Kıbrıs’ın Bana Verdikleri…
Kıbrıs’ın Bana Verdikleri…
Stella Aciman
Kıbrıs benim için tüm olumsuzluklarına rağmen anlatılmakla, yazmakla ve yaşamakla bitmeyecek bir Ada… O yüzden yıllarca bir tarafından diğer tarafına defalarca gittiğim, değerinin bilinmediğine inandığım bu cennet Ada’nın güzelliklerini bir kitapta toplamaya karar verdim… Bir parçasını da sizlerle paylaşmak istedim.
FESTİVALLER… ZEYTİNLİK FESTİVALİ
Festivaller Kıbrıs’ın vazgeçilmezleridir. Önceleri panayır olarak adlandırılan geleneksel eğlenceler günümüzde festival olarak sürdürülmektedir. Genellikle bölgelerde üretilen ürünlerin adını taşıyan festivallerde o ürünlerden imal edilmiş-genelde ev yapımı- yiyecekler sergilenmekte ve satılmaktadır. Zeytin Festivali de içeriğinin zenginliğinden dolayı Ada’nın önemli festivallerinden biridir. 4-9 Ekim tarihleri arasında düzenlenen festival, Zeytinlik Köy Meydanında yakılan zeytin yaprağı tütsüsünün yakılması ile başlar. Festival etkinlikleri arasında; Halk Dansları Gösterisi, Ankara Soğuk Heykel Atölyesi Sanat Gösterisi, tanınmış yazarlardan kitap tanıtımı ve söyleşi, çocuklar için gösteriler gibi çeşitli etkinliklerin yanı sıra her akşam köy meydanında tanınmış sanatçıların konserleri de vardır. Stantlarda sergilenen Ada’ya özgü çeşitli hediyeliklerin yanı sıra zeytinler, zeytinyağları, doğal sabunlar gözlerinizi okşar. Meydanda dolaşan Templer Şövalyeleri kılığına bürünmüş gençleri, çocukları güldüren, peşinden koşturan palyaçoları seyretmek ayrı bir keyif verir insanlara. Yiyecek bölümü ise sanki bambaşka bir dünyadır… Magarina–bulli, çeşitli gözlemeler, şam işi, bulgur köftesi, lokma, hellimli, zeytinli ekmekler… Say say bitmez ve sizi “Ada’nın ne kadar geniş bir yemek yelpazesi var” diye düşünmeye iter. Kıbrıs’ın festivalleri şenliklidir. Birbirlerini sık göremeyen insanların buluşma yeridir ve gülen yüzlerin mekânıdır.
KIBRISLI YÜZLER... GÜLDEN PLÜMER KÜÇÜK VE İSMAİL IŞILSOY
Gülden Plümer Küçük… KKTC’ nin çalışmaktan yorulmayan, bıkmayan başarılı kadınlarından biri. Boğaziçi Üniversitesi İşletme Yönetimi Bölümünden mezun olduktan sonra Ada’da Doğu Akdeniz Üniversitesinden alınan MBA derecesi ve ardından Birmingham Üniversitesi’nde lisansüstü eğitim ve devamı… Bir eğitim sevdalısı.
1979 yılında başlayan çalışma hayatını hala aynı tempoyla sürdüren G. Plümer Küçük “KAYIP ŞAHISLAR KOMİTESİNİN TÜRK ÜYESİ” olmasının yanı sıra Üniversiteli Kadınlar Derneğinin iki dönemdir başkanlığını yapıyor ve memleketini diğer üyelerle birlikte uluslararası arenada temsil ederek, tanıtıyor. “Turizmin zor yapıldığı bir ülkede 17 yatla başlayan ralli Doğu Akdeniz yat rallisine dönüştü ve biz 3 yıl bu rallide gönüllü olarak çalıştık. Bu sene 22’nci yat rallisini gerçekleştirdik. Ralli şimdi İstanbul’da başlıyor, Mısır’da bitiyor ama KKTC’ye mutlaka geliyor. Rallinin organizasyonlarında hep gönüllü çalıştım, hatta yeri geldiğinde garsonluk bile yaptım” diyecek kadar mütevazı bir kadın, bir eş ve bir anne…
İSMAİL IŞILSOY…
Çilekleri, bereketli toprakları, deniz kıyısındaki balık restoranları ile ünlü Yeşilırmak Köyü’nün girişinde, bahçesinde yetiştirdiği mandalina, portakal, kayısı, ceviz ağaçlarının yanı sıra ortanca, lavanta, kekik, cemile ve biberiyelerden tüten baş döndürücü kokuların arasında, karısı ve oğluyla yaşıyor Ankara Gazi Üniversitesi Resim ve Heykel Bölümü mezunu İsmail Işılsoy. Ankara’da başlayan, İstanbul’a uzanan, İngiltere’de drama ve heykel sanatıyla yoğrularak geçen uzun yıllar sonrası Ada’ya dönüş… “10 yıl geçti; her sabah iyi ki dönmüşüz diyoruz” sözleriyle açıklıyor Ada’ya, tarihine ve insanlarına olan tutkusunu. Ve bu tutkusunu doğanın ona sunduğu atık ağaçları, sanatçı duyarlılığı ve bilgisiyle harmanlıyor, Kıbrıs’ın Ahşap Yüzleri olarak bizlere sunuyor. “Sürüklenen Ağaçlar” sergisiyle başlayan bu masal “Çiçekler Kız Kardeşlerimizdir, Kıbrıs’ın Manileri, Doğa’nın Şiiri Ve İnsan Yüreğinin Birlikteliği” temalarını işleyen sergilerle devam ediyor yaşamaya…
GELENEKLER… PALUZE
Eylül, Ekim ayları bir başka heyecan kaplar Kuzey Kıbrıs’ı ve insanlarını. Hemen hemen her bahçedeki asmaların üzümlerini toplama zamanı gelmiştir. Tatlı bir heyecandır bu… Aynı zamanda yorucu geçecek olan birkaç haftanın da habercisidir çünkü toplanan üzümlerden paluze, sucuk, köfter, pestil, pekmez yapılacaktır.
