Kıbrıs’ın güneyinde okul salonlarına Kıbrıslırum “kayıp” çocukların isimleri veriliyor…
Kıbrıs’ın güneyinde, okul salonlarına Kıbrıslırum “kayıp” çocukların isimleri verilmeye başlandı. Kıbrıs Haber Ajansı’nın 13 Ocak 2025 tarihli haberine göre, Derinya’da Orta Dereceli bir okulun salonlarına 1974’te savaşta “kayıp” edilen Andreas, Maria ve Kika’nın isimleri verildi. Haberde “geçen yıl Kıbrıs Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis’in ilkokul, ortaokul ve liselerde 36 sınıfa “kayıp” çocukların isimlerinin verileceğini ve bu şekilde anılarının yaşatılacağını açıklamış olduğu” da hatırlatıldı.
Kıbrıs Haber Ajansı’nın konuyla ilgili olarak haberinde özetle şöyle denildi:
“Pazartesi günü Derinya İkinci İlkokulu’nda düzenlenen “Kayıp Çocuklar Anısına Sınıflara İsim Verilmesi” töreninde konuşan Eğitim, Spor ve Gençlik Bakanı Athina Mikellidu, işgal harekâtı sırasında kaybolan çocukları anmak için ülke genelinde okul salonlarına isimlerinin verilmesinin, her çocuğun güvenlik, refah, barış ve ilerleme koşullarında yaşayabileceği bir dünya yaratmada kolektif sorumluluk, dayanışma ve ortak bağlılığın güçlü bir mesajı olduğunu vurguladı.
Athina Mikellidu, “Kıbrıs Cumhurbaşkanı’nın bir yıl önce ülke genelinde ilkokul, ortaokul ve liselerde 36 sınıfa kayıp çocukların isimlerinin verilerek bu çocukların anısının yaşatılacağını açıkladığını” hatırlattı.
Mikellidu, gençleri barış, dayanışma ve hizmet için çabalamaya teşvik etmek gerektiğini, geçmişi unutmayarak daha iyi, daha insani bir gelecek için yorulmadan çalışacak, vatanın savunulması için her türlü barışçı yolda mücadele edecek, aynı zamanda uluslararası düzeyde insan haklarının yaygınlaşması için çalışacak bir nesil yetiştirmek gerektiğini vurguladı.
Kıbrıs’ın 1974’te de facto olarak bölünmesinden bu yana aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu yüzlerce kişinin akıbeti hâlâ bilinmiyor.”
“Birleşmiş Milletler’de insan hakları mücadelesi…”
Osman İŞÇİ/BİANET
İnsan hakları çalışmalarına bütçe ayrılması, politik bir tercihtir ve siyasi irade gerektirir. İnsan hakları yeniden odağa alınmalı.
Birleşmiş Milletler (BM) içerisinde insan hakları çalışması yürüten özel raportörler, bağımsız uzmanlar ve çalışma grubu başkanlarının yayınladığı ortak deklarasyonda yer alan bu cümle, küresel insan hakları mekanizmalarına dair temel bir mesaj içeriyor: İnsan haklarının araçsallaştırılması.
Bu ortak deklarasyon, 9-13 Aralık 2024’te Cenevre’de toplanan BM Özel Raportörler, Bağımsız Uzmanlar ve İnsan Hakları Konseyi Özel Prosedürler Çalışma Grubu başkanları 30. yıllık toplantısının ardından yayımlandı. BM’nin insan hakları sistemini temsil eden bu uzmanların yayımladığı deklarasyon, küresel ölçekte yaşadığımız savaş, yoksulluk, sorunların çözümünde insan haklarının yerini ele alıyor. Deklarasyonda, çoklu krizler, siyasi irade eksikliği, insan hakları çalışması yürütenlere yönelik saldırılar ve bütçe sorununun altı çiziliyor.
