“Kıbrıs’ın en eski yerleşim yerinin üzerinde sondaj yapılıyordu”
UKÜ Arkeoloji Kültürel Miras ve Koruma Merkezi Müdürü Doç. Dr. Müge Şevketoğlu, Kıbrıs’ın kuzeyinde arkeoloji alanında yapılan ve yapılması planlanan çalışmaları ve yaşanan sorunları YENİDÜZEN’e anlattı.
Aygün Bahar ÖKMEN
Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi (UKÜ) Arkeoloji Kültürel Miras ve Koruma Merkezi Müdürü Doç. Dr. Müge Şevketoğlu, Kıbrıs’ın kuzeyinde arkeoloji alanında yapılan ve yapılması planlanan çalışmaları ve yaşanan sorunları YENİDÜZEN’e anlattı.
“UKÜ olarak bizim verebileceğimiz hizmetler arasında eğitim ve halkı bilinçlendirme projeleri öne çıkacaktır” diyen Şevketoğlu, halkı bilinçlendirmenin öneminin altını çizdi. İnşaat sektörü gibi bazı sektörlerin arkeologları kendilerinin düşmanı olarak görebildiğini ifade eden Şevketoğlu, kültürel mirasa sahip çıkmanın önemine vurgu yaptı.
Halk tarafından romantize edilen bir meslek olan arkeologluğun gereklilikleri ve zorlukları hakkında konuşan Arkeoloji Kültürel Miras ve Koruma Merkezi Müdürü Doç. Dr. Müge Şevketoğlu, Tatlısu’da yapmakta oldukları sualtı kazı çalışmalarını, UKÜ, Eski Eserler ve Müzeler Dairesi ve Tatlısu Belediyesi işbirliği ile yapılması planlanan projeleri YENİDÜZEN’e aktardı.
Arkeoloji Kültürel Miras ve Koruma Merkezi Müdürü Doç. Dr. Müge Şevketoğlu:
“UKÜ olarak bizim verebileceğimiz hizmetler arasında eğitim ve halkı bilinçlendirme projeleri öne çıkacaktır”
Arkeolojinin romantik bir meslek olarak tanımlandığını ifade eden Arkeoloji Kültürel Miras ve Koruma Merkezi Müdürü Doç. Dr. Müge Şevketoğlu, “Halk tarafından mesleğimizin sadece güzel tarafları biliniyor. Ancak zorlukları pek de bilinmiyor” şeklinde konuştu. Şevketoğlu sözlerini şu şekilde devam ettirdi;
“Arkeolog olmak için çok yönlü olmak gerekir. Sporcu olacaksınız çünkü arazide dayanıklılık gerekir, her konudan biraz anlamanız gerekir çünkü arkeoloji multidisipliner bir alandır. Jeoloji, jeofizik, biyoloji, antropoloji... Bu meslekte başarılı olabilmek için aynı zamanda çözüm odaklı, araştırma yapabilen, sunum yapabilme, sözel olarak, çizim olarak, fotoğraf olarak iyi kayıt tutabilen, birden fazla dil bilen biri olmanız gerekir. Bu nedenle Avrupa’da arkeoloji eğitimi oldukça değerlidir. Bu bölümden mezun olan kişiler Avrupa’da askeri birliklerde subaylıktan, elçiliğe kadar geniş bir iş yelpazesine sahip oluyor. Bizde ise bu alandan mezun kişiler için olanaklar çok kısıtlı. Kıbrıs’ta bu bölümden mezun olan biri ya devlet memuru olabiliyor ya da Kayıp Şahıslar Komitesi’nde görev alabiliyor. İlk Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde açılmıştı, o da kapandı. Her adımda arkeolojinin, kültürel mirasların olduğu bir ada için oldukça acı bir tablo”.
