Kıbrıs’ın NATO Üyeliğine Dair Amaç Adanın Yarısını Korumak mı, Yoksa Kıbrıs’ı Birleştirmek mi?
Kıbrıs Rum toplumunda şu sıralar bir konuda yoğun tartışmalar yaşanıyor: Kıbrıs Cumhuriyeti NATO’ya üye olsun mu, olmasın mı...
Tartışmalar, Nikos Hristodoulidis’in üyelik için NATO’ya başvurmak üzere “sağlam” bir palan hazırladığının basına sızmasıyla başladı.
İlk tepkiler, konunun Ulusal Konsey’de konuşulmamış olması yönünde olsa da, bunlar daha çok formel tepkilerdir.
Gerçek şudur ki, DİSİ Kıbrıs’ın NATO üyeliğine sıcak bakarken, AKEL kesinlikle karşı çıkıyor.
Diğer partilerden henüz net açıklamalar gelmedi ama herkesin hemfikir olduğu bir nokta var. O da Türkiye’nin NATO’da veto yetkisi olduğu için şimdilik Kıbrıs’ın üyeliğinin pratik olarak mümkün olmadığı yönündedir.
Aslında bu konuyu gündeme ilk defa DİSİ eski başkanı Neofitos Averof getirdi. 2023 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Averof, seçildiği takdirde üyelik için NATO’ya başvuracağını söylüyordu. Nikos Hristodoulidis ise bunun mümkün olmadığını söyleyip geçiştiriyordu.
Şimdi öyle anlaşılıyor ki, Hritstodoulidis, Averof’un çizgisine gelerek hamle yapmaya hazırlanıyor. Hristodoulidis, dış politikanın yönünü “bütünüyle Batı’ya çevirmekten” söz ediyor ve buna NATO üyeliğini de dahil ediyor.
Kısa Bir Tarihçe
Kıbrıs Rum toplumunda NATO eskiden beri hassas bir konudur. Örneğin, Kıbrıs Rum Sağının Makarios’a yaptığı eleştirilerden biri, NATO’ya üs vermeyi reddetmiş olmasıdır.
Gerçekten de 1964 yılında adaya BM askerleri konuşlandırılmadan önce, NATO askerlerinin gönderilmesi konuşulurken Makarios buna hararetle karşı çıkmıştı. Anti-Makariosçu Kıbrıs Rum Sağına göre, Makarios, NATO’ya üs vermeyi kabul etseydi, Türkiye Kıbrıs’a asker çıkaramaz, ada topraklarını ele geçiremezdi.
AKEL ise Kıbrıs Trajedisinin NATO’nun eseri olduğuna inanmaktadır.
Bağımsız Kıbrıs devleti kurulduğunda Kıbrıs’ın NATO üyeliği konuşuluyordu ama Makarios NATO’ya katılmayı istemiyordu. Zürih Anlaşmasını imzalayan Türkiye ve Yunanistan, kendi aralarında saklı tutulan bir “Centilmenlik Anlaşması” imzalamışlardı ve “komünizme karşı” birlikte mücadele etmeyi ve Kıbrıslı liderleri “NATO’ya katılma yönünde teşvik etmeyi” taahhüt etmişlerdi.
Fakat Makarios Kıbrıs’ın NATO üyeliğine karşıydı.
Bu yüzden, sol cenahta bazıları Makarios’u “anti-emperyalist” bir lider olarak tanımlıyorlar(dı). Oysa gerçek şudur ki, Makarios’un amacı, Zürih-Londra anlaşmalarını ya bütünüyle ortadan kaldırmak, ya da Kıbrıslı Rumlar lehine esaslı biçimde değiştirmekti.
NATO üyeliğini kabul etmiş olsaydı, Kıbrıs’ın anayasal statüsünü nihayete kadar kabul etmiş olacaktı. Yani, Makarios “Doğuya” doğru, başka türlü söylersek, Sovyetler Birliği ve Bağlantısızlara doğru açılım yaparken anti-emperyalist değil, milliyetçi bir politika izliyordu.
Makarios’un ölümünden sonra AKEL’in desteğiyle cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Spiros Kiprianu, Bağlantısızlar Hareketine ve Sovyetler Birliği’ne yakın durmaya özen gösteriyordu. AKEL, bu konuya çok önem veriyordu ve Makarios’tan sonra Spiros Kiprianu’yu desteklemesini, Kiprianu’nun Bağlantısızlarla iyi ilişkileri olmasına dayandırıyordu.
1976 yılında Glafkos Kliridis öncülüğünde kurulan DİSİ ise, kuruluşundan beri Batı’nın yanında yer almayı benimseyen bir partidir.
