Kıbrıslılar’ın sözlü tarihi… (15)
*** Kıbrıs’ta iki toplumlu ilk sözlü tarih projesi İKME ve BİLBAN tarafından gerçekleştirilmişti…
Kıbrıs’ta iki toplumlu ilk sözlü tarih projesi, araştırma enstitüleri İKME ve BİLBAN tarafından gerçekleştirilmişti. “Kıbrıslılar’ın Sözlü Tarihi” başlıklı bu çok değerli röportajlar dizisi, özetleriyle İKME’nin web sitesinde okunabiliyor, röportajların orijinallerini isteyenler de İKME’den temin edebiliyor.
Bu röportajlardan özetler yayımlamaya devam ediyoruz…
“Karagöz-Hacivat oynatırdık…”
Kaymaklılı Lukas Kakullis, şöyle anlatıyor:
“Arkadaşım Hasan’la birlikte mahallemizdeki Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum çocuklar için Karagöz-Hacivat Gölge Oyunları organize ederdik, çocuklar gelir, Karagöz-Hacivat oynatmamızı seyrederdi. Girişte para vermek yerine bize kibrit ya da düşük değerde ufak tefek şeyler verirlerdi…
Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar Kaymaklı’da Aya Barbara Kilisesi’nden 200 metre uzaklıkta bir sokakta yaşarlardı. Kardeş gibi yaşardık. Yaz akşamlarında yaşlı bir öykü anlatıcı meydana gelir, hem Kıbrıslıtürkler’i, hem Kıbrıslırumlar’ı hayretler içinde bırakan hikayeler anlatırdı bize.
Birlikte yaşam uyum içindeydi, birbirimizle temasımız da sade, insancıl ve gündelik yaşamın bir parçasıydı. Bu temaslardan ötürü Türkçe öğrenme şansını elde etmiştim fakat bu şansı kullanmamıştım, herhalde bunun o kadar da önemli olmadığını düşünmüştüm, şimdi bundan çok pişmanım…
Kaymaklı’da iki üç tane zengin Kıbrıslıtürk aile vardı fakat çoğunluk fakirdi. Yiyeceğimizi paylaşıyor birbirimize yardımcı oluyorduk. Mesela üç çocuklu bir Kıbrıslıtürk ailesine mümkün olduğunca çok yardım etmeye çalışıyorduk çünkü çok fakirdiler. Bir Kıbrıslıtürk kunturacı vardı, mahallede dolaşır, kuntura tamiri yapardı. Aileler o kadar yoksuldu ki bu kuntura tamircisi, müşteri dahi bulamazdı. Böylece adam bir bardak su ya da bir kap yemek istemek zorunda kalırdı…
Arkadaşım Hasan’la birlikte mahalle çocukları için Karagöz oynatırdık. Işıklandırmamız tek bir mumun ışığı idi! Oyun esnasında Türkçe ya da Rumca konuşurduk, oyunlarda doğaçlama yapıyorduk.
1956-58 yıllarında bazı Kıbrıslıtürk fanatikler, bazı Kıbrıslıtürkler’i öldürmüşlerdi, bunlardan birisi de Kaymaklılı genç bir Kıbrıslıtürk’tü – suçu da Kıbrıslırumlar’la arkadaş olmasıydı.
1963-64 çatışmaları çıkınca Kıbrıslıtürk komşularımız, Kıbrıslıtürk enklavlarına gittiler ve bir daha geri dönmediler. Yıllar sonra tesadüfen eski arkadaşım, komşum Hasan’la karşılaştık. Bundan o kadar mutlu olduk ki… Hasan bana yemek da ısmarladı…”
“Kıbrıslıtürk arkadaşlarım hapishanede ziyaretime geldiydi…”
Ksero’dan Palladios Nikolau, şöyle anlatıyor:
“Kıbrıslıtürkler’le ilişklilerimiz dostça, hatta kardeş gibiydi diyebilirim. Birlikte büyüdük, hep birlikte oynadık, aramızda hiçbir zaman sorun çıkmadı. İngilizler EOKA mücadelesine katıldığım için beni tutuklayıp hapse attığı zaman, Kıbrıslıtürk arkadaşlarım hapishanede ziyaretime gelmişti…
Ksero’daki futbol takımımız bölgesel ligteydi, Kıbrıslıtürkler de bizimle birlikte aynı takımda futbol oynardı. Rakip takımlarımızdan biri ise Kıbrıslıtürk Lefke takımı idi.
