurumlarını inkar etmek demektir.
Beğenseniz de beğenmeseniz de bu toplum yarım yüzyıldır kendi kendini yönetiyor. Kendine ait kurumları var ve bu kurumları ile halkına hizmet veriyor. Elbette bu kurumların hizmet kaliteleri de, verimliliği de tartışılabilir. Ama bu kurumlarımızı inkar etmemizi, ya da gözden çıkarmamızı gerektirmez.
Hele su, elektrik, ulaşım ve haberleşme gibi stratejik kurumlarımızı başkalarının yönetimine terketmemizi hiç gerektirmez.
Türkiye bu günlerde çok büyük krizlerle boğuşuyor. En büyüğü de kuşkusuz Rusya ile yaşanan uçak krizidir.
Bu noktaya nasıl gelindi?
Kim haklı, kim suçludur?
Bence bu aşamada bu soruların hiçbir önemi kalmadı. Ortada büyük bir kriz var ve iki ülkeyi de olumsuz etkiliyor.
Rusya Türkiye’ye ekonomik yaptırım uygulamaya başladı bile. Türkiye şimdilik krizi daha da derinleştirmeden uzlaşı çabasındadır. Ama Rusya “özür ve tazminat” istiyor. Türkiye de buna yanaşmıyor.
Şimdilik Türkiye’den almakta olduğu gıda ürünlerine ambargo koyan, iş adamlarının ihalelerini durduran ve Rus vatandaşlarının Türkiye’ye turist olarak gelmelerini engelleyen Rusya acaba doğal gaz ve petrol sevkiyatını da durdurur mu?
Kullandığı doğal gazın % 55’ini Rusya’dan alan Türkiye buna hazırlıklı değil. Rusya da içinde bulunduğu ekonomik krizden dolayı bu pazardan elde ettiği geliri kaybetmeye hazırlıklı değil.
Ama geçmişte Ukrayna’yı ve Avrupa’yı bu silahla vurarak donduran Rusya’nın bunu Türkiye’ye de yapmayacağının garantisi yoktur.
Önceki gün bu konu Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’a soruldu. Erdoğan “Biz hayat boyu doğalgazla yaşamadık biliyorsunuz, doğalgazla tanışalı ne kadar zaman olduğu belli. Bu millet çileye alışık bir millettir” dedi.
Kıbrıs Türk halkı da çileye alışık bir halktır. Kendi kendini yönetme adına çok çileler çekti, çok bedeller ödedi. Tanınmamış bir devlet sahibi olarak hala da ödüyor.
Ama kendi kendini yönetme isteminden, Kıbrıs’ın bütününde eşit ortaklık talebinden ve özgürlüğünden hiç taviz vermedi.
Bugün Kıbrıs’ın bütününde eşit ortaklık isteyen Kıbrıslı Türklere “siz elinizdeki belediyeleri bile doğru dürüst yönetemezsiniz, suyu nasıl yöneteceksiniz” derseniz, eşit ortaklık talep ettiğimiz Rum toplumu ne düşünecek düşünmeniz gerekir.
Bugüne kadar çok çileler çekmiş, çok ağır bedeller ödemiş bu topluma haksızlık yapıyorsunuz.
Geçmişte elektrik santrallarını kurduğunuz zaman da “siz bunları çalıştıramazsınız, bırakın Türk Elektrik Kurumu çalıştırsın size elektrik satsın” dediniz.
Kabul etmedik.
Biz üretiriz dedik.
Tam 20 yıldır üretiyoruz. Yeni yatırım yapamazsınız, artık ben de yapmam, o nedenle özelleştirin dediniz. Bal gibi yeni yatırımları da yapıyoruz.
Hiç tartışmasız suyu da yönetiriz. Bundan hiç kuşkumuz yok. Ama amaç başkaysa, “bu masrafı ben kendim için yaptım, buradaki varlığımı tartışmasız kılmak için yaptım, o nedenle bu stratejik bir yatırımdır, bunun yönetimini size bırakamam” derseniz o başka.
O zaman biz de Erdoğan’ın deyimiyle “hayat boyu suyla yaşamadık biliyorsunuz, su daha çeşmelerimize gelmedi, eskiden nasıl susuz yaşıyorsaydık öyle yaşamaya devam ederiz, bu halk çok çile çekti” deriz.