1. YAZARLAR

  2. Sinan Dirlik

  3. KIBRIS’IN ACI GERÇEKLERİ…
Sinan Dirlik

Sinan Dirlik

KIBRIS’IN ACI GERÇEKLERİ…

A+A-

Gündem yorgunu Türkiye, sakin zamanlarda bile Kıbrıs meselesini elinde evirip çevirip çabucak sıkılarak kenara atardı ya, bu kez iyice uzaklaştı Ada gündeminden.
Son 5 yıllık Eroğlu duraklama döneminden sonra yeni Cumhurbaşkanı Akıncı’nın uzattığı eli geri çevirmeyen Anastasiadis ile kat edilen mesafe, Ada’da temkinli ama ümitvar bir süreç başlattı. 2 gün sonra liderlerin masaya oturacağı yeni müzakere sürecinin öncekiler gibi bir yerlerde tıkanıp kadükleşeceği endişesi, tarafları eskiye oranla daha temkinli bir dil kullanmaya yöneltiyor. Bu iyi ve sağlıklı bir gelişme. Zira beklentiyi yüksek tutuq, en küçük bir tökezlemede büyük hayal kırıklıklarına ve konunun özünden uzaklaşmaya yol açmasından iyidir bu temkinlilik hali.
Kıbrıs sorununun Türkiye gündeminde hak ettiği önem ve önceliğe bir türlü kavuşamamasında, siyasi partilerin hemen hiç birinin, pek çok konuda olduğu gibi Kıbrıs konusunda da kapsamlı ve derinlikli bir çalışma yürütmemesinden kaynaklanıyor.
Daha önce de yazmıştım, Türkiye’deki siyasi partilerin siyasi programlarında ve seçim beyannamelerinde Kıbrıs “üstünkörü geçiştirilen” konular arasında yer alıyor. Kıbrıs konusundaki statik devlet aklı, 2002’de güçlü bir AB perspektifiyle ortaya çıkan AKP’nin proaktif siyasetiyle sarsıntıya uğramıştı. Ancak ne AB, ne Kıbrıs konusu geçen süre içerisinde toplum katlarına yaygınlaştırılmış, içselleştirilmiş bir siyasi algıya dönüştürülemedi.
AB’ye Sevr sendromunun etkisi altında kuşkuyla bakan Türkiye siyaseti ve toplumu, Kıbrıs konusunu da bunun bir bileşeni olarak algıladı. Zaman içerisinde gerçekten yeni ve çoğulcu bir Türkiye’nin inşaasında rol alma fırsatını teperek yerine gerici bir tiranlığı seçen AKP’ye duyulan haklı öfke ve nefret, AB ve Kıbrıs konusundaki son umut kırıntılarının da heba edilmesine yol açtı.
Bugün Türkiye’de gerçekçi ve samimi olarak önüne AB perspektifini koyan, buna bağlı olarak Kıbrıs sorununda da adil, kalıcı ve samimi bir çözüm hedefine sahip hiçbir parti yok. 7 Haziran’da yediği dayaktan sonra AKP yeniden, yıllar önce kilitlediği sandıktan AB kartını arayıp bulup çıkarsa bile artık inandırıcılığı kalmadı. “Batının modernliğini alalım ama çoğulcu demokrasisi için daha vakit var” kafasındaki CHP, hâlâ içinden çıkamadığı soğuk savaş siyasetinin argümanlarıyla bakıyor AB’ye. Kıbrıs konusu ise, gerek seçim beyannamesinden, gerek programından anladığımız gibi bir kalın kırmızı çizgilerle bezeli. Şu sıralar mutfakta servise hazırlanan AKP-CHP koalisyonundan bu konuda heveskâr bir tutum beklemek ne ölçüde gerçekçi olur bilinmez.
Soğuk savaş yıllarından bu yana Kıbrıs’ı “kırmızı çizgi” olarak gördüğünü söyleyen sokaktaki adamın ise fikri var fakat tahmin edileceği gibi, bilgisi yok.
