1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. ‘Kıbrıslılar ses vermeli’
‘Kıbrıslılar ses vermeli’

‘Kıbrıslılar ses vermeli’

<< Bizler WWF olarak karşı durarak karar alma mekanizmalarının ikna edilebileceğini düşünüyoruz. Kıbrıs’ta da kanser vakalarının fazlalığı da dikkat çekiyor. Nükleerin en somut tarafı da kanser olarak biliniyor, bu bilimsel çalışmalarda yer alıyor.

A+A-

 

 

<< Bizler WWF olarak karşı durarak karar alma mekanizmalarının ikna edilebileceğini düşünüyoruz. Kıbrıs’ta da kanser vakalarının fazlalığı da dikkat çekiyor. Nükleerin en somut tarafı da kanser olarak biliniyor, bu bilimsel çalışmalarda yer alıyor. Kıbrıs ve Kıbrıslılar da konunun bir tarafı olduğuna göre kendileri açısından durumu değerlendirmeli ve ses vermelidir. Bu santrallerin (Mersin’de kurulması planlanan nükleer santrallerin) olumsuz etkilerinden hiç kuşkusuz Kıbrıslılar da büyük zarar görecektir, ki bu zarar nesilleri boyu devam edecektir. >>   

 

 

Türkiye Çevre Mühendisleri Odası’nın Mersin Akkuyu’da yapılması planlanan nükleer santralde herhangi kaza olması durumunda Kıbrıs’ın da içinde bulunduğu bölgenin “büyük risk altında” olacağını açıklaması adada da dikkate alındı.

Nükleer tehlikenin tam da yanı başımıza kadar gelmesi hiç kuşkusuz bizleri de yakından ilgilendiren bir gerçek oldu.

Peki nedir bu nükleer santraller?

Dünyadaki durumları nedir?..

Hangi ülkelerde tercih ediliyor?..

Japonya’daki patlamadan sonra ülkelerin pozisyonlarında bir değişiklik oldu mu?..

Mersin’deki santralin Kıbrıs’a etkisi ne olacaktır?..

Bu bağlamda bu konuda dünyadaki en büyük organizasyon, Dünya Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın (WWF) Türkiye temsilcisi Sedat Kalem’i arayıp sordum:

 

·        Türkiye’deki nükleer santral kurulması yönündeki hazırlıkları yakından takip eden bir vakfın yöneticisisiniz, nükleer santrallerle ilgili olarak ne düşünüyorsunuz?

Türkiye’nin enerji politikaları sosyal, ekonomik ve çevresel açıdan sürdürülebilir değildir. Nükleere dayalı çözümler pek çok tehlikeyi barındırmaktadır.

Japonya’da yaşanan korkunç deprem ve tsunami felaketinin ardından Fukuşima nükleer santralinin insan ve doğal çevre üzerinde yarattığı etkilerle ilgili kaygılar devam ederken, nükleer enerji projeleri de dünyada yeniden sorgulanıyor. Çok sayıda ülke, nükleer plan ve programlarını yeniden masaya yatırmaya, mevcut ya da plan aşamasındaki nükleer tesislerini gözden geçirmeye başladı. Japonya'da yaşanan felaket nedeniyle bir çok ülke nükleer santral planlarını yeniden değerlendiriyor. AB üyesi ülkelerin enerji bakanlarının Brüksel’de bir araya gelmesinin ardından Almanya, 1980 öncesi inşa edilen santralleri kapatma kararı alırken Belçika, Fransa, Hollanda ve Avusturya gibi birçok üye ülke yıl sonuna kadar ülkelerindeki mevcut nükleer santrallerini dayanıklılık testine tabii tutacak. İsviçre, İngiltere ve Çin’de de nükleer santral planları yeniden değerlendiriliyor.

Yaşanan acı olayların ortaya koyduğu gerçeklere, toplumsal ve çevresel kaygılara kulak tıkayarak, nükleer santral projelerinde ısrar etmek, sürdürülebilir olmamakla birlikte, olağanüstü tehlikelere açıktır.

 

·        Bu santraller hem Türkiye hem de bölge için büyük bir tehlike içeriyor değil mi?

1986’da Türkiye’nin yanı başında patlayan Çernobil, 1999’da Tokaimura ve en son Japonya’da yaşanan olay, bunun en somut örnekleridir. Teknolojisi ne kadar ileri olursa olsun hiçbir ülke, nükleer kazalardan ve radyoaktif sızıntılardan tamamıyla muaf değildir. Radyoaktif kirlilik, insanlar dahil yeryüzündeki bütün canlıların kitlesel olarak hastalanmasına ve yok olmasına yol açmakla kalmaz, mutasyon yoluyla kuşaktan kuşağa geçer. Dünya üzerinde radyoaktif atıkların güvenli bir şekilde depolanabileceği hemen hemen hiç bir yer yoktur. Yalnız ABD’de 50 bin ton, Almanya’da 12 bin ton radyoaktif atık birikmiş ancak güvenli bir şekilde depolanamamış durumdadır. Dahası, nükleer güç aynı zamanda olağanüstü pahalıdır. Teknolojisi, inşaat ve güvenlik maliyetleri çok yüksek olan nükleer tesislerin riski çok büyük olduğu için sigortalanamaz. Ayrıca, yapım süreleri çok uzun olduğu için başlangıçta öngörülen maliyetler süreç içinde katlanabilir. Enerji darboğazının aşılmasında düşük emisyonlu bir sihirli reçete olarak gösterilse de uranyum madenciliği ve zenginleştirme aşamaları yoğun enerji kullanımı gerektirmektedir. Sonuç olarak, nükleer teknoloji, “güvenlik”, “nükleer çoğalma” ve “toplumsal kabul edilebilirlik” ölçütlerine göre düşük-karbon enerji alternatifleri arasında en alt sırada yer almaktadır.

 

·        WWF bu konuda ne yapıyor? Ya da çözüm önerisi nedir?

WWF tarafından yayınlanan Enerji Raporu’nda nükleer enerji “etik olmayan ve pahalı” bir seçenek olarak ele alınmaktadır. 2050 yılına kadar %100 temiz enerjiye geçişin mümkün olduğunun belirtildiği raporda, nükleer atıkların 10 bin yıl boyunca tehlikeli olduğunun altı çizilmektedir. Düşük karbon emisyonları nedeniyle enerji krizinin çözümünde bir seçenek olarak gösterilen nükleer enerjinin, yalnızca atık sorunu düşünüldüğünde bile girilmemesi gereken bir yol olduğu açıktır. Japonya felaketi, diğer ülkeler gibi Türkiye’nin de nükleer enerji politikasını yeniden masaya yatırmasını gerektirmektedir. Bir deprem ülkesi olması ve siyasi bakımdan istikrarsız bir coğrafyada sabotajlara açık konumda bulunması da, Türkiye’nin nükleer enerjiyle ilgili plan ve projelerini titizlikle yeniden ele alınmasını zorunlu kılmaktadır. Yol yakınken, nükleer enerji anlaşmaları iptal edilmeli ve enerji politikaları sürdürülebilir bir zemine oturtulmalıdır. Milyarlarca doları nükleer tesislere yatırmadan önce, bu paraların sürdürülebilir enerji teknolojilerine tahsis edilmesi gibi bir seçeneği de dikkate almamız gerekmektedir.

Enerji talebinin karşılanması ve iklim değişikliğiyle mücadelede belirli çevrelerce bir seçenek gibi sunulan nükleer enerji, 21. yüzyılın temiz enerji paketinin bir parçası olmamalıdır. Çözüm nükleerde değil, güneş, rüzgâr ve jeotermal gibi temiz enerji kaynakları ve enerji verimliliğin hayata geçirilmesindedir.

 

·        Bunun bir de Kıbrıs ve komşu ülkeler durumu var? Kıbrıslılara çağrınız nedir? Ya da ortak olarak ne yapabiliriz?

Kıbrıs ve Kıbrıslılar da bu tehlikede konuya taraf olarak ortada duruyor. Uluslar arası kamuoyunda yaratılabilecek güçlü bir ses santrallerin kurulması yönünde Türkiye hükümetini etkileyebilecektir. Burada yapılması gereken, hem Kıbrıs’tan hem de Türkiye içinden konuya karşı ortak net bir ses vermek olmalıdır. Bizler WWF olarak karşı durarak karar alma mekanizmalarının ikna edilebileceğini düşünüyoruz. Kıbrıs’ta da kanser vakalarının fazlalığı da dikkat çekiyor. Nükleerin en somut tarafı da kanser olarak biliniyor, bilimsel çalışmalarda yer alıyor. Kıbrıs ve Kıbrıslılar da konunun bir tarafı olduğuna göre kendileri açısından durumu değerlendirmeli ve ses vermelidir. Bu santrallerin olumsuz etkilerinden hiç kuşkusuz Kıbrıslılar da büyük zarar görecektir, ki bu zarar nesilleri boyu devam edecektir.     

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 1501 defa okunmuştur