BM personeli olmayan Özel Raportörler, Bağımsız Uzmanlar ve Çalışma Grupları, BM İnsan Hakları Konseyi’nin Özel Prosedürleri olarak bilinen mekanizmanın parçası olarak görev yapıyor. 46 tematik alanda ve 14 ülke ile ilgili çalışan özel raportörler gönüllü yürüttükleri çalışmaları için BM’den bir ücret almıyor. Yerelde çalışan insan hakları savunucularının BM içerisinde en yakın çalıştığı kişilerin başında gelen raportörler, BM karar alıcıları ile insan hakları savunucuları arasında bir nevi köprü işlevi görüyor.
ÇOKLU KRİZLER
BM insan hakları uzmanları, yıllık toplantılarını insan hakları bakımından acil sorunların yaşandığı bir dönemde gerçekleştirdi. Ortak deklarasyonda da vurgulandığı üzere dünyanın çeşitli yerlerinde farklı düzeylerde silahlı çatışmalar ve savaşlar yaşanıyor. Savaş ve silahlı çatışma ortamının şiddeti, diğer birçok ihlale yol açtığı için bu sorun çözülmeden ortak deklarasyonda belirtilen yoksulluk ve eşitsizlik ile cinsiyete, ırka, etnisiteye ve bedensel engele dayalı ayrımcılık gibi alanlarda ihlaller yaşanmaya devam ediyor.
Ayrıca, savaşlar ve silahlı çatışma ortamı ifade özgürlüğüne yönelik ciddi bir engel teşkil ediyor. İnsanların kamusal alanda toplanarak gösteri düzenlemesi de mümkün olmaz. Tabii ki, bu savaşlar sadece insanların yaşam hakkını ihlal etmekle sınırlı kalmıyor; kullanılan patlayıcılar, kimyasallar çevre kirliliğine ve biyoçeşitlilik kaybına da yol açarak dünyamızı tümden tehdit ediyor.
Uzmanların ortak deklarasyonunda dikkat çekilen bir diğer alan da zorla yerinden edilme, göçmenlik ile ilgili hak ihlalleri. BM insan hakları uzmanları, yapay zeka ve yeni teknolojilerin insan hakları ihlalleri bakımından içerdiği risklere de dikkat çekiyor.
Özel raportörler, çalışmalarını sadece BM binalarında değil, aynı zamanda sahada gerçekleştiriyorlar. Ülkelerdeki insan hakları durumlarını yerinde incelemek için ziyaretler düzenliyorlar. Gittikleri bu ülkeler genellikle ihlallerin yaşandığı zorlu coğrafyalar oluyor.
Benzer şekilde, BM’nin sahadaki personeli de bu zorlu bölgelerde görev yapıyor. Örneğin, 7 Ekim 2023’te Hamas öncülüğünde başlatılan “Aksa Tufanı” saldırısının ardından İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği katliam saldırılarında yaşamını yitirenler arasında BM Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) görev yapan 265 kişi de yer alıyor. Deklerasyonda, BM kurumlarının ve sistemlerine yönelik süreklilik arz eden bu saldırıların, tehditlerin BM ekosistemini bir bütün olarak sınayan bir düzeye ulaştığı belirtiliyor.
BM İNSAN HAKLARI BÜTÇESİ…
Her ne kadar bu uzmanlar BM’den kendileri için ücret almasa da çalışmalarının yürütülmesi için yine de bütçe gerekiyor. Deklarasyon, bütçe krizinin insan hakları ekosistemini derinden etkiler hale geldiğini belirtiyor. Bahse konu krizin ikili bir boyutu var: 1) İnsan hakları bütçesinin BM toplam bütçesi içerisinde %5’ten az olması, 2) Üye devletlerin bu sorunun aciliyetine yönelik bir çalışma yapmaması.
Devletlerin yol açtığı devasa ihlaller karşısında BM bütçesinin sadece %5’ini insan hakları mekanizmalarına ayırması, içinden geçtiğimiz baskıcı dönemin insan haklarına yaklaşımını net bir biçimde ortaya koyuyor. Tabii ki, özel raportörler bütçe eksikliğine rağmen elinden geleni yapmaya gayret ediyor. Örneğin, 2014’te bir özel raportörle yaptığım sohbette, çalışmalarını yürütmek için bazı harcama kalemlerini cebinden karşılamak durumunda kaldığını söylemişti.
