Kıbrıs’ın Kuzeyinde “Yeni” Siyaset, “Yeni” Muhalefet, “Yeni Liderler”
...bu “yeni” siyaset tarzının “güçlü” bir hükümete giden zeminden ziyade, önce Parlamento merkezli bir muhalefet pozisyonu ve sonra cumhurbaşkanlığı seçimlerinde güçlü bir adaylık için elverişli bir zemini inşa ettiğini düşünmek için çok neden var.
Rafet UÇKAN
[email protected]
I.
Gaile’de, “yeni” siyaset bağlamında, hem HP, hem YENİ CTP, hem de yeni bir merkez solun imkânları üzerine daha önce çokça yazdım. Erhürman’ın genel başkan adaylığının söz konusu olduğu dönemde, yine bu dergide, bunu belirli koşullar altında olumlu sonuçlar doğurabilecek bir gelişme olarak ele aldım. Benim dışımda, Gaile’de ve diğer yerlerde bu konuyu tartışan arkadaşlar oldu. Benimkiler de dâhil olmak üzere, bu yazıların hepsi, “yeni” siyaseti, değişim vaadinde bulunan bir “iktidar” paradigması ya da arayışı olarak sınadı, çoğunlukla eleştirdi, mahkûm etti ya da “yeni olma” iddiasına temkinli yaklaştı. Bu konuda, biraz da umumi manzaradan yansıyan kısırlıktan/hantallıktan olacak, konuşmaya değecek çok az şey kaldı. O arada “yeni” siyasete soyunan “siyasetçiler”, kendilerine öyle ya da böyle, benim de çok eleştirdiğim bir hat çizdi ve bu hat doğrultusunda yürümeye de devam edecekler gibi görünüyor.
Bugün gelinen noktada, bu “yeni” siyaset, bir iktidar arayışı olmaktan ziyade, “yeni” bir “muhalefet arayışı” olarak değerlendirilmeye daha yatkın bir görüntü çiziyor. Siyasi parti örgütlerinin ne için çalıştığı, ne talep ettiği ve genel başkanların hedeflerinin ne olduğundan bağımsız olarak, “yeni siyaset” orta vadede toplumun vicdanını “rahatlatan”, öfkesini “yansıtan” bir muhalefet olarak varlık göstermeye doğru gidiyor. Bu yazının amacı da, “yeni” olma iddiasıyla hareket eden anlayışın “ortak” yanları, “benzerlikleri” üzerine düşünmek ve bu ortak yanlardan hareketle, “yeni” siyaseti, bir iktidar arayışı olarak değil, bir “muhalefet arayışı” olarak değerlendirmek. Buradan kalkarak cumhurbaşkanlığı seçimlerine dönük bir projeksiyon yapmaya çalışacağım. Çünkü bu iki konu birbiriyle göbekten bağlı…
II.
“Yeni siyaset”, “tek başına iktidar” arzusunu dile getirmekle beraber, aslında muhalefette kalmayı ya da “niceliksel açıdan” küçülmeyi çok büyük bir problem olarak değerlendirmeyen “yeni” bir siyasi anlayış ve bu anlayışa dayalı “yeni” bir siyasetçi tipiyle öne çıkıyor. Belki daha doğrusu, örneğin UBP gibi bir iktidar “açlığı”, “hırsı” içinde olduğunu düşündürmüyor, iktidara kilitlenmiş muhteris bir siyasetin peşinde koşmuyor. Ağırlıklı olarak CTP için konuşursam, geçmişteki gibi çok “yıpratıcı” olacak bir hükümet ortaklığındansa, Meclis’te küçük bir grupla yer alabilmeyi; bu sayede, eleştiri imkânlarını kuşanabilmeyi, “temiz” kalabilmeyi, bir anlamda çiğnenmez-yutulmaz bir “demir leblebi” olabilmeyi arzular bir görüntüsü var.