“UKÜ’de merkezimizi 2009 yılında kurduk”
“UKÜ’de merkezimizi 2009 yılında kurduk. 1996 yılında Tatlısu bölgesinde başlayan bir arkeoloji araştırması vardı. Bunu 2000 yılında kazıya dönüştürdük. Kıbrıs’ın en eski yerleşimlerinden birisi. radyokarbon tarihlemesinden gelen tarihlemeler 10 bin yıl öncesine ait olduğunu gösteriyor bu bölgedeki buluntuların. Ayrıca o dönemde Anadolu ile de kesin bağlantıları olan bir yerleşim yeri olduğunu gözlemliyoruz. Bu bağlantılara kazılarda bulduğumuz volkanik camlar (obsidyen) üzerinden ulaştık. Kıbrıs’ta bu dönemde genel olarak bulunan obsidyenler, kesici aletler şeklinde; bitki kesmekte, hayvan derisi yüzmekte, küçük el aletlerinin yapımında kullanılmış. Kıbrıs’taki diğer yerleşimlerde, güneyde yapılan kazılarda çıkan obsidyenlerin adedi 25-400 arasında ancak Tatlısu’da binlercesi çıktı. Bu nedenle biz Tatlısu’ya Anadolu’nun giriş kapısı olarak bakıyoruz. Büyük ihtimalle bu obsidyenler ilk önce Tatlısu’ya gelerek bütün adaya oradan dağıldı. Bu nedenle Tatlısu, hem Anadolu arkeolojisi hem de ilk Kıbrıslı Türk kazısı olması açısından önemli bir yer. Orada yetiştirdiğimiz öğrencilerimizin çoğu bugün Kayıp Şahıslar Komitesi’nde görev almaktadır. Benim de kazının en çok gurur duyduğum tarafı, bilimsel gücü ve başarısının dışında, yetiştirmiş olduğumuz öğrencilerimiz, ülkemize kazandırdığımız arkeologlarımızdır”.
“Tuzlu sudan çıkan tüm eserlerin tuzdan arındırılması için muhakkak uzun bir süreçten geçmesi gerekmektedir”
“Peki biz kara kazılarından nasıl denize geçtik? Deniz ve sualtı arkeolojisi benim her daim ilgi duyduğum bir alandı. Babam 1953’te adada zıpkınla balık avlayan ilk üç kişiden biriydi. Bu nedenle denizin bende ayrı bir yeri var. Ancak sualtı arkeolojisinin çok önemli bir olmazsa olmazı vardır; sualtı buluntularına bakım yapabilecek özel eğitimli kişi, konservatör. Adamızda yıllarca bunun eksikliği yaşanmıştır. Son zamanlarda maalesef o eksiklik yine yaşanmaktadır. Bu nedenle biz sualtı kazısı yerine belgeleme, fotoğraflama yapmayı tercih ediyoruz. Tuzlu sudan çıkan tüm eserlerin tuzdan arındırılması için muhakkak uzun bir süreçten geçmesi gerekmektedir. Girne Batığı da aynı sistemle çıkarılmıştır ve bugün soğuk bir ortamda sergilenmektedir. Yani kazı yapıp eserleri çıkarabilirsiniz ancak bu eserleri koruyabilmeniz ve bakımını yapabilmeniz de gerekmektedir. Biz bunu yapamayacağımızı bildiğimiz için sualtını unutmamakla birlikte beklemeye almıştık. Ancak ülkemiz çok değerli bir konservatör yetiştirdi. Pembe Özen. Bu ülkeye çok değerli katkıları oldu, müzeler kurdu. Sudan çıkarmış olduğumuz hiyeroglifli bir çapanın konservasyonunu başından sonuna üstlendi. Ne yazık ki şartlar ve ortam onu mesleğinden uzaklaştırdı. Bu çok üzücü bir kayıp. Bütün ülke için bir kayıp. Sualtına girmemizin en büyük nedenlerinden biri de kıyılarda yoğunlaşan yapılaşmalar. Bu yapılaşmaların çoğu denize kadar taşıyor. Denize taştığında ise sualtı kültürel mirasımıza zarar veriyor. Sualtı kültürel mirasımız çok zengin. Bunu ortaya çıkarmak, kazılarını yapmak isteğimiz var elbette ancak şu anda ne yeterli elemanımız ne de bütçemiz var bunu yapabilmek için. Biz de küçük adımlarla başladık. Arkeolojide belgeleme zaten önceliktir. Böylece alanda neyin olduğunu görmek mümkün olur. Bunu olduğu yerde korumak da birincil görevimizdir. Koruyamayacaksak kazısının yapılması gerekir”.