Kahvehanelerde Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar ahbaplık ederler, iskambil ya da tavla oynarlar, birlikte yemek yerler, Ahmet ya da Yannis olduğuna bakmaksızın birlikte içki içerlerdi. Kimin kim olduğunu ayırt etmek zordu… Aramızda dini veya başka herhangi bir ayırımcılık yoktu. İlişkilerimiz çok iyiydi. Bizim gündelik kavgamız, ekmek kavgasıydı. Yan yana, omuz omuza çalışır, önyargı ya da düşmanlık duymaksızın işbirliği yapardık.
Komşumuz Safiye bir zamanlar Hristiyan’dı ve eski adı Sofia idi. Evinde Meryem İkonası vardı. İtalyan uçakları Ksero’yu bombalamak üzere dalış yaptığında, Safiye’nin oğullarından biri beni omuzlarına alıp bölgeden uzaklaştırmıştı.
1963 olayları ayırdı bizi – köylüm Kıbrıslıtürkler Lefke’ye, Kıbrıslırumlar da Ksero ve başka bölgelere gitti. Eski dostlarımız ve komşularımız bize yazıyor, mektuplar ve mesajlar gönderiyordu, biz de aynı şeyi yapıyor, birbirimizden haber almaya çalışıyorduk…”
“Aynı tabaktan yemek yerdik…”
Lefkeli Nestoras Hacınestoros şöyle anlatıyor:
“Küçük çocuklar olarak tüm günümüzü sokaklarda oynayarak geçirirdik, kim Kıbrıslıtürk, kim Kıbrıslırum çocuğudur anlayamazdınız. Hepimiz de hem Rumca, hem Türkçe konuşurduk. Biri bize Türkçe bir soru sorarsa, Türkçe yanıt verirdik, Rumca soru sorarsa o zaman Rumca cevap verirdik.
Mahallemizin çocukları olarak Türk mü, Rum mu olduğuna bakılmaksızın, hiçbir ayırımcılık olmaksızın kaynaşırdık. Hatta pek çok kereler aynı tabaktan yemek yerdik. Hatta kimi geceler komşumuzun evindeysek, o evde yatır uyurduk… O zamanlar ilişkiler böyleydi işte…
Birlikte yaşamak uyum içindeydi. Önyargılara ya da yanlış anlamalara neden olmaksızın şakalaşırdık. Her tür sosyal toplantıya davet edilirdik. Düğünlerde dansederdik – tek ayırım o eski günlerdeki adetlere göre kadınların ayrı, erkeklerin ayrı eğlenmesiydi düğünlerde.
Düğünlerde biz Müslüman arkadaşlarımızın gumbarosu olurduk, onlar da bizim düğünlerimizde gumbaromuz olurdu. Gecenin ilerleyen saatlerinde yemeğe hep birlikte otururduk. Aynı yemeği yer, aynı dansları ederdik.
Giyim kuşamımız bile aynıydı. Aynı şeyleri giyerdi. Köylümüz Kıbrıslıtürkler hiçbir zaman çarşaf giyemezdi, sadece bazı yaşlı kadınlar siyah çarşaf takardı ki bu tür bir örtünme ister Hristiyan, ister Müslüman olsun, yaşlılar için ortak bir şeydi. O günlerden çok önceleri erkekler vrakka giyerdi – Kıbrıslırum erkekler siyah, Kıbrıslıtürk erkekler beyaz dizlik giyerdi.
Duyduğum kadarıyla eski günlerde karma evlilikler çok yaygındı. Ancak benim zamanında tek bir Kıbrıslıtürk erkek, bir Kıbrıslırum kadınla evlenmişti. Onlara tepki duyulsa da onlar ısrarlı olmuş ve sonuçta evlenmişlerdi. Daha sonra İngiltere’ye göçetmişlerdi.
Ayrıldığımız zaman Kıbrıslıtürkler Lefke’de yaratılan enklava gitmişlerdi, aynı zamanda maden şirketinde çalışanları da ayırmışlardı. Tüm Kıbrıslıtürk işçiler şirketin Lefke yakınlarındaki madenlerine, tüm Kıbrıslırumlar da Ksero’daki işletmelere götürülmüştü….”
http://www.ikme.eu/cybihi/CYBIHImain/CYBIHITR/index.htm