Evlerdeki hareket sabahın erken saatlerinde başlar. Yem torbalarının içine yıkanan üzümler konur; ayaklarına çizmelerini giyen erkek ve kadınlar özel olarak alınmış küvetin içinde adeta dans edermişçesine, ritmik hareketlerle üzümleri ezer ve suyunu çıkarırlar. Ardından tel süzgeçlerde süzülen üzüm suyu büyük kazanlarda, odun ateşinin üzerinde kaynamaya bırakılır. Üstünde biriken köpükler alındıktan sonra kaynayan kazandaki üzüm suyuna azar azar beyaz toprak atılır. Sadece Güney’in dağlarında bulunan, kirece benzeyen özel bir topraktır kullanılan. Köpükler bitene kadar bu işleme devam edilir. Tülbentten defalarca geçirilerek bir başka kazana aktarılan üzüm suyunun bir gecelik dinlenme zamanı gelmiştir. Sabah erkenden paluze yapımı başlar. Beş bardak üzüm suyuna bir bardak buğday unu katılır ve kazana koyulan şıra kaynatılmaya bırakılır. Sıcakken alınan şıranın içine un katılır, çırpılır ve kaynayan şıranın üzerine dökülerek pişirilir. Muhallebinin biraz daha katısı olan paluze hazırdır. Bir kısmı tabaklara dökülür ve üzerine kırıntı badem serpilir. Diğer taraftan ıslatılarak yumuşatılan, iğneyle ince sicimlere dizilen bademler artık hazır olan paluzeye batırılır ve üzüm sucuğu olarak çıkar, sıra sıra tellere asılır ve kurumaya bırakılır. Soğuduktan sonra kesilen bademli sucuklar eskinin tel dolaplarının yerini alan derin donduruculara koyularak saklanır.
Aynı suyu bir süre kaynatıp üzerinde biriken köpükleri aldıktan sonra üzüm pekmezi de yapabilirsiniz… Hiç şeker katkısı olmadan, tamamen doğal! Aynı suyu badem serilmiş bir tepsiye biraz kalınca dökerseniz köfter, çarşafa dökerseniz pestil çıkar ortaya. Kıbrıs insanı köfteri baklava gibi keserek ikram etmeyi sever.
İşte böylesine bereketli, sağlıklı bir meyvedir üzüm. Asmasına verdiğiniz bir damla suyun karşılığında o kadar çok şey verir ki bizlere…
GEÇMİŞİ SAHİPLENEN MEKÂNLAR… MELANDRA EVİ
“Hepimiz bir yerlerde doğmuşuzdur ama yaşam denen, kimilerine göre uzun kimilerine göre kısa olan o dönemde, bir yerlere savrulmuş geçmişimizi geride bırakmışızdır. Bıraktıklarımıza baktığımız zaman bizleri en çok etkileyen, özlemini duyduğumuz yerin doğduğumuz, ilk adımlarımızı attığımız, sokaklarında koşturduğumuz, ilk arkadaşlarımızla tanıştığımız, oynadığımız evlerimiz olduğunu düşünürüm. Melandra Evi’ni bu duyguların sarmalında gezdim. Doğduğum, çocukluğumu, gençliğimi geçirdiğim dedemin köşkü bir yanımda, Melandra Evi diğer yanımda…
Uzun uğraşlarla, araştırmalarla Kıbrıs’ın çeşitli köylerinden tek tek toplanarak evin çeşitli odalarına yerleştirilmiş; gaz lambalarını, antika radyoları, içine kömür konularak ısıtılan demir ütüleri, sepetleri, kahve fincanlarını, minik macun tabaklarının içinde duran iki uçlu küçük çatalları, tahta el yapımı mobilyaları, eski tip yemek fırınını, duvarlara asılı içinde sararmış siyah beyaz resimler olan çerçeveleri görmek, bende kaybolan zamanın izlerini bulduğum hissini yarattı.
Melandra Evi, Mağusa’dan İskele’ye doğru giderken yolun solunda, Kıbrıs taşı ile döşenmiş duvarın üstündeki ferforjelere sarılmış, seyretmekten gözünüzü alamadığınız rengarenk cemilelerle(begonvilla) karşılar sizi. Geniş avluya girdiğinizde, beyaz bir taşın üzerindeki yazıyı okuma isteği duyarsınız. “BU BİNA TÜM KIBRISLI GÖÇMENLERİN ANISINA VE UNUTULAN ORTAK KIBRIS KÜLTÜRÜNÜN YENİDEN HATIRLANMASI AMACIYLA İNŞA EDİLMİŞTİR”. Taşın alt kısmında aynı yazının Rumcası ve İngilizcesinin yer alması, tüm Ada’da yıllardır özlemle beklenen barışı veya çözümü hatırlatır size.
Başınızı yukarı kaldırdığınızda 20. Yüzyıl Kıbrıs Taş mimarisinin tipik bir örneği ile karşılaşırsınız. “Evin inşaatında kullanılan her taş, mertek, mermer yıllar önce yıkılan Rum evlerinden çöplüğe atılan malzemelerdir. Bu malzemeler tek tek toplanarak ve bedelleri ödenerek satın alınmıştır” diye yazar evin yapımında çok emeği geçen Leyla Kıralp.
Evin aslı, Şevki Kıralp tarafından Baf’ın Melandra Köyünde 1922 yılında inşa edilmiş. Şevki Bey sayısız Kıbrıslı Türk ve Rum gibi 1974 yılı sonrası evini, köyünü terk etmek zorunda kaldı. Yaşamını köyünden, evinden uzakta sürdürmenin ona büyük bir acı verdiğini bu evi gördükten sonra anlamamak imkânsız… Eskiyi geri getirmek için torunlar tarafından verilen maddi manevi uğraşlar sonunda ortaya çıkmış Melandra Evi.
Evin iç bahçesinde kahvenizi yudumlarken veya Kıbrıs’a özgü yemeklerden tadarken gözleriniz, Leyla Kıralp’ın elleriyle yetiştirdiği Kıbrıslı kaktüslere, çeşit çeşit çiçeklere kayar. Bodur tatlı limon ağacından taze koparılan ve ikram edilen o tatlı limonun tadını hiç unutamazsınız. Karşınızda duran un ve yağ değirmeni, mavi renkli eski at arabaları, dıştan ısıtmalı eski Osmanlı Hamamı, hatta alaturka bir tuvalet… Ve daha nice Kıbrıslı alışkanlıklar… Kaybolan zamanın içinde olmak…”
TARİHİN GÖLGESİNDEKİ AĞAÇ… CÜMBEZ AĞACI-FICUS SYCOMORUS
Bir ağaç düşünün… 713 yıldır yaşayan! Köklerini derinlere salmış, yedi koluyla göklerin mavisini selamlayan. Bu güzel Ada’da izlerini bırakan; Lüzinyan, Venedik, Osmanlı, İngiliz dönemlerinin her birinde vakur duruşundan hiçbir şey kaybetmeden, Gazi Mağusa’da, Lala Mustafa Paşa Camii’nin ana girişinde yaşayan bu anıt ağacın adı Cümbez! (ficus sycomorus) 15 metre boyunda ve 5 metreyi bulan gövdesiyle adeta bir abide… Bu güzel ağacın boyu 2.70 metreye ulaştığında 7 dala ayrıldığı ve her bir dalın bir yüzyıla denk geldiği söylenir.
Her Şubat yapraklarının dökülüşünü izlerim içimde biriken hüzünle çünkü ağacın öldüğünü, bir daha hiç yapraklanmayacağını, meyvelenmeyeceğini düşündürtür bu görünüm bana. Bahar ayları başladığında hemen koşarım Cümbez’ime. Dallar, güneşin henüz az yakıcı olduğu günlerde başlar pıtraklanmaya. Baharın insanlara verdiği enerji gibi Cümbez’im de coşmaya başlar ve yapraklarla bezenir her bir dalı… Sonra gelsin meyveler! Yılda yedi kez meyve verir, yani çok bereketli bir ağaçtır. Meyvesi tropical bir incir türüdür ve çok da lezzetlidir. Eski Mısır’da, kerestesinden dolayı önemli bir ağaç olan Cümbez’in meyvesine Firavun Meyvesi de denir. Meyvesinin yanı sıra, dalları ile yazın yakıcı güneşinden kaçmak isteyenler için iyi bir sığınaktır Cümbez Ağacı.