“Bu adada arkeologlar olarak en büyük sıkıntımız bazı sektörlerin bizleri kendilerinin düşmanı olarak görmesidir”
“Biz de bu bağlamda UKÜ altında, Tatlısu’dan başlayarak, Eski Eserler ve Müzeler Dairesi’nin de ricası ile aciliyet sırasına göre, sualtı belgelemeye başladık. GPS noktalarının alınması, fotoğraflama, bunların haritaya işlenmesi, analizlerinin yapılması gibi. Eski Eserler ve Müzeler Dairesi’nden almış olduğum izin ile Tatlısu Belediye sınırlarında yürüttüğümüz bir sualtı çalışması var. İkinci olarak Eski Eserler ve Müzeler Dairesi’nin uygun gördüğü, aciliyeti olan, ortak yürüttüğümüz bazı belgeleme ve tespit çalışmalarımız var. Üçüncü olarak da yine Eski Eserler ve Müzeler Dairesi Müdürlüğü ile ortak yürüttüğümüz acil ihbarlar mevcut. Bunlar da yerinde denetleniyor, raporlanıyor. Tespit ettiğimiz ve belirli aralıklarla kontrol ettiğimiz bazı batık noktaları var. Bu süreçlerde yer alan kişiler de böylece kendini geliştirme fırsatı yakalıyor. Önemli olan insan yetiştirmektir diye düşünüyorum. Bu bayrak yarışını devam ettirecek olan insanların arkamızdan yetişmesi ve bizi geçmesi önemlidir. Adamızdaki en büyük eksiklik budur. Bu adada arkeologlar olarak en büyük sıkıntımız bazı sektörlerin bizleri kendilerinin düşmanı olarak görmesidir. Özellikle inşaat sektörü. 2003 yılında büyük bir inşaat patlaması olmuştu. O zaman yüzey araştırmalara öncelik tanınması gerektiğine sıkça vurgu yapmıştık. Ancak çok dikkate alınmamıştı. Şimdi inşaat sektöründe yine bir patlama var ve 2003 yılına nazaran daha da büyük bir patlama bu. Burada konu inşaat yapılsın ya da yapılmasın değildir. Konu, sistem eksikliğidir. Bazı inşaatlar inşaata başlıyor ve izinleri sonrasında almak istiyor. Bunlar kültürel mirasımıza çok zarar verebiliyor. Kültürel miras zaten her yerde var deniliyor ancak her yerde her ölçüde belli arkeoloji kalıntıları yoktur. Önemli olan öncesinde önlemini alıp, gerekirse kazısını gerçekleştirip bu eserleri koruyabilmemizdir. Bu tarz durumlarda bunların bizim yerine geri koyamayacağımız kültürel hazinelerimiz olduğunu anımsamamız gerekir”.
“Bizim kazısını yaptığımız, dünyaya Kıbrıs’ın en eski yerleşim yeri diye tanıtacağımız yerin üzerinde sondaj yapılıyordu”
“O kadar çok başvuru var ki yetişemiyoruz. Tatlısu yakınlarında başka bir kazı alanımız var, rutin kontrollerimiz sırasında orada sondaj yapıldığını gördük. İnanamadık. Ya sormadılar ya da daireler arası bir koordinasyon yok. Bu çok büyük bir eksiklik. Bizim kazısını yaptığımız, dünyaya Kıbrıs’ın en eski yerleşim yeri diye tanıtacağımız yerin üzerinde sondaj yapılıyordu. O gün buna denk gelmeseydik daha sonrasında biz neyi yayınlayacaktık? Bulduk, çıkardık ama üstüne sondaj yaptık mı diyecektik? Ki bahsetmiş olduğum yer sit alanı. Bu kopukluklar çok üzücü. Eski Eserler ve Müzeler Dairesi’nde çalışmakta olan meslektaşlarım iş yoğunluğundan hiçbir şeye yetişemezken bu alanda istihdam da yapılmıyor. Bu dairenin güçlendirilmesi ve herkesin uzman olduğu alanda görev alması lazımdır”.