Konuya ilişkin yıllarca yazıp çizen bir avuç gazeteci- araştırmacı için Kıbrıs konusu çoğunlukla AB penceresinden bakılan ve çiğnendikçe tatsızlaşan bir sakız. Müzarekelerin yeniden başlaması ile birlikte önümüzdeki günlerde yine bir süreliğine yazılıp çizilecek, eğer bekledikleri kadar “seksi bir gelişme” olmazsa yine bir sonraki bahara kadar Kıbrıs dosyası göz  ucu bir rafa kaldırılıverecek. Kıbrıs konusuna zaman zaman değinen bazı gazetecilerin hareketliliğinden anladığım kadarıyla yine heyecana kapılmışlar. Bu çok tanıdık saman alevi heyecan keşke uzun soluklu ve derinlikli bir ilişkiye dönüşebilse. Ama işte malum, “hayatın gerçekleri!” ve Kıbrıs, bir kısım entelektüel için paraya ya da prestije tahvil edilebildiği ölçüde “üzerinde konuşmaya değer bir sorun”… Oysa bizim sahici bakışlara, sahici ilişkilere ihtiyacımız var.
Bütün bunlar Kıbrıs’ta Kıbrıslı bir çözüm konusunda sürdürülen çabaları gölgeler mi? Eğer Kıbrıslılar Kıbrıs sorununu “anavatanların” domine etmesine izin verme konformizminden vazgeçerek her şeye rağmen çözme konusunda gerçek ve samimi bir kararlılık gösterirlerse hayır…
Öncelikle bir süredir uyarmaya çalıştığım gibi, anavatanların “geçici” dikkat dağınıklığı fırsata dönüştürülebilir. İki lider ve ekipleri yapacaklarını fazlasıyla yapıyorlar zaten, liderlerin asıl ihtiyaçları güçlü bir kamuoyu desteği. Kıbrıslı etkinliklerin, yakınlaşma adımlarının, ortak çalışmaların örgütlenmesi ve görünür kılınması her zamankinden daha fazla önem taşıyor. Dünyanın ve anavatanların daha çok “yakınlaşma hikâyelerine” ihtiyacı var. Aksi takdirde müzakereler, sakız gibi uzayıp giden, sıcak haber değeri taşımayan bürokratik bir silsile olarak algılanmaya devam edecek dünya kamuoyunda. Dünya ne yazık ki dram, trajedi ya da gülücüklü haberlere itibar ediyor. Çok şükür ki Ada’da artık dram ve trajedi çok gerilerde kaldı. Şimdi daha çok gülücüklü haberler zamanı. Kadınların, gençlerin “yan yana değil”, bir arada yaşama arzusunu ete kemiğe büründüren, en soğuk kalpleri yumuşatacak sıcak hikâyeler zamanı…
CTP’deki yönetim değişikliği kritik bir zamanda gerçekleşti. Kıbrıs sorunu konusundaki eşsiz bilgi ve deneyimi, uluslar arası alandaki itibarı, Türkiye ilişkileri konusundaki birikimi ile eski Cumhurbaşkanı Talat’ın CTP Genel Başkanlığına gelmesi hem Cumhurbaşkanı Akıncı için hem de Ada’daki çözüm mücadelesinin lokomotifliğini üstlenen CTP açısından çok değerli bir fırsat. Akıncı, başında Talat’ın bulunduğu bir CTP’yi çözüm sürecinin etkin bir aktörü, enstrümanı olarak değerlendirirse, müzakere masasındaki olumlu gelişmelerin toplumun kılcallarına kadar güçlü bir umut ve desteğe dönüşmesi son derece mümkün.
“Ada’da bir şeyler oluyor” hissini Ada’nın sınırları dışına taşırmak, çoğu kez formaliteden tokalaşma fotoğraflarından daha etkili kitlesel fotoğraflar, hikâyeler üretmek, kendi derdine düşmüş anavatanlardaki Kıbrıs dostlarını harekete geçirmek için çok uygun bir zaman bu…
Ne Yunanistan’ın içinde debelendiği derin ekonomik-sosyal kriz, ne de Türkiye’nin geçici siyasi belirsizliği, Kıbrıs’ta başlayan yeni süreci gölgelememeli. Fakat bunun “bu sıcaklarda” ağır bir bedeli var: taşın altına elini koymak ve çözüm sürecini iki liderin iki dudağı arasına, anavatanların kırılgan konjonktürlerine bırakmamak. Kıbrıs’taki her siyasi partinin, her sivil toplum kuruluşunun, her Kıbrıslının tek tek sorumluluk almadığı bir çözüm, Kıbrıslı bir çözüm olmayacağının ötesinde, çözüm de olmayacak.

Bu yazı toplam 2825 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar