1. YAZARLAR

  2. Hasan Yıkıcı

  3. Kıbrıslı Türkler, şeftali ve kültür kibri
Hasan Yıkıcı

Hasan Yıkıcı

Kıbrıslı Türkler, şeftali ve kültür kibri

A+A-

 

İlk dalga Covid-19 'sonrası' normalleşme süreciyle birlikte bir nevi politik meseleler de normal seyrine geri döndü. Sanki karantina ve kapanma hiç yaşanmamış gibi, alışıla geldiğimiz konuları kaldığımız yerden tartışmaya ve bunlar üzerinden bir varlık çabasına girişmeye devam ediyoruz. Halbuki normalleşme dediğimiz süreç, aslında bir bakıma kısır politik ve varoluşsal döngülerin içinde dolaşmayla eş anlamlı. Şeftali kebabı hezeyanı bunu bir kez daha göstermiş oldu.

 

En son söyleyeceğimizi başta söyleyelim. Şeftali kebabı hezeyanı, Kıbrıslı Türklerin sosyal, ekonomik ve politik yoksunluklarının, kültürel alandaki dışavurumudur. Buraya kadar herkes hemfikir olabilir. Ama tam da burada bir şey eklemek lazım. Bu kültürel dışa vurum, aynı zamanda içinde güçlü bir kibiri, üste çıkma arzusunu ve orta sınıf elit bir karakteri de barındırmaktadır. Şeftali kebabı meselesi, politik, sosyal, ekonomik alanlarda güç sahibi olma mücadelesinden vazgeçmiş bir topluluğun, kültür konformizmi içindeki orta sınıf huzursuzluğudan başka bir şey değildir. Kültür ve değerlerimiz dediğimiz mefhumlar bugün bir yandan bu konfor alanı içinde 'varoluş tatmini' sağlarken, bir yandan da başka alanlarda varlık gösterememenin, 'özne' olamamanın yarattığı sızının üzerine sürülen bir merhem işlevi görmekte. 'Şeftali kebabı', bastırılanın geri dönüşüdür. Bunu da yazının sonuna saklayacağız.

***

Sosyolog ve marksist düşünür Pierre Bourdieu ekonomik, sosyal, kültürel ve simgesel olmak üzere farklı sermaye biçimlerinden bahseder. Ekonomik sermaye maddi zenginlikle; sosyal sermaye statü, konum, gündelik hayat deneyimleri ve sahip olunan ilişki ağlarıyla; kültürel sermaye aktarılan, bilgi  veya deneyim yoluyla edinilen ve yaşatılan kalıplar, birikimler ve edimlerdir. Simgesel sermaye ise tüm bu sermeye biçimlerinin kaynaşmasından ortaya çıkan sembolik tutumlar, alışkanlıklar veya göstergelerdir.

 

Bourdieu, kültürel sermayeye  ekonomik eşitsizliklerin bir taşıyıcısı olarak, oradaki yansıması olarak değerlendirir. Bunu daha sonraya bırakarak, şeftali kebabına dönelim. Çünkü bu konunun Bourdieu'nun özellikle simgesel ve kültürel sermaye kavramını çok net bir şekilde yansıttığını düşünüyorum.

***

Kıbrıslı Türkler'in hem ekonomik sermayelerinin hem de sosyal sermayelerinin sürekli bir müdahaleye maruz kaldığı malum. Bunu yeniden uzun uzun yazmaya gerek yok. Fakat konunun bütünlüğü içerisinde düşünecek olursak, tahrip edilmiş, dağıtılmış ve sürekli olarak yoksunluk üreten politik, ekonomik ve sosyal 'sermayeleri' (sermaye yerine potansiyel demek belki daha yerinde olur, fakat Bourdieu kavramsallaştırmasına sadık kalmak için sermaye terimini kullanıyorum) Kıbrıslı Türkler için artık bulanık ve gerçekleştirmesi imkansız alanlar haline geldi. Ekonomik, politik ve sosyal sermayelerinin gittikçe cılızlaşması, Kıbrıslı Türkleri kültürel sermaye alanına sıkıştırmakta; çoğu zaman da reaksiyoner çıkışlarla kültür sermayesini savunmaya geçmekte. Öyleki sınıfsal ve statü konumu ne olursa olsun, mesela simgesel sermeyenin en net dışa vurumu olan 'şeftali kebabı' örneğinde olduğu gibi herkes birden Kıbrıslılığını tatmin edebilmekte, orada bulaşabilmekte. Fakat bunun gibi dışa vurumlar tüm diğer alanlardaki yoksunlukların, vazgeçişlerin ve güçten düşmelerin bir yansıması olmakta. Dolayısıyla bol miktarda konformizm, kültür kibiri ve orta sınıf elitizmi de taşımakta.

***

Konformiz taşımakta çünkü kültür alanından hazır ve aktarılan 'değerler' üzerinden sesini yükseltme en basit işlerden biridir. Özgürlükler gittikçe kısıtlanırken, demokratik değerler tahrip edilirken, politik olarak toplumsal iradeye müdahaleler yapılırken veya eşitlikçi ve adaletçi bir yapı için mücadele edilirken söz söylemenin, eylemde bulunmanın çabasını ve bedelini gerektirmez.  

 

Kibirlidir, çünkü bu olay ganimet üzerine kurulu bir topluluğun, kendi yozlaşmış ve hazıra konmuş, sahte statüler ve suni zenginlikler içinde dönüşüme kapalı hale gelmiş, özgürleşme ve demokratikleşme için bedel ödemekten, alışkanlıklarından vazgeçmekten ve sürekli 'yok oluyoruz' söyleminin ardına saklanıp 'varolmak' için yapısal değişimlerden kaçan, mücadeleyi bile 'memur zihni ile' yürüten bir topluluğun, bulduğu ilk fırsatta varlığına tehdit unsuru sayılabilecek kesimlere karşı üste çıkma arzusunun bir göstergesidir.

 

Orta sınıf elitizminin bir göstergesidir, çünkü 'kültürüzümüz' veya 'ortak değerlerimiz' dediğimizde aslında aynı zamanda sınıfsal, etnik ve alternatif, alt kültür kesinlerini doğrudan dışlayan, farklılıları yok sayan ve onlar üzerinde bi nevi tahakküm kuran bir işlevi de devreye sokmuş oluruz. 'Kıbrıslı Türk kültürüne özgü şeftali kebabı' dediğimiz ve bunun üzerinden bir direniş söylemi kurduğumuz anda, bu ülkedeki ekonomik eşitsizlikleri ve tahakkümü, Türkiye'den gelmiş yaşamını burada sürdürerek ülkenin kültürüyle etkileşim içine girmiş  göçmenleri, yabancıları, alt kültürleri, et tüketmeyen kesimleri doğrudan ya dışlamış ya da üzerlerinde tahakküm kurmuş oluruz.

 

İşte bu nedenlerden dolayı, şeftali kebabı meselesi politik bir sorun olmaktan öte, ontolojik/varoluşsal bir sorununun dışa vurumudur. Bu sorunun nedenlerini anlamakla birlikte sonucunun Kıbrıslı Türkler açısından büyük bir potansiyelsizliğin ve mutsuz toplum olmanın göstergesi olduğunu da düşünüyorum.

 

Kaldı ki sadece yeme içme üzerinden bir kültür kurgusu ve deneyimi de aslında ufku ne kadar dar ve potansiyeli için çabalamayan bir topluluk olduğumuzu da göstermekte. Bir tiyatro binasının veya konferans salonunun olmamasına içerlemeyen, siyasi partilerin bile kongrelerini spor salonlarında yapmasını normalleştiren veya kamusal sanat alanlarının gittikçe özelleştirildiği ve azaldığı koşullarda tüm bunların azalmışlığını hissedememek ama şeftali kebabının tarifinin yanlış verilmişliğine kaygılanan bir topluluğun kültür ufkuyla ilgili çıkarsamalarda bulunmak zor olmayacaktır.   

***

Kültür alanı bir direniş alanı olamaz mı? Bizim gibi toplumlarda pek tabii olabilir. Fakat ekonomik, politik ve sosyal sermaye alanlarında eşitlikçi ve yeni bir toplumsal tahayyül gerçekleştirilemediği sürece, o alanlardaki çabadan vazgeçildiği koşullarda kültür alanında direniş, herkesi küçük faşistler haline getirebilir.

 

Çünkü bastırılmış olanın geri dönüşü, bastırılmış şeyi başkalaşmış bir şekilde açığa çıkarır. Eğer Kıbrıslı Türklerin demokratikleşme, özgürlük ve varolma potansiyeleleri politik, sosyal ve ekonomik alanlar da bastırılmışsa; kültürel alanda ortaya çıkan tazyikli potansiyel hiç de arzu edildiği gibi özgürlük veya demokratikleşme getirmeyecektir.

 

Son bir söz de et fetişizmine. Tüm dünyada başta iklim krizine yönelik çıkışlardan biri olarak et tüketilmesinin azaltılması çağrıları yaparken, meselenin etik ve hayvan hakları boyutunda tüm dünyada tartışmalar yükselirken, Kıbrıslı Türkler için et tüketiminin kutsallaştırılması ve tüketim fetişizmine vardırılması ap ayrı bir tartışma konusu. Tüm bu tartışmaları, 'kültürümüzün bir parçası şeftali kebabı' görselleri ve tariflerini izlerken, 6 yıldır et tüketmeyen bir insan olarak bu topluluğa ne kadar uzak ve yabancı olduğumu hissettim.

Bu yazı toplam 6834 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar