“Kıbrıs’ın unutulmuş olan monobadilerini dizayn eden eşeklerdi...”
KIBRIS’TAN HATIRALAR...
Bir harita uzmanı olan Mihalis Savvidis, kendi sosyal medya grubunda paylaştığı çok ilginç bir yazıda, Kıbrıs’ın unutulmuş olan monobadilerini (patikalarını) anlatıyor...
Mihalis Savvidis arkadaşımızın yazısını okurlarımız için özetle derleyip Türkçeleştirmeye çalıştık. Mihalis Savvidis, Kıbrıs’ın unutulmuş olan monobadileriyle (toprak yollarıyla) ilgili şöyle diyor:
*** Herkesin çok iyi bildiği gibi, Kıbrıs’a arabalar gelmeden çok önceleri, köyler ya da yerleşim yerleri arasında ulaşım garutsalarla yapılmaktaydı... Binlerce mil uzunluğunda monobadiler, yolcuklar, patikalar vardı ve tüm bunlar da çok eski haritalarda ve tapu planlarında işaretlenmişti...
*** Bu patikalar nasıl dizayn ediliyordu? Elbette eşekler yapıyordu bunu çünkü yüklü bir hayvan, en az acı verici biçimde seyahat edebilmek üzere en kolay yolu seçiyordu...
*** Bu patikalar kendi tarihsel kimliklerine sahipti... Asırlar boyu süren emekle, geleneksel taş işçiliğiyle desteklenerek bu yolcuklar pınarlardan geçiriliyordu ki seyahat edenler su içip ferahlayabilsin, mandralardan geçiriliyordu ki yağmurdan korunabilsinler... Bu patikalar, bu yere ait geleneksel kırsal mimarinin parçası idi...
*** Patikaların pek çoğu mülkler arasında sınırları belirliyor ve köyler içerisindeki enlilikleri de belirgin oluyordu – bu enlilik, her bir tarafına iki köfün asılı olan bir eşeğin rahatlıkla geçebileceği genişlikte olmalıydı...
*** Arabanın ortaya çıkmasıyla birlikte İngiliz sömürge döneminde bazı patikalar dar yollara dönüştürüldü ve köyleri veya şehirleri birleştirmeye başladılar... 1980’li yıllara kadar bu toprak yollar, patikalar, monobadiler ellenmeksizin varlıklarını sürdürdüler, ta ki herkesi bir “kalkınma” tutkusu sarıncaya ve devletin ilgili yol genişletme hizmetleri binlerce başvuruyla boğuluncaya kadar...
*** Elbette eski toprak yolların ihtiyaç duyulan yerlerde genişletilmesi normaldi. Fakat olan tüm bu geleneksel monobadilerin ve toprak yollar ağının silinip süpürülmesi, bunların inşaatlarla çevrilmesi ve tüm bunların yol ağına dönüştürülmesiydi... Bu nedenle bugünkü yol ağının dört ayaklı eşekler tarafından dizayn edilmiş olduğunu söylemek, abartı olmaz...
*** Ve bugünkü komik duruma ulaşıyoruz: Her bir toplum lideri, kendi köyü için monobadiler inşa ediyor, bunlara da doğa inceleme patikası diye isim veriyorlar... Ancak daha sonra bunların bakımını yapmak üzere fon bulunmuyor ve bazı noktalarda bakımsız kalınca, ulaşılmaz oluyorlar... Bu patikaların benim için yaşamdan yoksun olduğunu söylemeliyim çünkü yukarıda sözünü ettiğim tarihsel kimlikten yoksundurlar...
*** Ancak bu tarihi yolcukların bir kısmı “kalkınmacılar”ın dikkatinden kaçmış, unutulmuş ve doğa tarafından yutulmuştur... Bu patikalar şimdi bilinmiyor... Birileri eski hariataları kullanarak taşları ve dalları temizleyerek bunların dağcılar ve bisikletçiler tarafından kullanılması için çaba göstermişti ve sayısız saat gönüllü çalışma sonucu bunu başarmıştı da... Fakat kısa sürede motorcular gelip buralarda motosiklet yarışları düzenlemişler ve tarihi patikayı mahvetmiştiler... Yaptıkları zararın fotoğraf ve videolarını paylaşmıyorum çünkü bunu görürseniz, ağlayacaksınız...
*** Sonuçta bu unutulmuş patikaların sonsuza dek unutulması daha iyidir... Elbette araştırmaya devam edeceğiz ancak bu patikalar ve yolcukları işlediğimiz haritaları da kilit altında tutacağız...
*** Sayfada paylaştığım ilk fotoğraf, Larnaka’yı Leymosun’a bağlayan ilk yolları gösteriyor... Fotoğraf, Samuel Baker’in “1878’de gördüğüm gibi Kıbrıs” başlıklı 1879’da yayımlanmış kitabından alınmıştır.
Bundan sonraki iki siyah-beyaz fotoğraf, İngiliz sömürge döneminde Pedulla ile Cikko Manastırı’nı birleştiren yol üzerinde tahta köprünün yapımında çalışan işçileri gösteriyor. Çocukken hatırladığım kadarıyla otobüsler bu tahta köprünün bir ucunda dururlar ve yolcular inerek yürürlerdi, otobüse binmek isteyenler de diğer taraftan binerlerdi... Dördüncü renkli fotoğraf, burasının şimdiki durumunu gösteriyor... Tahta köprü üzerine beton ve metalden oluşan bir köprü inşa edilmiş ancak tahta köprü de altta bırakılmıştır...
BASINDAN GÜNCEL...
“Almanya, Namibya'dan özür dileyip tazminat ödeyecek: Soykırım için ödenecek bedel nedir?”
Tim Whewell - BBC News, Namibya
Almanya ile Namibya arasında, eski sömürgeci güçler tarafından da artık soykırım olarak anılan katliamların yaralarını sarmak için varılacak anlaşma, benzer olayların yaşandığı eski sömürge ülkeleri için örnek teşkil edebilir. Ama bütün bir toplumu yok etmenin bedeli nasıl ödenir? Soykırımda katledilenler ile sömürgecilerin aileleri Almanya ile Namibya arasındaki görüşmelerin nasıl sonuçlanabileceğini tartışıyor.
"Bu sahilde bir toplama kampı vardı" diyor Laidlaw Peringanda ve ekliyor:
"Tel örgüler bugün yerinde otoparkı gördüğünüz yere kadar uzanıyordu."
Aktivist ve sanatçı Laidlaw, Namibya'nın en büyük sahil kasabası Swakopmund'da çocuk parkı ve kafelerin dizildiği bölgeyi işaret ediyor, Atlas Okyanusu'nun dalgalarının kırılarak uzandığı Namib Çölü'nü göstererek:
"Büyük-büyükannem bazı aile fertlerimizin buraya getirilip zorla çalıştırıldığını, öldüklerini söyledi."
Laidlaw, bugünkü Namibya'nın Almanya'nın Güney Batı Afrika sömürgelerinden biri olduğu 1904-1908 yılları arası dönemden bahsediyor. Sömürgeci güçlerin, ülkenin iki büyük topluluğu Herero ve Nama halklarının çıkardıkları isyanları bastırmak için on binlerce kişiyi öldürdüğü, binlercesini de doğudaki Omaheke Çölü'ne sürerek açlıktan ölüme terk ettiği olaylardan…
Saldırılardan kurtulanlar ise köle gibi çalıştırıldıkları, soğuktan, bitkinlikten ve şiddetten öldükleri toplama kamplarına gönderiliyordu.
Alman Güneybatı Afrika sömürgesinde yaşayan 65-80 bin Herero ile 20 bin Nama halkının neredeyse yarısının öldüğü tahmin ediliyor.
Almanya, yaşananları soykırım olarak kabul ettiği 2015'ten bu yana Namibya ile onarıcı adalet anlaşması müzakereleri yürütüyor. Bu anlaşma dünya geneline bir örnek olacak. Daha önce hiçbir sömürgeci güç, geçmişin mirasıyla hesaplaşmak amacıyla yapılacak kapsamlı bir anlaşma için bu şekilde masaya oturmamıştı.
Almanya resmi olarak özür dileyeceğini söyledi ama henüz bu özrün hangi kelimelerle ifade edileceği belirlenmedi. Namibyalılar için daha büyük soru, maddi tazminatların nasıl ödeneceği.
