“Kıbrıs’ın derin devleti, Kilise, büyük ekonomik güçler, büyük avukatlar, büyük müteahhitler ve EOKA örgütünden oluşuyor...”
George Kumullis
(Çok değerli yazar arkadaşımız George Kumullis, geçtiğimiz Cumartesi günü yani 6 Temmuz 2024’te POLİTİS gazetesinde Rumca olarak yayımlanan makalesini, ricamız üzerine bizi kırmayarak İngilizce’ye çevirdi, biz de bu değerli yazıyı okurlarımız için özetle Türkçeleştirdik. Kendisine yürekten teşekkür ediyoruz... S.U.)
Derin devlet, potansiyel olarak gizli ve yetkisi olmadığı halde güç ağlarından oluşan ve bir devletin siyasi liderliğinden bağımsız biçimde çalışan, kendi gündem ve hedeflerini ilerletmeyi öngören bir hükümet türüdür. Pek tabii ki bu deyiş, ağırlıkla olumsuz çağrışımlar taşımaktadır.
TÜRKİYE, İTALYA, AMERİKA, FRANSA...
Derin devlete dair modern kavram, Türkiye’yle alakaldır – Kemal Atatürk’in düşüncelerine dayalı laik bir düzeni sürdürmeye çalışan gizli bir askeri subaylar ve onların siyasi müttefiklerini anlatıyor bu modern kavram. “Derin devlet” deyişi ilk kez Türkiye’de 1990’larda ortaya çıkmış ve sonra da İtalya’da siyasiler, polis ve mafya arasındaki çatışmalara atfen kullanılmaya başlanmıştır. Bu deyiş, Donal Trump ABD başkanlığına 2020 yılında seçildikten sonra da kullanılmaya başlamıştır: Fox Haber Kanalı, görevden alma soruşturmalarıyla karşı karşıya kalan ABD Başkanı’nı desteklemek maksadıyla bu deyişi kullanmıştır. Le Monde gazetesinde 10 Şubat 2019’da yer alan bir haberde, şözle deniliyordu: “Bugünlerde bir mitingen ötekine koşturan eski Cumhurbaşkanı Donald Trump bir kez daha seçilme şansı elde ederse neler olacağına dair taraftarlarını vahşi kutlamalara sürüklemektedir: “Derin devleti parçalayacağız” diye bağırıyor Trump. Ancak Fransız Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Fransa’da ilk kez bu deyişi kullanan şahıstı. 2019’da Fransız büyükelçilere seslenen Macron, şöyle demişti: “Bazı yabancı teorisyenlerin söylediği gibi, bizde de bir derin devlet vardır...”
KIBRIS’TA DERİN DEVLETİ OLUŞTURANLAR...
Şimdi de Kıbrıs’a bakalım. Burada bir derin devlet var mıdır? Bu sorunun kesin yanıtı “evet”tir... Kıbrıs’ta derin devletin ana sütunları Kilise, büyük ekonomik güçler, büyük avukatlar, büyük müteahhitler ve EOKA Savaşçıları Derneği’dir. Tüm bu insanlar yetkilendirilmemiş güç ağlarındadırlar ve kendi gündemlerini ileri götürürler.”
“DEVLET İÇİNDE DEVLET: KİLİSE...”
“Özellikle Kıbrıs Kilisesi’ne “devlet içinde devlet” tarifi uygundur. Din Dersleri ve Tarih müfredatının tam kontrolunun Kilise’de olması amacıyla Eğitim Bakanı’nın Kilise tarafından onaylanacak bir kişi olmasını talep etmektedir. Bu müdahalenin sonucu ise tarihin tahrifatıdır. Örneğin Kilise’nin Yunan Bağımsızlık Savaşı’nın kalbi ve ruhu olduğu öğretimektedir. Bu büyük bir YALAN’dır. Kilise’nin tavrı cesaret kırıcı olmakla kalmayıp devrime açıkça düşmanlık göstermekteydi. Eğer tarih devrimciler tarafından yani özgür bir Yunanistan öngörmüş olanlar tarafından kaleme alınmış olsaydı, Kilise’nin rolü sefil, hain ve adi olarak tarif edilecekti, çalışmaları da Elenizm için felaket olarak tanımlanacaktı. Yabancı bir tarihçi, Kilise’nin 25 Mart kutlamalarına öncülük etmesini acayip, çelişkili, iki yüzlü ve yanlış olarak görecektir! Bu sanki de komünistlerin, Temmuz 1974’te Yunanistan’da demokrasinin restore edilmesinin yıldönümünü kutlamalarına benzeyecekti!
