Kıbrıs’ın Yoksul Sokak Çocukları ve talebeler (1944-46-49)-3
YAVUZ’un 27 Temmuz 1946 tarihli Halkın Sesi gazetesinde yer alan konuyla ilgili yazısında önemli iki noktaya daha temas edildiğini görüyoruz. Biri, çalışma yaşı diğeri ise eğitim. Ne diyordu YAVUZ;
“... Kanun, on beş yaşından aşağı olan çocukların iş evlerinde çalışmalarını yasak ediyor da sokaklarda, kahvelerde, meyhanelerde ve umumhanelerde yemiş satmak için çalışan çocukları neden men etmiyor? Kanun dilenciliği de men etmiştir. Pek güzel ama, tütsü vererek yaşının on ikisinden dilenciliğe başlıyan çocukları niçin men etmiyor? Memleketimizde ilkokul tahsili de mecburi değildir. On beş yaşından aşağı olan çocuklar da hiçbir iş evinde çalıştırılamaz. Pek iyi ama; sokakları dolduran ve başı boş gezen sefil çocuklar ne olacaklardır? Yarının zindan misafiri değil mi bunlar? Biz öyle zannederiz ki, büyük masraflara ihtiyaç gösteren mecburi tahsil, madam ki tatbik edilmiyor, hiç olmazsa on beşten aşağı olan çocuklara iş evlerinin kapuları açılmalı ve bu sefalet timsallerinden sokakların temizlenmesi sağlanmalıdır...”
Gerçekten YAVUZ bu yazısında en önemli iki konuya temas etmiştir; Eğitim ve çalışma hayatı.
Kıbrıs Türk Basın tarihimizde yer alan bir başka gazete olan ATEŞ’te ise M. Kemal Deniz bey de “Başı Boş Gezen Çocuklar” başlıklı yazısında, “Yardım” ve toplumsal sorumluluk üzerine eleştirel bir yazı kaleme almıştı. Özellikle Kıbrıs Türk toplumu içerisinde söz konusu fakirliğin ve sefaletin nedenlerinden birini, “kurumsallaşmamışlığa” da bağlıyordu.
“ATEŞ Gazetesi, 12 Ekim 1946, syf:1
Başı Boş Gezen Çocuklar
Yazan: M. K. Deniz (M. Kemal Deniz ea)
Her gün nazarı dikkatimizi çeken bir çok acıklı manzaralar vardır ki bunların en başında anne ve babaları tarafından genç yaşta dilenciliğe alıştırılan çocuklar gelir. Bir âma görürsünüz yanında on iki on üç yaşlarında iki çocuk kendini ev ev dolaştırıyor. Bu çocukların okuma çağları çoktan gelmiş geçmiş fakat ne bir mektebe gitmişler ne de bir şey öğrenmişlerdir. İşte bu çocuklar yarın cemaatın içinde iki mızır unsur olarak dolaşacaklar. Bu çocuklar büyüdükleri zaman ne yapacaklar? İşte her insanı düşündüren bir sual.
Bundan başka Lefkoşa’nın eğlence yerlerine, kulüblerine, sinema ve tiyatrolarına, kabarelerine gidilse oralarda sekiz, on üç yaşları arasında birçok çocukların küçük kutular içerisinde leblebi, çitlemit, fıstık gibi şeyler sattıkları görülür. Biraz oturup dinlenmek istediniz mi hemen karşınıza dikilen ve fıstık istemez misiniz diye size hitap eden bu çocukların bilmem dikkat ettiniz mi hepsi de Türktür. Neden Türk çocukları böyle ötede beride yemiş satıyorlar da Rum çocukları satmıyor? İlk akla gelen şey şudur “onlar zengindirler...” Hayır asıl sebeb bu değildir; Rumlar teşkilâtlıdırlar... Yani yoksullara yardım cemiyetleri vardır. Birçok defalar gazetelerde okuyor ve görüyoruz; Lârnaka’da yoksul çocuklara “çorba evi” kuruluyor, yazın “Trodos’ta çocuk kampı açılıyor” v.s. işte bütün bu haberler Rumların kendi yoksul çocuklarını ne kadar iyi himaye ettiklerini gösteriyor. Bizim de sözde bir Yoksullar Kurumumuz vardır. Böyle bir kurum cemaatımız için pek büyük öneme haizdir. Birçok medeni memleketler kendi fakirlerini daima düşünürler ve onlar için ellerinden geleni yaparlar.
Bizde sayın halkımızın elinden geldiği, gücünün yettiği kadar bu hayır müesesine yardım etmelerini ehemmiyetle arzu edilmekteyiz. Bugün Lefkoşa’da 300 küsur azası bulunan Yoksullar Kurumu tam manasıyle istediğimiz şekilde fakirlerimize yardımda bulunamıyor. Lefkoşa’da Yoksullar Kurumu’na yazılan azanın 300 değil 1000 olması lâzımdır.
Bugün Lefkoşa’nın her köşesinde avuç açan birçok fakirlere rast geliyoruz. Onları bir bina altında toplayıp kendilerine sıcak çorba veyahut yemek veremiyoruz. Çünkü yukarıda dediğimiz gibi teşkilâtsız ve merhametsiziz. Varsın düşen düştüğü yerde kalsın, kalkan kalksın, neyimize lâzım. İşte bizi mahvedip bu memlekette zayıflatacak olan en büyük âmil NEMELÂZIMCILIKTIR. Biz nemelâzımclığı bir an evvel terketmeliyiz ve kendi dertlerimizle uğraşmalıyız.”
Konuyla ilgili son yazımızı ise Halkın Sesi gazetemizden sizlere aktarıyoruz. Özellikle çocukların bu durumunun eğitimle bağlantılı bir şekilde dile getiren ise, Hakkı Süha beydi. Maarif Kurumu’nun yeniden yapılanarak ve olanakları artırılarak fakir çocukların eğitim almalarıyla böylesi sorunların ortadan kalkabileceği şeklinde bir görüşü dile getirmekteydi. Hakkı Süha beyin yazısı gazetede iki sütün halinde yer almıştı. Fakat yazının sol sütunu ciltlenmeden dolayı okunamamıştır. Bundan dolayı daha net okunabilen ikinci sütunu paylaşıyorum sizlerle...
“Halkın Sesi, 14 Ekim 1949, syf:1
Bakıma muhtaç çocuklar, Yazan: Hakkı Süha
.....
... şüphesiz ki aileleri tarafından ellerine sıkıştırılan birkaç şeyi satmak için bu küçükler meyhane, sinema, kabare ve sair gece eğlenceleri yerlerinin yollarını tutuyorlar.
Mektebe bu suretle devan eden bir yavrunun tahsilinden ve onun hayatta muvaffakiyetinden ne beklenebilir. Evdeki idare tamamıyle bozuk, mektepteki idare gevşek, sınıfta kalma yok... Seneler geçer ve birçok ilk mektep mezunları lâyık olmadıkları halde ilk mektep şahadetnamesi alırlar. Ortamektepler, ihtiyacı karşılayacak durumda olmadığından birçokları duhul imtihanlarında muvaffak olamıyor. Böyle onuca da kanun, sanata girmelerine yaş tahdidinden dolayı mani olduğundan soluğu yine sokaklarda alıyorlar, hem de eskisine nisbetle daha serbest. Çünkü artık 13 yaşında bulunuyorlar, sözüm ona “koskoca adam oldular” mektep, muallim korkusu da kalmadı... Bazılarının ebeveyinleri çocuklarının bir sene daha ilk mektebin son sınıfına devam edecek bir şeyler öğrenmesi için müracaat ediyorsa da bunda muvaffak olamıyor. Zira Marif kanunu müsaade etmiyor, bu da böyle olunca çocuk, mahallesinde kalarak sokak ortalarında ve münasebetsiz yerlerde dolaşmağa dolayısıyle mecbur ediliyor. Bir zamanlar Polis komiserinin lûtufkâr bir emri ile Polislerin geceleri sokaklarda dolaşan çocukları toplamağa başladıklarını görmüş, her ne kadar bundan memnun olmuşsaydık da bunun kati iyi bir netice veremiyeceğine hükmetmiştik. Düşüncemizde yanılmadığımızı zaman isbat etti. Çünkü Belediyenin sokaklardan kâğıt toplatması gibi bir şey olan bu toplama neticesi çocuklar Poliste biraz azarlandıktan sonra yine serbest bırakılıyordu. Hiç şüphesiz bu şekilde bir tedbir fayda veremezdi, nitekim Polis teşkilâtı başa çıkamıyarak bundan vazgeçti. Fakat bunu böyle yapacağına, sokaklarda geç vakitlere kadar dolaşan ve uçsuz bucaksız uçurumlara yuvarlanmak istidadını gösteren bu zavallı yavruların meyhane ve eğlence yerinde eğlenmekte olan babaları ile komşularında çene çalan annelerinin Polise çağrılarak ihtar ve daha sonra kanunî yoldan yürüyerek cezalandıraydı, bunda muvaffak olunacağı muhakkaktı. İstikbalimizi gün geçtikçe tehdit edeb bu korkunç heyülânın önlenmesi için yerinde ve kati tetbirlerin alınması zamanı çoktan gelip geçmiştir. Her geçen gün durumu süratle kötüleştireceğinden acilen faaliyete geçmek lâzımdır. Bu da ancak şu şekilde olabilir.
1-Maarif kanunlarının daha olgun bir hale konulması ve dolayısıyle genç nesle hiç olmazsa orta mektep tahsili imkânlarının temin edilmesi,
2-Ahlâkları bozulabilmek istidadını gösteren, iyiyi fenadan tefrik etmiyecek yaşta olanlarla üzerinde mesul makamların sıkı kontrolü ve bu kontrolün, çocuklarına ehemmiyet vermiyen ve onların sokaklarda başıboş dolaşmalarına müsaade eden düşüncesiz ebeveynlere! de teşmili.”