Laidlaw Peringanda, çoğu Herero gibi görüşmelerden ne istediği konusunda net - soykırımdan önce çiftçi olarak sahip oldukları refahı yeniden inşa edebilmeleri için halka büyük bir mali anlaşma sunulması. Soykırımdan sonra topraklarının çoğu Alman yerleşimciler tarafından özel çiftliklere bölünmüştü. Şimdi ise Herero ile Nama halkının çoğunluğu ya ortak topraklarda kendilerine ayrılan küçük, aşırı kalabalık bölgelerde, "gayri resmi" yerleşkelerde yaşıyor, ya da Namibya halkının % 40'ının barındığı gece kondu semtlerinde.
Swakopmund şehir merkezinde sömürgeci dönemden kalma - hala da sömürgecilerin torunlarının çocuklarının yaşadığı - pastel renklerle süslenmiş hoş görünümlü binalar ile, kuzeye doğru uzanan kalas ve metallerle kaplı kulübeler arasında büyük bir toplumsal boşluk var.
"Sifonlu tuvaletleri yok, içme suları yok, elektrik yok" diye anlatıyor Laidlaw:
"Burada yaşayanların bazıları toplama kamplarına gönderilen mağdurların akrabaları. Yaşananlar gerçekten hiç adil değil.
"Almanya atalarımızdan kalan toprakları geri satın almalı."
Bu, buralarda defalarca duyduğunuz bir talep.
Umut edilen, Alman hükümetinin bir toprak reformu programı fonlaması ve böylece toprakların Alman Namibyalı çiftçilerden satın alınıp Herero ve Nama halklarına dağıtılması.
Alman Namibyalıların, ülkedeki bütün tarlaların yaklaşık %70'ine sahip olan en büyük beyaz çiftçi grubu olduğuna inanılıyor.
Bu ne kadar gerçekçi bir tahmin? Namibya'nın baş müzakerecisi Dr. Zen Ngavirue, "Almanya, toplumumuzu yeniden inşa etmemize yardım için bir şeyler yapması gerektiğinin farkına vardı" diyor. "Almanya, daha geniş kapsamlı bir anlaşmanın parçası olarak, topraklarını satmak isteyenlere ödenmesi için belli bir meblağ ödemeyi kabul etti."
Dr. Zen Ngavirue, "Toprak sorununun Almanya tarafından çözüleceği konusunda kendimi kandıramam. Bu toprak kaybı yalnızca Almanya'nın sömürüsünden olmadı" diye ekliyor.
Çoğu beyaz yerleşimci, Almanya'nın Birinci Dünya Savaşı'nda sömürgesini kaybetmesinden sonra geldi ve Güney Batı Afrika 70 yıl boyunca Güney Afrika tarafından yönetildi. 1990'daki bağımsızlıktan bu yana topraklar hem siyah Namibyalılar hem de yabancılar tarafından satın alındı.
Alman hükümeti "tazminat" kelimesini kullanmayı reddediyor. Dr. Zed Ngavirue, bahsi geçen diğer projeler arasında Almanya'nın sağlık, eğitim, konaklama ve suyun tuzdan arındırılması gibi programların bulunduğunu söylüyor ve görüşmelerin hassasiyeti nedeniyle henüz net bir meblağ söylenemediğini ifade ediyor.
Alman tarafı ise görüşmelerin ilerleyişiyle ilgili kamuya açıklama yapmayı reddediyor.
Laidlaw, görüşmelerden altı yıldır sonuç alınamamasından rahatsızlık duyan ve giderek sabrı tükenen çok sayıda Herero ve Nama halkı üyesinden biri.
Laidlaw'a göre Almanya yalnızca Namibya hükümetiyle değil doğrudan Herero ve Nama liderleriyle de görüşmeli. Örnek verdiği isimlerden biri de daha önce Almanya'yı tazminat ödemesi için ABD mahkemelerinde dava etme girişiminde bulunup başarısız olan Herero lideri Vekuii Rukoro.
Asıl korkulan, hükümetler arası bir anlaşmadan elde edilecek faydanın, artık Namibya'nın en büyük etnik grubu olan Ovambo gibi, soykırımdan hiç etkilenmeyen etnik gruplar olacağı.