Okullarda hiç öğretilmeyen pek çok tarihi olaya değinmeyeceğim bile – örneğin Yunanlılar’a karşı en büyük soykırım Milattan Sonra 340 yılında Skithopolis’te Bizans Hristiyanları tarafından gerçekleştirilmiş, 20 sene devam etmiş ve sonucunda 19 milyon Yunan yok edilmişti.”
“BAŞPİSKOBOS’A BOYUN EĞİYORLAR...”
“Çarpıcı olan ve sosyolojik araştırma gerektiren şey de Bakanları, milletvekillerini, belediye başkanlarını, büyük bankacıları ve kurumları bu yasa tanımaz Başpiskobos karşısında korkuya kapılmalarıdır – özellikle de ahlak süpermeni olan ve milliyetçilerin büyük papazı olan Başpiskobos karşısında... Hepsi onun karşısında utanıyor ve bu başpapazların gelişigüzel eylemlerine tam olarak boyun eğiyorlar – böylece Kilise de devlet içinde devlete dönüşüyor ve demokrasinin köşe taşı olan eşitlikçilik ortadan kaldırılıyor. Bu eğilim, entellektüellerin laik bir devlet ve derin devletin ortadan kaldırılması düşlerini de kesinlikle toprağa gömüyor. Eski Başpiskobos adına büyük sahtekar Joe Lowe’un talimatlarıyla Kıbrıs Bankası tarafından verilen 300 bin Euro’luk çekin maceralı güzergahı, derin devletin varlığı nedeniyle Kıbrıs’ta yasalardan yoksunluğu gözler önüne seriyor. Başpiskobos Hrisostomos, bu rüşvet karşılığında İçiçleri Bakanı’ndan Lowe’a yurttaşlık verilmesini talep etmişti ve Bakan’ın da buna uymaktan başka seçeneği yoktu. Başpiskobos’un sesi “His Master’s Voice” olarak ölümsüzleşmiştir. Bir başka deyişle, onun sözleri bir emirdir.”
“DERİN DEVLET, ANNAN PLANI’NIN REDDEDİLMESİ İÇİN KAMPANYAYA ÖNCÜLÜK ETTİ...”
“Ancak Derin Devlet’in varlığına tanıklık eden tek şey, Kilise’nin rolü değildir. Bunun için devasa işaretler ve kanıtlar vardır. Yer darlığından ötürü ancak birkaç örnek vereceğim: Derin Devlet, Annan Planı’nın reddedilmesi için kampanyaya öncülük etmişti çünkü açıkçası iki devletli bir çözümden yanayıdı. O nedenle bizler hiçbir zaman bir referandum aracılığıyla iki toplumlu, iki bölgeli bir federasyona onay vermeyeceğiz. Bir başka deyişle, derin devlet nedeniyle bunun sonucu adanın nihai taksimidir. Son 25 yıl içerisinde yüzlerce insanın karşıştığı pek çok mali skandal meydana gelmiştir. Kaç tanesi hapse girdi? Hiçbiri, tek bir kişi birkaç aylık ceza almıştı.”
“KAFALARINDA SALLANAN DEMOKLES’İN KILICI...”
“Kıbrıslılar’ın ezici çoğunluğu şimdilerde Grivas’ın adını taşıyan tüm caddeler ve sokaklara başka isim vermesine onay verecektir. Ancak Meclis ya da Cumhurbaşkanı’nın bunu yapmaya cesareti var mıdır?
Parlamento, dünyanın diğer ülkeleri gibi bizim de milli bir marşa sahip olmamızı önerme cesaretine sahip olabilir mi? Bunun da ötesinde Parlamento, kendi Milli Muhafız ordumuzun Kıbrıslı bir lideri olmasını talep edebilir mi? Tabii ki hayır... itiraf etmeseler de, milletvekillerinin başının üstünde Demokles’in kılıcı sallanmaktadır...
(George Kumullis’in 6.7.2024’te POLİTİS’te Rumca yayımlanan yazısının kendi çevirdiği İngilizce tercümesini Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).
George Gavriel'in Avakum adlı resmi...