“Sualtı merkezi kurmak projelerimiz arasında”
“Yurtdışı bağlantılarımız var. Gerek Fransa, İngiltere İrlanda ve Türkiye bağlantılarımız var. İstanbul Üniversitesi ile ortak çalışmalar yapıyoruz. Uzmanlar geliyor. Onlar öğrencilerini de getiriyor. Birlikte çakmak taşlarına, obsidyenlere vb. bakılıyor. Üniversite olarak bizim ortaya koyabileceğimiz katkı, Merkez olarak eğitimler sağlayabilmek, sualtı eğitimleri sağlayabilmek, farkındalık yaratma projeleri olabilir. Bunlar projelerimiz arasında da yer almaktadır. Şu anda arzuladığımız, güzel bir sualtı merkezi kurmak. Ancak bu Eski Eserler ve Müzeler Dairesi ile birlikte yapılmalıdır çünkü arkeoloji özel olarak yapılabilen bir iş değildir”.
“UKÜ olarak bizim verebileceğimiz hizmetler arasında eğitim ve halkı bilinçlendirme projeleri öne çıkacaktır”
Su altından eserlerin bireysel olarak çıkarılmaya çalışılmaması gibi kuralları halkımıza sıklıkla anımsatmamız gerektiğinin altını çizen Şevketoğlu; “Örneğin anforadır, taşa yapışmıştır, zorla çıkarılmaya çalışılabiliyor. Bu da esere zarar verebiliyor, eser kırılabiliyor, kaybolup gidiyor. Oysa belki de o eser üzerinde önemli bir yazı vardır veya önemli bir formdur. Belki de bize çok farklı bir tarih verebilir. Bu nedenle bilinçlendirme çok elzemdir” şeklinde konuştu.
Şevketoğlu sözlerine şu şekilde devam etti;
“UKÜ olarak bizim verebileceğimiz hizmetler arasında eğitim ve halkı bilinçlendirme projeleri öne çıkacaktır. Bu alanda iki farklı projemiz var, umarım yakın zamanda hayata geçer. İlki Lapta Belediyesi ve Eski Eserler ve Müzeler Dairesi ile ortak yapacağımız bir projedir. İkincisi ise bir müze projesidir. Arkeopark adını verdiğimiz bir proje. Bir neolitik dönem köyü canlandırması düşünüyoruz. Prehistorik dönemde her şey küçük kalıntılardan oluştuğu için insanlar örneğin bir evi zihinlerinde canlandırmakta zorlanabiliyorlar. Bu proje ile amacımız ‘şurada bir ev var’ dediğimizde bunu zihninde canlandıramayan herkes için bir canlandırma oluşturmuş olmak. Kazıdan çıkan buluntuların da burada sergilenmesini, yapılan sualtı çalışmalarının sonuçlarının burada paylaşılmasını hedefliyoruz. Çalışmalarımızın sonuçlarını paylaşmak için hazırız. Müzenin yanına kazı evi, laboratuvarı, kütüphanesi gibi planlarımız da var. Halkın arkeologları çalışırken görebilecekleri bir alan oluşturulmuş olacak böylece. Çocuklara yönelik atölyeler de planlarımız arasında. Çocukların hayalgüçlerini kullanabilecekleri bir alan da oluşturulmuş olacak”.
Şevketoğlu; UKÜ, Tatlısu Belediyesi ve Eski Eserler ve Müzeler Dairesi’nin işbirliği ile bu projeyi hayata geçirmeyi planladıklarını dile getirdi.