“Yeni” siyaset, somut projelerden çok daha baskın şekilde, kimsenin itiraz edemeyeceği birtakım “ahlakî” ilkelere sırtını yaslıyor. Somut proje geliştirme konusundaysa sürekli olarak bir “niyet beyanı” söz konusu –ki “kurulduğu dönemde” HP’nin bu konuda daha “yeterli” bir görüntü çizdiğini de düşünüyorum. Öte yandan, en genel anlamda, istikrarlı olarak (proje, söylem, politika) üretmenin maddi koşullarını ve psikolojik zeminini yaratmakta güçlük çekiyor. Kendini hemen her defasında “negatif” bir pozisyondan tanımlamaya meyyal bir tarz-ı siyaset çünkü bu… İnisiyatif sahibi ve kurucu bir pozisyondan konuşmuyor ya da yeterince konuşamıyor. Birilerinin canını sıkacak ve tekerine çomak sokacak olmakla, eskimiş/köhnemiş olanı yenecek olmakla, hatta bizzat kendi mazisini (gerekirse kıyasıya eleştirerek) alt edecek olmakla, bir şeye son verecek ve birilerine “inat” bir şey yapacak olmakla, “çok açık konuşuyorum, kimse kusura bakmasın”la övünüyor, bu çıkışlardan besleniyor. Kendini, “öteki” üzerinden algılıyor ve tanımlıyor. Bu “öteki” bazen “eski siyaset”, bazen hâlihazırdaki beceriksiz/ciddiyetsiz bakanlar kurulu, bazen statükonun ürettiği insan tipi, bazense bizzat kendi mazisi… Bununla beraber, kendini tanımlayabilmek için karşısındakini dikkatle izleme çabası, tuhaf şekilde, takip ve ifşa eden, fazlasıyla canlı bir parlamenter muhalefet anlayışını da ortaya çıkarıyor. Çerçeve çizmekle ilgili çok ciddi sorunları var, dolayısıyla “siyasallaşmakta” zorluk çekiyor ve iktidar olma vizyonu (ve belki de amacı) pek yok; ancak gayet iyi bir “takipçi” olduğu açık. Kendini, neyin karşıtı olarak kurguluyorsa, dünden bugüne ona dair bilanço çıkarmakta, onun hatalarını hatırlatmakta, faş etmekte ve gündemde tutmakta oldukça başarılı.
Mevcut haliyle “yeni” siyasetin iyi yanı, güçlü bir biçimde “iktidara” gelmeyi ve orada güçlü bir “meşruiyetle” kalabilmeyi sağlayacak zemini bulmakta zorlansa da (böyle bir arayış da yoktur belki) siyasetin en azından birtakım “ilkeleri” gözetmesi gerektiğini her gün yeniden hatırlatıyor olması... Bu, iyi bir yan olmaktan ziyade temel bir ihtiyaç Kıbrıs’ın kuzeyinde ve bunun her gün yeniden hatırlatılıyor ve hatırlanıyor olması da son derece olumlu. Aynı zamanda, bu, iktidarın yıpratıcı, yorucu, tüketici etkisinden uzak şekilde, “hijyenik” kalmayı da sağlıyor. Kötü yanı ise güçlü ve “kapsayıcı” siyasal bir projeden, somut bir gelecek tahayyülünden, tabandan gelen “somut” talepleri eklemleyebilecek bir çatı söylemden ve bu eksende mobilize olabilecek toplumsal bir dayanaktan, yani siyasal mücadelenin en temel bileşeni olan “taşıyıcı toplumsal omurga”dan yoksun olması… Eski/yeni, ciddiyetsiz/ciddi, hukuksuz/hukukî ikilikleri de bu tarz bir eklemlenmeyi gerçekleştirecek, “iktidar” arayışına toplumsal bir zemin kazandırabilecek imkânı sağla(ya)mıyor.