AB Üyeliği: Bir Dönüm Noktası
Kıbrıs, AB üyesi olduktan sonra yavaş yavaş Batı’ya doğru dümen kırmaya başladı ve çeşitli aşamalardan geçtikten sonra Batı’ya bütünüyle demir attı.
Bu süreçte önce Batı’nın gözdesi İsrail ile yakınlaşmalar başladı. Daha sonra, Rusya’dan kopmak zorunda bırakıldı. Bankalar krizi ve mevduatların “tıraşlanmasıyla” Rus sermayesinin adadan uzaklaşması sağlandı. Ardından, kara para yıkama olanakları büyük oranda ortadan kaldırıldı. Böyle bir ortamda Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis (2013-2023) İsrail ile ilişkileri ileriye götürürken, bir yandan da NATO’nun “bekleme odası” sayılan Barış İçin Ortaklık projesine başvurmayı dillendiriyordu.
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısından sonra her şey süratle değişti. Kıbrıs Cumhuriyeti Rusya ile bağlarını tamamen kopardı ve Batı’ya sığındı. Son yıllarda İsrail’e daha da yaklaştı ve özellikle ABD ve Fransa ile savuma alanında yoğun bir işbirliğine girişti. Böyle bir ortamda, tam 26 yıl sonra Kıbrıs Cumhuriyeti cumhurbaşkanı Washington’a davet edildi.
Öyle anlaşılıyor ki, Nikos Hristodoulidis, Kıbrıs’ın NATO üyeliğini Washington ziyareti esnasında gündeme getirdi.
Üyelik Süreci Zamana Yayılacak
Elbette, hiç kimse Kıbrıs’ın yarın NATO üyesi olacağını düşünmüyor. Bunun kısa vadede mümkün olmadığı biliniyor. Fakat süreci zamana yayarken farklı uğraklara uğramak mümkün. Örneğin, “Major Non Nato Aliies, MNNA” (NATO-Dışı Büyük Müttefik) konumu elde edilebilir. MNNA, NATO dışı ülkelerin güvenlik alanında ABD ile derin işbirliği yapmalarını sağlar. Ayrıca, NATO üyeliğine bir hazırlık olarak da görülür.
Kıbrıs Cumhuriyeti daha şimdiden ABD ile savunma alanında önemli anlaşmalar imzaladı. Yenileri de yoldadır... Amerikalı askerlerin kalıcı olarak adaya üslenmeleri için hazırlıklar yapıldığı biliniyor.
Bütün bunlardan sonra, ileride NATO üyeliği için başvuru imkansız değildir...
Adanın Yarısını Korumak mı, Yoksa Kıbrıs’ı birleştirmek mi?
Burada yanıtı aranan soru şudur: Batı dünyasına demir atmak ve NATO üyeliği için çabalamak, adanın birleşmesine mi, yoksa temelli olarak bölünmesine mi hizmet edecek?
Soruyu şöyle de sorabiliriz: Kıbrıs Rum tarafı NATO üyeliğini gündeme getirirken adanın birleşmesini mi murat ediyor, yoksa güney-yarısını koruma altına almayı mı amaçlıyor?
Batılı güçler, Kıbrıs’ın güneyinin İsrail’in yanında yer alması ve Batılı güçlere ev sahipliği yapmasıyla yetinip adanın birleşmesini gündemden çıkarmayı mı düşünüyorlar?
Bu soruların yanıtını önümüzdeki yıllarda bulacağız.
Federal çözüm ve adanın yeniden-birleşmesinden söz edenler çok iyi biliyorlardır ki, AKEL’in angajmanı olmadan bu hiç kolay değildir. Öte yandan, AKEL’in NATO üyeliğine ölesine karşı çıktığı biliniyor. Yani, AKEL’e “işte federal çözüm ama NATO üyeliği koşuluyla” denildiğinde, karşı oy kullanacağını en iyi Washington biliyor.
Bu durumda, federal çözüm ve NATO üyeliği nasıl sağlanacak?
Yoksa amaç, çözümü şimdilik bir kenara koyup NATO üyeliğine mi öncelik vermektir?
“AB üyesi olduk ama istediğimiz çözüme ulaşamadık, bir de NATO üyesi olmayı deneyelim, belki bu yoldan çözüme ulaşırız” mı deniyor...
Yani, NATO üyeliğini zorlamak, Türkiye’yi çözüme zorlamak için midir?
Yoksa, hem Kıbrıslı Rum elitler, hem de Batılı güçler adanın yarısıyla yetinmeyi mi tercih ediyorlar?