Gavriel'in Atış Poligonu adlı tablosu...
“Bir aydını kaybettik: Mehmet Taşçıoğlu’nun anısı önünde saygıyla eğiliyorum...”
Ulus IRKAD
Uluslararası seviyede kültürü ve entellektüelliği olan bir aydını kaybettik... Çok büyük bir kayıp... Anısı önünde saygıyla eğiliyorum Mehmet Taşçıoğlu’nun...
Mehmet Taşçıoğlu’nu ne zaman tanımıştım? Sanırım 1975 yılında Mağusa’da Aşağı Maraş’ta yerleşime geçildiğinde, kahvehaneler açıldığında, ilk müdavimlerdendi. Taşçıoğlu’nu o zamanlardan bir öğretmen olarak tanımıştım. Aşağı Maraş’ta bir bostan yeri kiralamış, sebze ve karpuz- kavun yetiştirmekte, kahvehanede ise 1974 öncesi köyünde de aynı işle iştigal ettiğini ve Lefkoşa çarşısına, 1974 öncesi, her sabah erken saatlerde kalkarak, ürünlerini yetiştirdiğini anlatmaktaydı. Kooperatifçilik ve üretim hatta ekonomi üzerinde bayağı bilgisi olduğunu, zaman zaman kahvehanedekilere SSCB’deki ve İsrail’deki kolhozlar (Kooperatif ve üretim çiftlikleri) konusunda konuştuğunu izlemekte ve konuşmalarına her zaman kulak kabartmaktaydım. Babam, rahmetli Hüseyin Irkad’la da sohbet etmekte, hatta zaman zaman bizim eve de ürettiği sebze ve karpuz-kavunları getirmekteydi. Üretime çok önem verdiğini ve öğretmenlik dışında üretimden de kazandığını çok iyi biliyordum.
ALTIN GİBİ DEĞERLİ ÇOCUKLAR...
Bu arada Taşçıoğlu’nun çocukları da altın gibi değerli çocuklardı. Hatırladığım kadarıyla iki kız ve bir de erkek çocukları vardı. Melek Hanımın hoşgörüsü ve de onun kocasına bağlılığını aralarındaki sevgi ve muhabbeti de unutamam. 1970’li veya seksenli yıllarda Lefkoşa’da ev inşa ederken, talihsiz bir kaza da geçirmişler ve ölümden dönmüşlerdi. Bu arada Melek Hocanımın ölüm haberini de alamadım ancak Taşçıoğlu’nun ölüm haberinde gazetede okudum. Ona da hep rahmet diliyorum.
ÖĞRETMENLER SENDİKASI...
Daha sonraları 1976 yılında Öğretmen Koleji’ne başlamıştım. Hafta sonları veya tatillerde Baf’lıların kahvehanesinde ona rastlamakta, her konuda konuşmaktaydık. Politika, ideoloji, felsefe ve tabiİ ki dünya sorunları üzerine eşsiz konuşmalardı bunlar. Bana Öğretmen Koleji’nden mezun olduktan sonra muhakkak Öğretmenler Sendikası’na ve Öğretmenler Bankası’na üye olmamı tavsiye etmekte, sendikanın emek için mücadelesini, 1968 sonrası enklavlarda arkadaşlarıyla örgütlenmede yaşadıkları kısıtlama ve sorunları, hatta Öğretmenler Sendikası üyelerinin Arif ve Turgut Hocalar dahil o yıllarda hapislere kadar girmelerine sebep olan sorunları, Sendika ile Bankada planladıkları tüm projelerde başarıya gittiklerini, 1980’lerde başlattıkları konut ve kooperatif faaliyetlerindeki yenlikleri de anlatmaktaydı.
YANINDA STAJ YAPMIŞTIM...
1977-78 dönemlerinde, o Polat Paşa İlkokulu’nda öğretmenlik yaparken birkaç defa yanında staj yapmış ve ders veriş tekniklerinden de faydalanmıştım. Mehmet Taşçıoğlu, muhakkak yanında bir kitap bulundururdu. Bu kitaplar İngilizce veya Türkçe kitaplardı. Duverger, Kant, Sartre, Gramsci gibi yazarlar yanında Bertrand Russell ve zamanın Batı tipi sol yazar ve düşünce adamlarını da, ya İngilizce dilinde ya da Türkçe olarak okumaktaydı. Bana anlattığına göre (Yanlış da hatırlayabilirim ama bu gibi bilgiler vermişti diye geliyor bana) zamanında aynen Süleyman Mear (Makine mühendisliği alanında eşsiz bir ilkokul öğretmeniydi, ben onunla da birlikte çalışmıştım) gibi o da 1969 yılında British Council’dan burs kazanarak “London School of Academics”de Siyaset ve Ekonomi bilimi üzerinde masterlik yapmıştı. İngilizcesinin bu kadar şahane olmasındaki nedenlerden biri de buydu.
