KIBRIS’IN YABANCI YARISI
Her Cumartesi sabahı Yenidüzen yazımı yazmak için bilgisayarın başına geçtiğimde ekrandaki boş sayfaya doğru bakarken içimi de bir boşluk duygusu kaplıyor önce. Yıllardır süren bu Cumartesi ritüeli bir yalnızlık duygusuyla başlıyor ama sonra hayali okurlarla yapılan bir sohbete dönüşüyor. Dünyanın farklı şehirlerinde gerçekleşiyor kimi zaman bu. Geçmişte çok heyecan veren bir durumdu. Birgün gazetesinde başlamıştım bu formattaki yazılara. Onun öncesinde Türkiye’deki haftalık Söz gazetesinde “Barış Açısı” diye bir köşem vardı. Daha da öncesinde yine Yenidüzen’de yıllara yayılan bir köşe yazarlığı serüveni. Köşe yazılarını elle yazdığım yıllar. Bu yaptığıma klasik anlamda bir köşe yazarlığı da denemez belki. Ülke ve dünya gündemini pek fazla takip eden yazılar değil çünkü yazdıklarım. Daha çok da ülke ve dünya hallerinin kendi içimde oluşturduğu gündemden dem vuruyorum sanki. Ekran başına geçtiğimde kalbimi yokluyorum önce. Bu biraz da günlük tutan birinin ruh hali gibi.
Kıbrıs Üniversitesi Türkoloji Bölümü’nde öğrencilerime sömestr boyunca günlük tutturuyorum ve sonra da not veriyorum bu günlüklere. Sevgili günlüğüm diye başlıyorlar genelde ve hayali bir arkadaşa doğru konuşuyorlar. Bunları tek okuyan benim herhalde. Bir de haftada bir gün günlüklerinden parçalar okuyorlar sınıfta. Ben anadili Türkçe olmayan öğrencilerim Türkçe anlatı kurma yeteneklerini geliştirsinler, gündelik hayatlarını ifade edebilsinler diye yapıyorum bunu ama bazen çok iyi bir sonuç çıkıyor ortaya. İnsanın kendi hayatına doğru bakması önemli çünkü. Bazen içim parçalanıyor zamane gençlerinin hayatları ve hayalleri karşısında. Bunlar çok özel günlükler değil tabii ki. Kimi zaman da bir görev gibi algılanıyor. Mutlaka bir kitaptan, bir filmden de söz etmelerini istiyorum, bu hafta şu konuda yazın diye yönlendiriyorum arada.
Geçenlerde bir Kıbrıslı Rum ilkokuluna konuk oldum. Üç ayrı sınıfa girdim. Öğrencilerin önemli bir bölümü hayatlarında ilk kez bir Kıbrıslı Türk’le karşılaşıyorlardı. Çok azı adanın kuzey tarafına geçmişti. Sınıfta “Hangi Yarısını?” şiirim okunduktan sonra öğretmen “Siz hangi yarısını seviyorsunuz?” diye sorunca çocuklar tabii ki bu soruyu bir seçmeli cevap sorusu gibi algılayıp “ikisi de” gibi bir seçeneği tahayyül bile etmeyerek “Özgür bölge” diye yanıtladılar; işgal atında olmayan adanın güney tarafını kast ederek. Düş kırıklığı yaşayan öğretmen üstüne gidince “öteki tarafı bilmiyorum” cevabını aldı. Bundan doğal ne olabilirdi ki. Hatıraları olması bir yana -ki o yaşta ne kadar hatırası olabilir insanın- bilmiyorlar bile. Üstelik korkutucu, tehlikeli, düşman bir yer olarak aktarılıyor onlara. Beni hiç şaşırtmadı böyle bir cevap. Ayrıca böylesi bir çağda “yurt duygusu” bizim çocukluğumuzda, daha çok da empoze edilmiş o yurt duygusuna hiç benzemiyor. Yurdumuz diye Türkiye’den gelen ders kitaplarında yazanı öğreniyorduk zaten. Ama bu adanın tümünü de yaşayarak deneyimliyorduk. Aidiyet duygusu yaralı olsa bile oradaydı. İnsanın yurdu çocukluğudur sonuçta. Aidiyet duygusunu ise kültür ve hatıralar kurar. Her türlü kategori içinde farklılıklar olsa da benzerlerle birlikte oluşan bir senteze dairdir.
Eğer bu adada bir barış hayali olsaydı öncelikle her iki tarafta Barış Bakanlığı kurulur ve barışa yönelik projeler olur, en birinci proje de çocuklara adanın her yanını, her zenginliğini tanıtmak olurdu. Sevip sevmemekte serbest olmaları şartıyla. Dayatmadan ama deneyimlerine izin verilerek yapılırdı bu. Barış kültürü atölyelerinde serbestçe kendilerini ifade etmeleri şansı verilirdi çocuklara.
Çatışmayı bizzat yaratmış ve parçası olmuş kuşaklar sahneden çekilip de genç kuşaklar onların yerini alınca barış süreci kolaylaşacak gibi vehimleriniz oldu mu sizin de? Yanıldınız öyleyse. Yeni kuşakların bölünmüş adanın diğer yarısına karşı bizimkiler gibi duyguları, bağlılıkları yok. Diğer toplum ise acı- tatlı hatıralara sahip oldukları eski komşuları filan değil. Ayrıca ne “biz” eski “biziz” ne de “onlar” eski “onlar”. Kimlikleri statik kabul edenler büyük bir yanılgı içindeler. Kimlikler dinamiktir ve sürekli değişime uğrarlar. Üstelik bu hızlı değişim çağında süper bir evrim içindeler.
Barış olsaydı Kıbrıs herkes için çok daha refah, çok daha güzel bir ülke olurdu. Sokaklarda daha mutlu insanlar olabilir, geçmişin ağırlığını hafifletip daha rahat bir bedensel ve ruhsal varoluş içinde olabilirdik. Bunca acılar boşuna çekilmemiş olurdu. Hepsi bu!