Rukoro'nun danışmanı Festus Mundjuua, hükümetin "yapmak istedikleri kendi projeleri için yeterli bütçeleri olmadığı gerekçesiyle nakit paraya el koymak istediklerini" söylüyor. Hükümet ise bu iddiayı reddediyor ve fonların soykırımdan etkilenen topluluklar tarafından idare edileceğini belirtiyor.
Görüşmelere şüpheyle yaklaşanlar yalnızca mağdurların aileleri değil. Ülkede nüfusları yaklaşık 30.000'i bulan sömürgeci ailelerin akrabaları da şüpheci.
Tarihçi Dr. Andreas Vogt "Soykırım efsanesi ahlaki şantajdan ibaret" diyor. Çoğu Alman-Namibyalı gibi Dr. Vogt da, sömürgeci güçlerin komutanı General Lothar von Trotha'nın 1904'te imzaladığı, "Alman sınırlarında silahla ve/veya bir sığırla bulunan her bir Herero infaz edilecektir" yazılı "soykırım talimatının" bir devlet politikası olmadığını ve hiçbir zaman uygulanmadığını söylüyor:
"Bir yanda soykırım vahşi, acımaz Alman sömürgeci otorite, diğer yanda da saf tamamen masum, zarar görmüş bir Herero halkı tasvir ediliyor. Ama bunlar tek başına kendiliğinden olan işler değil."
Vogt ve diğer Alman Namibyalılar Herero halkının 1904'te Alman yönetimine karşı ayaklandığına ve yaklaşık 120 Alman yerleşimciyi öldürdüğüne, daha sonra da Waterberg Muharebesi'nde yenildiklerine dikkat çekiyor.
Geçen yıl, bağımsızlıktan kısa bir süre sonra hükümette bakan olarak görev alan Alman-Namibyalı Anton von Wietersheim, Almanca konuşan Namibyalıları geçmişi, hem kendi aralarında hem de Herero ve Nama temsilcileriyle masaya yatırmaya teşvik eden bir girişim başlattı. Ama Alman-Namibyalılar arasında düzenlenmesi planlanan konferans Covid-19 salgını nedeniyle ertelendi.
Von Wietersheim, "Çoğu beyaz yoldaşımız, yaşanan tarihi olaylar sonucunda bu halkların nasıl etkilendiğini henüz idrak edebilmiş değil" diyor.
Von Wietersheim'a göre Alman-Namibyalıların soykırım müzakerelerini desteklemesi Almanya'yı da anlaşmaya varmaya itecek. Namibya, Almanya'da Eylül ayında düzenlenecek seçimler öncesi sonuca varmak istiyor.
Müzakerelerin geçmişini inceleyen Alman-Namibyalı akademisyen ve aktivist Henning Melber, Avrupa'daki diğer eski sömürgeci güçlerin özel kanallar aracılığıyla Almanya'ya 'Namibya'yla yapılacak bir anlaşmanın Afrika, Güneydoğu Asya ve diğer bölgelerdeki farklı sömürgecilere karşı bir çığ etkisine dönüşebileceği' endişesini ilettiklerine inanıyor.
Tanzanya anakarasındaki, Almanya'nın eski sömürgesi Tanganyika, tazminat talebini sürdürüyor. Diğer eski sömürgeler de izinden gidebilir.
Melber şu yorumu yapıyor:
"Almanya'nın, eğer tarihin bu kısmının tamamen ve kesin bir şekilde kapatılacağının garantisini alması durumunda, teklif edeceği meblağda da esnek davranabileceğini düşünüyorum. Mesele, daha geniş kapsamlı sonuçları olabilecek benzeri örneklerin önüne geçebilmek."
Deneyimli bir diplomat olan Zed Ngavirue müzakerelerin sonunda neyi başarabileceklerine ilişkin söz vermekten kaçınıyor ve "Siyaset, mümkün kılma sanatıdır" diyor gülerek.
Ama, Swakopmund'un dışındaki metruk mahallelerde büyükannelerini, büyük dedelerini köle olarak kullanan Almanlar için asgari ücretlerle çalışan Herero halkı aynı anlayışa sahip değil.
"Gençlerin bazılarının sabrı taştı, topraklarını güç kullanarak almak istiyorlar" diyor Laidlaw Peringanda ve ekliyor:
"Dolayısıyla belki de artık Alman hükümeti bizimle saklambaç oynamaya bir son vermeli."
(BBC – Tim WHEWELL- 2.4.2021)