SİYASİ İRADE EKSİKLİĞİ
BM insan hakları uzmanlarının yayınladığı deklarasyonda belirtilen sorunların çıkış noktası ve dolayısıyla çözümün anahtarı, siyasi iradedir. BM’ye üye devletlerin insan hakları prensiplerine samimi bir yaklaşım sergilemesi durumunda, ihlallerin asli kaynağı olan savaşlar ve silahlı çatışmaların yol açtığı ihlaller minimize edilebilir. Dahası, BM insan hakları görevlilerine yönelik tehditler ve saldırılar önlenebilir. İnsan hakları çalışmalarına bütçe ayrılması, politik bir tercihtir ve siyasi irade gerektirir.
BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinden üçünün ABD, Çin ve Rusya olduğu gerçeğini dikkate aldığımızda, BM’nin kilit düzeyde karar alıcı mekanizmalarının insan haklarına yaklaşımı daha anlaşılır oluyor. Fransa ve İngiltere’nin de insan hakları ihlallerine ilişkin raporlar bulunuyor. Dolayısıyla, BM Güvenlik Konseyi Daimi Üyeleri’nin insan hakları karnesinin iyi olmadığını söylemeye dahi gerek yok.
İnsan hakları araçsallaştırılması bize ne söylüyor?
İnsan haklarının prensiplerinin araçsallaştırılması, insan hakları prensiplerinin ne kadar geçerli olduğunu ortaya koyuyor. İnsan hakları savunucuları olarak, insan haklarına araçsal yaklaşma sorununun başta hükümetler ve devletler olmak üzere uluslararası kurumlar nezdinde yaygın olduğunu sıklıkla dile getiriyoruz. Bu eleştirilerimizi yalnızca kendi aramızda yapmakla kalmıyor, aynı zamanda söz konusu kişilerin bulunduğu toplantı, konferans vb. platformlarda da ifade ediyoruz.
Bu eleştirilerimize BM bünyesindeki insan hakları uzmanlarının da katıldığı oluyor. Bu bakımdan, BM uzmanlarını temsilen bu sorunu vurgulayan ortak bir deklarasyon yayımlanması, sorunun daha görünür hale gelmesi açısından ayrıca kıymetli. Son söz olarak, insan haklarının araçsallaştırılmasına karşı, insan haklarının yeniden odağa alındığı bir sistem için mücadeleye devam.
(BİANET – Osman İşçi – 14.1.2025)
*** GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR DÜNYADAN ETKİNLİKLER…
“Hrant” kitabının yazarı Tuba Çandar: “Hrant'ı o kaldırımdan kaldırmaya çalıştım…”
(AGOS): 23,5 Hrant Dink Hafıza Mekânı'nda, Hrant Dink’in öldürülmesinin 18. yılında, onun gazeteciliği süresince yürüttüğü hakikat, adalet ve yüzleşme konularındaki cesur tartışmalara odaklanan bir dizi söyleşi ve etkinlik gerçekleştiriliyor. Dizinin ilk etkinliğinde "Hrant" kitabının yazarı Tûba Çandar ve Agos'a uzun yıllar emek veren isimlerden yazar Karin Karakaşlı hem kitap üzerine söyleştiler ve hem de Hrant Dink'in Türkiye'de yarattığı hafızayı, sesi konuştular.
Etkinlik dizisi 23,5 Hrant Dink Hafıza Mekânı'na dönüştürülen eski Agos ofisinde gerçekleştiriliyor.
Kalabalık bir dinleyici topluluğunun izlediği 13 Ocak Pazartesi günkü söyleşide Karin Karakaşlı ilk sözü Tûba Çandar'a verdi ve "Hrant" kitabını nasıl oluşturduğunu anlatmasını rica etti.
Çandar kitabı oluşturmaya Hrant Dink'in öldürülmesinden sonra karar verdiğin anlattı ve bunun hayli zor bir süreç olduğunu söyledi.