“Yeni”nin kendi içinde bir çelişkisi de var: Bir yandan siyaseti bir tür performans sistemi olarak kurguluyor, öte yandan gerçekten “hükümet olmaya” meylettiğini “varsaydığımızda” son derece iptidai ve amatör kalacak bir yolu esas alıyor. “Siyasal performansı” her şeyden önce birtakım ziyaretlere, köy toplantılarına, fotoğraf karelerine indirgiyor. Bu bir indirgeme de değil belki, bilinçli bir tercih… İktidara gelmek isteyen siyasi partilerin (en geniş toplumsal tabana, sınırlara ve toplumsal meşruiyete ulaşmayı hedeflediklerinde ve ulaştıklarında bile) “taşıyıcı” nitelikte, kaybetmeyi göze alamayacağı, toplamda aldığı geniş destekten ve oydan daha dar toplumsal dayanakları olmalıdır. Ancak “yeni” siyaset kesinlikle böyle çalışmıyor; hatta kolaylıkla gözden çıkaran ve ilk fırsatta tasfiye etmeyi göze alan (en azından bu tehdidi her daim canlı tutan) bir üslubu benimsiyor. Parti liderleri, “halkla kucaklaşma” ziyaretlerini aşacak şekilde, kendi partilerinin siyasal tabanını “derinleştirmek” için gereken çabayı harcamıyor. Siyasal iktidarın ya da hükümetin toplumsal dayanağının kim olacağı, partilerin hangi dar tabandan güç alarak genişlemeye çalışacağı fazlasıyla muğlak… Siyaset için gereken toplumsal tabanı inşa etmek, güçlendirmek ve mobilize etmek yerine köy köy dolaşmak ve olabilecek en çok sayıda insana ulaşmak gibi bir yöntemle hareket ediliyor. Bunu başka bir yazıda ve bağlamda daha uzun açmaya çalışacağım ileride; ama şimdilik şunu söylemekle yetineyim: Kıbrıs’ın kuzeyindeki cari seçim sisteminde iktidara gelmeyi zorlaştıran; ama “meşru” bir zeminde Meclis’te muhalefet yapmayı ve sempati toplamayı kolaylaştıran bir yöntem bu. Geriye kalan sınırlı sayıdaki çalışmalar da, çoğunlukla siyasi parti çalışması görünümünden uzak… Sosyal medya takipçisiyle seçmen, temel/çekirdek siyasal taban ile daha geniş kitleler, siyaset üretme ile temel bir ilkenin müdafaa edilmesi, temenni etmek ile proje geliştirmek birbirine karıştırılıyor çoğu zaman. Müreffeh bir gelecek inşa etme “arzusunda” hiçbir eksiği yok bu “yeni siyasetin”. Ancak, mevcut haliyle “statükoyu aşındıracak şekilde”, aşındıracak güçle ve meşruiyetle iktidara gelmesi de mümkün görünmüyor. Seçilen örneklemlerden, soruların kurgulanmasına ve ortaya çıkan rakamlardan yapılan çıkarımlara kadar tartışılacak çok fazla yanı olsa da, kamuoyu araştırmalarının tümü aşağı yukarı bu konuda ortaklaşıyor.
III.
Toplamda ortaya çıkan görüntüye biraz uzaktan bakıldığında, bu “yeni” siyaset tarzının “güçlü” bir hükümete giden zeminden ziyade, önce Parlamento merkezli bir muhalefet pozisyonu ve sonra cumhurbaşkanlığı seçimlerinde güçlü bir adaylık için elverişli bir zemini inşa ettiğini düşünmek için çok neden var. Biraz ironi ile ifade edersem, bence topluma da bir taşla iki kuş vaat eden bir şey bu: Çözüm umutlarının yine yerle bir olduğu koşullar altında, “iş bitirici” bir iktidar ve vicdanları rahatlatacak “yeni” bir muhalefet… Yani, murat edilenin ne olduğundan tamamen bağımsız olarak, “yeni” siyaset, “güçlü” ve sürdürülebilir meşruiyette bir “iktidar” veya ortağını değil de, kısa vadede oy değil sempati ve meşruiyet kazanmış parlamenter muhalefeti, orta vadede ise kendi cumhurbaşkanını ortaya çıkarabilir. Genel seçime kadar ne olur bilmiyorum; fakat bu siyasi partilerin bundan sonraki süreçte tek başına “güçlü” bir hükümet kuramadıkları takdirde –ki ben en azından “şu an için” bu ihtimali zayıf görüyorum, küçük/zayıf hükümet ortakları olmayı tercih etmeleri bence sürpriz olur. “Yeni siyaset” iddiasıyla seçime girecek olan partilerin –belki daha doğrusu liderlerin- muhalefetteki “meşru”, “temiz” pozisyonlarını aşındırmadan cumhurbaşkanlığı seçimlerine gitmeyi tercih etmeleri de bence hiç şaşırtıcı olmaz. Ve muhtemelen partileri iktidar veya ortağı olmadığı takdirde, yeni “liderler”i, gelecek seçimlerin de cumhurbaşkanı adayları olarak görmek kaçınılmaz olacak.