ARİF HOCA’YLA ÇALIŞMIŞTI...
Bu arada Türkiye’nin Fakir Baykurt ve eski TÖS üyelerinin kitapları ve gene TÖS’ün ekonomik projelerini Arif Hoca’yla çalışarak sendikada uygulamışlar, banka başarısı ve sosyal konut projeleri böyle ortaya çıkmıştı. Arif hocamızın yanında Mehmet Taşçıoğlu, Bekir Kara, Bekir Hınçal, Yaşar Gunni, Hasan Hastürer, Hasan Kahvecioğlu, Ahmet Derya gibi akil gruplarının olması bu gruplar veya kişiler arasında yönetim kurullarında eleştiri ve tartışmaların olması, tartışmalar sonunda bir konsensüse varılması, çoğulcu demokrasinin sendikada uygulanarak başarıda bu modelin bir etkisinin olduğunu göstermekteydi.... Kıbrıslıtürk solunun yaratıcı olamaması, donması ve içindeki değişimi öldürmesindeki sebepler içinde devamlı değişim yapan Taşçıoğlu ve Arif Hasan Tahsin Desem gibi aydınlarını örnek alamamasında yatmaktadır.
FİKİR VE SANAT KULÜBÜ KURMUŞLARDI...
Mehmet Taşçıoğlu yaşadığı ve de Mağusa’da bulunduğu müddetçe, sendikal hareket de çok iyi yürüdü. Onunla 30 yıl önce temasımız koptu. Bir aralık İstanbul’a gidip yerleştiğini haber almıştım. 30 yıldır onu göremedim. Aslında inanın eksikliği büyük bir açıklık ve boşluktu ve bunu hep hissettim. Taşçıoğlu bu arada Adaoğlu, babam Irkad ve diğer aydınlarla birlikte Mağusa’da 1975 sonrasında “Fikir ve Sanat Kulübü”nü de kurmuştu. Bu kulübün faaliyet gösterdiği zamanlarda Suna Kan gibi Türkiye’nin meşhur sanatçılarını da Kulübe getirerek konser de verdirilmişti.
ÇOK OKUYAN BİR İNSANDI...
Mehmet Taşçıoğlu, Siyaset bilimi ve de ekonomi bilimi birikimi ile Avrupa Aydınlanma çağının son örnek aydınlarından biriydi ve eleştirinin solun dinamizmi olduğunu, hiçbir ideolojiye dine inanır gibi bağlanılmaması gerektiğini, dine inanır gibi bir ideolojiye tapınıldığında herşeyin yanlış yapabileceğini, yapılan hataların görülemeyeceğini, diyalektiğin de yanlışlardan oluşan bir bilim olduğunu, eleştiri olmazsa solun ve emekçi mücadele ile sosyalist mücadelenin öleceğini söylüyordu. Çok okuyordu ve geleceği çok iyi görmekteydi.
KTÖS’ün aynen bir Arif Hasan Tahsin Desem, Bekir Kara ve Talat Akkor gidi teorisyenlerinden birini daha kaybettik. Bertrand Russell hayranı, en uç noktalarda işsizlik hakkı-Tembellik Hakkı ve hatta zaman zaman evlenmenin de baskı aracı olduğunu, daha 50-60 yıl önce savunan bir aydındı. Onunla konuşmak benim için hep bir zevkti. Onun öğretmenliği de değişimi müjdeler ve eğitimde de modern eğitimin takipçisi olduğunu pratiğiyle gösterirdi.
Abimiz, öğretmenimiz, yoldaşımız, fikirdaşımız Mehmet Taşçıoğlu’nun anısı önünde saygıyla eğiliyorum. Yıldızlar yoldaşın olsun sevgili Hocam…
Mehmet Salih Taşçıoğlu (sağda), öğretmen arkadaşı Yılmaz Cüneyt Bey ile...