Kıbrıs’ın Konferansı
Ocak ayında gerçekleşecek görüşmeler, Kıbrıs sorununu çözmek çok önemli bir aşama mı, yoksa garantör devletlerin kendi ulusal çıkarları üzerinden değerlendirdiği Kıbrıs’ı etkin ve fiili olarak kontrollarında tutmaya devamları mı, hep birlikte göreceğiz.
Kıbrıs sorunu on yıllardır iki taraf arasında yapılan müzakerelerin özü üzerinden şekillenen BM parametresi dediğimiz, BMGK kararları ile bugünlere geldi. Aslında nasıl bir çözüm olacağı yıllardır biliniyordu. BM nasıl bir çözüm olacağını çizmiş, tarafların bu çözüm modeli üzerinde bir araya gelme iradesi göstermesini bekliyordu. Beklenen bu değildi sadece, her iki tarafın etki altında kaldığı iki garantör ülkenin Kıbrıs siyasetinin çözüm perspektifi taşıması ve bunu uluslararası camiaya yansıtması…Aslında her iki tarafta da “niyet” yani “irade” oluştuğu an, Kıbrıs sorununun çözüleceği biliniyordu. Adanın her iki tarafındaki çözümsüzlük güçleri ve onların ardına saklanan garantörler ve uluslararası güçler, yıllarca karşı tarafın niyetsizliği üzerinden konum elde etmeye çalıştı, ancak her iki taraftaki maske çözüm niyeti ile düşermiş gibi oldu. Çünkü açık ayrılıkçı olanlardan ayrı bir sinsi taktikle masayı çözüm ister-miş gibi kullanan Başkanlar gördü Kıbrıslılar…Masadan kaçmayan ama masayı kendi maksimalist beklentisi için kullanan Başkanlar ve müzakerecileri…
Ancak Talat-Hristofiyas ve Akıncı-Anastasiades dönemlerinde durum değişti. Evet her iki taraf da çözüm istiyordu, irade ortaya koyuyordu. Aslında bunu ciddi bir şekilde yaptılar da. Sorumlulukla ve çatışmadan. Yunanistan ve Türkiye ile de (farklı ilişki düzeyleri olsa dahi) çok iyi koordine ederek.
Ocak ayında her iki liderin onayı ve BM’nin daveti ile gerçekleşecek olan Kıbrıs Konferansı, Kıbrıs müzakere tarihi için bir ilktir. Bu süreçte müzakerecilik konusunda sevgili Özdil Nami’nin sonuç odaklı, yapıcı, etkin rolünü açıkça teslim etmemiz gerekir. Elbette Mavroyannis'in rolünü de.
Bugün gelinen aşama oldukça kritiktir.
Çünkü Kıbrıs sorunu özünde Kıbrıslıların sorunu olmaktan çıkmak üzeredir.
Taraflar, Güvenlik ve Garantiler dışında, varılabilecek en üst yakınlaşma düzeyine ulaşmış durumdadırlar. Garantiler konusunun aşılması ile birlikte, geriye kalan yakınlaşmalar domino taşları gibi peşi sıra düşecek ve kapanacaktır. Birbiriyle bağlantılı, entegre bir müzakere stratejisinin son noktasıdır bu durum, ki bu yapı 11 Şubat 2014 Eroğlu Anastasiades ortak açıklamasında saptanmıştı. Korkunun ecele faydası yok, çözümsüzlük yanlılarının ısrarla yakınlaşma yok, yüzlerce açık başlık var demeleri asla gerçeği yansıtmıyor. Cumhurbaşkanı Sn.Akıncı ve Müzakereci Özdil Nami’ye yönelik eleştirileri tamamen siyasi, tamamen günü birlik ve bilgiden yoksundur. Eğer büyük bir yakınlaşma olmamış olsa, Birleşmiş Milletler örgütü, kendi itibarını da sarsacak bir riske girerek, Kıbrıs Konferansı daveti yapmazdı.
Sorun şudur :
Güvenlik ve garantilerin çözülememesi durumunda, Kıbrıs'ta tamamlanmış olan müzakerelerin devam etme gerekçesi ortadan kalkacak ve bu noktada yeni bir durum oluşacaktır.
Bu yeni durum, kendi içinde çok ciddi tehlikeler taşıyan ve Kıbrıslı Türkleri ve Kıbrıslı Rumları müzakere masasında özne kılan algıyı tuz buz edecek, karar vericileri Ankara-Atina eksenine indirgeyecektir. Kıbrıslı Türkler olarak, karar verici olduğumuz yönünde yıllardır, büyük uğraşlarla yarattığımız kapasitenin de ortadan kalkması söz konusu.
Öyle bir durumda uluslararası hukuk ve siyaset alanında nelerle karşılacağımız, sonuç itibarıyla kimin kaybedip kimin kazanacağı çok iyi hesaplanmalıdır.