Hrant Dink'in ailesi dahil 125 kişiyle konuştuğunu söyleyen Çandar "Bir oratoryo gibi yazmayı, öyle olmasını hayal ettim. Arat Dink bu süreçte bana çok yardım etti. Hiç tanımadığım insanlarla söyleşi yapacaktım. Her soru onların kanayan yaralarına dokunmak gibiydi. Bir aşamada herkes anlatarak bir nevi şifalanmaya başladı. 'Anlatmak iyi geliyor' dediler. Arat, ilk kapıyı açtı, insandan insana dolaşmaya başladım" dedi.
Çandar "Rakel Dink'in evinde tutuk halimden kurtuldum. Buluştuğumuzda gece geç saatlere kadar konuştuk. evinde kalmamı önerdi. Tutukluğumu böylece attım. 125 kişiyle defalarca konuştum. Kurgusu bir sesten diğer sese geçiyormuş gibi olmalıydı ve kitap öyle akıtıldı. Çok zordu. 125 kişilik koronun seslerini yıllarca kafamda duydum" dedi.
Karin Karakaşlı da "Sen hepimizin kalbinin dilini açtın" sözleriyle Çandar'ın çabasını özetledi.
Karakaşlı'nın sorularıyla kitabın oluşum sürecini anlatmaya devam eden Tûba Çandar "Önce Hrant Dink'in aile büyükleri suskunluklarını açtılar. Hrant ismi anlam olarak 'canlı ateş' demek. Hrant ismiyle müsemma idi. Hrant'ın Rakel'e sevdalanışı bana emanet edilen en tatlı hikâye idi" dedi.
“HRANT’I O KALDIRIMDAN KALDIRMAYA ÇALIŞTIM…”
Çandar, kitap çalışması için "Hrant'ı o kaldırımdan kaldırmaya çalıştım. Her bölümün sonunu Hrant'ın sesiyle, yazılarından seçmelerle bitirdim. Karin de bana çok yardımcı oldu. Kitabı Tıbrevank Okulu'ndaki arkadaşlarının ona taktığı ismiyle 'Khent (Delifişek) Hrant' ve "Baron (Usta) Hrant" diye ikiye ayırdım. İlk bölüm Agos'a kadarki hayatını, ikinci bölüm Agos ve sonrasını anlatıyor" dedi.
Çandar "Kitaba 2007'nin ilkbaharında başladım. Hrant'ın özeli yok gibiydi. Geri kalan şeyler Rakel'e yazdığı şiir ve çocuklarına yazdığı mektuptu. 3,5 yıl sürdü kitap ve 2010'da yayınlandı" diye konuştu.
Tûba Çandar "Hrant baştan sonra tek bir hikâyeyi anlattı, atalarının hikayesini anlattı. Kendi halkının mühürlenmiş, suskun bırakılmış dilini, yaşadıkları baskı ve zulmü anlattı. Çok büyük bir anlatıcıydı. Anlatarak bir hafıza oluşturdu. O bir 'dengbej'di, anlatıcıydı" dedi.
KARAKAŞLI: “HRANT’IN SÖZLERİYE ERMENİLİK TOPİK YA DA İÇ MİHRAK OLMAKTAN ÇIKTI…”
Söyleşinin bu bölümünde Tûba Çandar, kuruluşundan itibaren Agos'ta uzun yıllar çalışan ve en zor dönemlerde Hrant Dink'in yanında olan Karin Karakaşlı'dan Agos'un kuruluş yıllarını anlatmasını istedi.
Karin Karakaşlı "Agos'un kuruluş amacı aslında bir hafıza oluşturmaktı, tabii o zaman böyle büyük cümleler kurmuyorduk. Agos bir kuşağın birleşmesi ile hayata geçti. O kuşağın hikâyelerini dinlemekten beslenirdim" dedi.
Karakaşlı "Agos, ilk Türkçe ve Ermenice gazete. Bu büyük bir fark yarattı, haklarında sürekli konuşulan Ermeniler olarak "Şimdi ben konuşacağım, dinlemeye hazır mısın?" demiş olduk aslında. Kendinizi doğrudan anlatmayı istedik. Biz Agos'u okul olarak kabul ettik" dedi.
Hrant Dink'in televizyonlara çıkmaya başladığı ve topluma bir söz anlattığı döneme de değinen Karakaşlı, Dink'in o dönemde katıldığı Siyaset Meydanı programının yarattığı yankıyı da aktardı ve "Siyaset Meydanı'nda Tuzla Kampı'nın nasıl ellerinden alındığının hikayesini olanca yaşanmışlığıyla anlattı, sanki aradan kamera kalkmış gibiydi. O ses Ermeni toplumuna iyi geldi. Ertesi gün onlarca telefon ve faks geldi. Ermenilik topik olmaktan ya da iç mihrak olmaktan çıkmış oldu" dedi.
Karin Karakaşlı "Hrant Dink büyük bir yankı ve dinamizm yarattı, bizi de teşvik etti. Dönüştürmediği kimse yoktu muhteşem bir hazine imiş" dedi.
“TÜRKİYE TOPLUMUNU DA DÖNÜŞTÜRDÜ…”
Bu bölümde söz alan Tûba Çandar da "Hrant Dink Türkiye toplumunu da dönüştürdü. Geçmişteki karanlık sayfaları gün yüzüne çıkardı, bu bizi de dönüştürdü ve bunu bizi üzmeden yaptı" dedi. Çandar Sabiha Gökçen haberine de atıfta bulunarak "Kimileri açısından en tehlikeli hafıza oluşturma çabasına girişti, Sabiha Gökçen'in yetim bir Ermeni kızı olabileceği hikâyesini anlattı. Bu sonun başlangıcı oldu" diye konuştu.
Hrant Dink'in bu haberden sonra yaşadığı zorlu sürece değinen Karin Karakaşlı, Sabiha Gökçen haberi sonrasında Dink'in İstanbul Valiliği'ne çağrıldığı dönemi de anlattı. Karakaşlı o gün Dink'e eşlik ettiğini ancak görüşmeye sadece Hrant Dink'in alındığını söyledi, sözlerine şöyle devam etti:
"Çıktıktan sonra 'aba altından sopa gösterdiler' dedi Hrant. O dönem ve sonrası çok zor geçti. Agos önünde ülkücüler gösteri yaptığında televizyonlar bunu neredeyse hiç haber yapmadılar. Hrant her şey olup bittikten sonra 'esnafa da rahatsızlık verdik' diyecek kadar düşünceli bir insandı. O günün akşamında ofisten hep beraber çıktığımızda bana 'İstersen yanımda yürüme' dedi, koruma refleksiyle" dedi.
Cinayet sonrasına da değinen Karakaşlı "2007-2008 arası bende hiç yok, ne yaptıysam yalandır. Bana güç veren tek gün cenaze günüydü, orada toplanan kalabalıktı. Biz o cenaze gününü 'Türklüğü tahkir ve tezyif etmekle' yaftalanmaya çalışmış bir kişiyi bir kiliseden usulca uğurlayarak da yaşayabilirdik ama o zaman hiçbirimiz burada olmazdık" dedi.
Tûba Çandar da cinayetten sonra yakınlarını siyasi cinayetlerde kaybetmiş aileler için Agos'un önemli bir yer olduğunu hatırlatarak "Bu mekân hafıza mekânına dönüşmeden de zaten o hâli almıştı" dedi.
Karin Karakaşlı da "Bir inat gibi her yerden Hrant ismiyle bir hafıza oluştu. Geleceğe onun ruhuyla ilerlemeye gayret ediyoruz." diyerek sözlerini noktaladı.
Söyleşiler dizisi hafta boyunca devam edecek ve Hrant Dink 19 Ocak Pazar günü vurulduğu yerde ve saatte her yıl olduğu gibi anılacak.
(AGOS – 14.1.2025)