Kıbrıs’ın Yol Ayrımı
Okan DAĞLI- Yücel VURAL
‘Yol ayrımında olmak’ kötü mü? Genellikle pek iyi sayılmaz. Bu ifadeyle, aslında, zor bir durumda doğru bir karar verilmesinin ne kadar önemli olduğu anlatılmak istenir. Yani yanlış yapmak ya da tehlikeli bir yola sapmak da olasılıklar arasındadır. Böyle bir durumda mıyız?
Bizce, evet. Diyalog ve müzakere yoluyla barışa ulaşmak mı yoksa masadan kalkarak çatışmayı öngören bir maceraya atılmak mı?
KıbrıslıTürk toplumunun Kıbrıs ve uluslararası alandaki temsilcisi Mustafa Akıncı’nın deyimiyle hem toplum olarak hem de tüm Kıbrıslılar olarak bu yol ayrımında önemli bir karar vererek doğru tarafa yönelmiştik.
Akıncı, 25 Kasım 2019 tarihinde gerçekleştirilen gayri resmi Berlin Zirvesi’nin sonucunu etkili bir şekilde özetlemişti: ‘Treni tekrar rayına koyduk.’ İki lider, uluslararası toplumun desteğiyle ‘diyalog ve müzakere yoluyla çözüm’e ulaşmak için bir dizi uzlaşmayı ilan etmişti.
Peki Berlin zirvesinden sonra hangi olgularla karşı karşıyayız veya ‘tren ne durumdadır’?
Durumu kısaca özetleyelim….
Kimileri bir yandan trenin önündeki rayların üzerine yatarak trenin hareketine engel olurken öte yandan da var gücüyle haykırıyor: ‘Bu tren niye ilerlemiyor?’ Trenin duruyor olmasının sebebi iki liderin Mayıs 2015’te verdiği ‘Derinya ve Lefke-Aplıç kapılarının açılması’na ilişkin siyasi kararının uygulanmasını Kasım 2018’e kadar engelleyenler olmasın!
Trenin önüne yatarak ilerlemesine engel olanlar bir yandan da hareket ettirmek bahanesiyle treni devirmeye çalışıyor. Trenin içinde Kıbrıslılar var!
Kıbrıs’ın çevresinde yükselen gerginlik, siyaset sahnesini oldukça karmaşık hale getirdi. Kıbrıs’ı etkileyen hava çok sıkıcı, baskıcı ve bunaltıcı. Türkiye ve Yunanistan’ın birbirine dönük diş gıcırdatması artık görünür duruma gelmiştir. Türkiye-Libya Mutabakatı sadece ikili ilişkileri germedi, AB’ni de oldukça gerdi. Türkiye’de muhalafet soruyor: “Libya’da ne işimiz var?” Ama galiba bu sorunun sorulmasında geç kalındı.
Türkiye’nin AB üyeliği mi? Bu dönemde sadece bir ütopya….
Kıbrıs ve Suriye’ye ek olarak, Türkiye yeni bir cephe açmış durumda. Doğu Akdeniz’de daha büyük kamplaşma ortaya çıkmıştır. Bir yanda Türkiye var, öteki taraf ise oldukça kalabalık, neredeyse herkes var. Kıbrıs’ın güneyinde İsrail’le ortak askeri tatbikatlar yapılıyor; İsrail, Yunanistan, Mısır, Kıbrıslı Rumlar’ın yönetimindeki Kıbrıs Cumhuriyeti ve Ürdün gerek ikili ilişkileri bakımından gerekse enerji ve enerji güvenliği alanlarında çeşitli düzeylerde işbirliği yapıyor. ABD bu işbirliklerine destek veriyor. Türkiye bir dışlanmışlık algısı içinde savaş gemilerinin korumasında Doğu Akdeniz’de sondaj çalışmaları yapıyor.
Askeri güç kullanma tehdidi olağanlaştı. Doğu Akdeniz neredeyse bir çatışmanın eşiğinde….
Kıbrıs’ın önünde somut iki alternatif var: Ya iki liderin ortak inisiyatifiyle Berlin’de varılan uzlaşmaları stratejik bir anlaşmayı elde edecek şekilde ilerleterek çözüme ulaşmak ya da akılcı olmayan akılların dayattığı şartlara boyun eğerek sonu belirsiz bir maceraya atılmak. Şimdi, Berlin süreci adeta donduruldu….
Dikkat edelim. Bu yol ayrımında ikinci seçeneği önerenler trene alabildiğine yükleniyorlar. Bir dizi iddia eşliğinde…
O geleneksel milliyetçi söylem “modern” bir içerik ve itinayla seçilmiş aldatıcı kelimelerle süsleniyor: “Biz çok çaba sarfettik ama Kıbrıs’ta federasyon artık mümkün değil, Rumlar istemiyor, ortam da çok değişti.” Destek atışı hiç eksilmiyor: “Kıbrıslı Türklerin haklarını ne pahasına olursa olsun koruyacağız”!!
Yani savaşa hazır olun! Bu ikinci seçenek. Kıbrıs’ı Ortadoğu bataklığına sürüklemek.
Bunun tehlikesini algılayan iki lider, BM Genel Sekreteri’nin de desteğiyle Berlin Zirvesi’nde birinci seçenekte karar kıldı. Artık karar hepimizin.