Kıbrıslılar’ın sözlü tarihi… (4)
*** Kıbrıs’ta iki toplumlu ilk sözlü tarih projesi İKME ve BİLBAN tarafından gerçekleştirilmişti…
Kıbrıs’ta iki toplumlu ilk sözlü tarih projesi, araştırma enstitüleri İKME ve BİLBAN tarafından gerçekleştirilmişti. “Kıbrıslılar’ın Sözlü Tarihi” başlıklı bu çok değerli röportajlar dizisi, üç dilde özetleriyle İKME’nin web sitesinde okunabiliyor, röportajların orijinallerini isteyenler de İKME’den temin edebiliyor.
Bu röportajlardan özetler yayımlamaya devam ediyoruz…
Ayvasıl köyünden Andreas Violaris, “Evin etrafına çukurlar kazarak bu çukurlara dinamit koydular ve bunları patlattılardı. Evde saklanan insanlar panik içinde dışarıya çıkmıştı… Onları yakalayıp soğukkanlılıkla öldürdüler ve bir toplu mezara gömdülerdi. Bu toplu mezardan bir tanesinin eli dışarıda kalmıştı. İşgalden sonra köyümüzün adı “Türkeli” olarak değiştirildi… Bunun anlamı “Türk’ün eli” demektir” diyor. Güneye göç ettikten sonra Dali’de hayatını sürdüren Andreas Violaris, “Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’ın köyümüzde ilişkileri çok iyiydi. Sonraları çıkan olaylar, başka bölgelerden köyümüze gelen bazı Kıbrıslırumlar tarafından çıkarıldı” diyor. Ve sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Köyümüzdeki Kıbrıslıtürkler çok fukaraydı. Büyük çiftliklerde ağır işler yaparak hayatlarını kazanıyorlardı. 1963-64 yıllarına kadar aramızda hiçbir sorun olmadı. Eğer bir yabancı kahveye gelse, kimin Kıbrıslıtürk, kimin Kıbrıslırum olduğunu anlayamazdı. Benim çok yakın bir arkadaşım vardı, İbrahim. İş kurarken bana yardım etmişti. Bana tavsiyelerde bulunmuş, bir araba almamı sağlamış ve sonra da bana müşteriler göndermişti işim için. Ben keman çalardım ve düğünlerde çalmak için davet edilirdim. Geçmişte köyümüzde karma evlilikler vardı fakat benim dönemimde karma evliliklere rastlamadım.
Köyde ilişkilerimiz 1956-57’li yıllarda EOKA’nın mücadelesiyle birlikte bozulmaya başladı. Kıbrıslırum fanatikler bizi ayırmak için ellerinden geleni yaptılar. Lefkoşa’dan gelip tehdit eder, tacizlerde bulunurlardı. Bazı Kıbrıslırum fanatikler de daha önce savurdukları tehditleri gerçekleştirdiler.
İşgalden çok uzun yıllar sonra arkadaşım İbrahim’le Dikelya’daki İngiliz Üsleri’nde buluştum. Bana sorduğu ilk soru: “Sekiz yaşında bir kız çocuğu onlara ne yaptıydı ki onu öldürdüler? Suçu neydi?” oldu. Bahsettiği bizim köyün dışından gelen bazı Kıbrıslırumlar’ın öldürmüş olduğu kendi kızı ve kızın nenesiydi…”
Türk mahallesinde büyüyen çocuk…
Sofoklis Panayotu Hacıloizu Girne Hastanesi’nde doğmuş ancak çok küçükken Lefkoşa’ya babasının işi nedeniyle gelmişler ve Türk mahallesine yerleşmişler.
“Ben Kıbrıslıtürk çocuklarla birlikte büyüdüm” diye anlatıyor. Ve şöyle devam ediyor:
“Bütün gün oynardık. Biraz büyüdüğümüz zaman birlikte Pallaryotissa’da piknik yapmaya giderdik. Öğle yemeğimizi yanımıza alır, keyfini çıkarırdık. Kıbrıslıtürk arkadaşlarımızın domuz eti yemekle bir sorunları yoktu.
Dedem Sofoklis Knodarites, Konedra köyünde önemli bir toprak ağasıydı. Çok malları vardı. Yanında yalnızca Kıbrıslıtürkler çalışırdı. 1900 yılı civarında köyden ayrılacağı zaman çok iyi ilişkileri olan bazı Kıbrıslıtürkler’e, mallarının çoğunu bağışladı. Pek çok Kıbrıslıtürk’ün okul ücretlerini öderdi dedem. Onları okula götürsün diye arabasını da verirdi. Kıbrıslıtürkler’le ilişkilerimiz çok dostçaydı, kardeşçeydi… Sorunlar ancak 1958’den sonra çıkmaya başladı.
Deftera’ya evlendikten sonra bazı Kıbrıslıtürkler’le tanıştım, ahbap oldum ve onlarla şahane ilişkilerim oldu – bizimkilerden daha iyiydi bazı Kıbrıslıtürkler.
Kıbrıslıtürk arkadaşlarım bana kendi evimi yaparken çok yardım etti, ben de onlara ev yaparlarken yardım ettim. Eşim ilk evladımızı dünyaya getirdiği zaman, gumbarom Kıbrıslıtürk karısını gönderdi, karısı bir ay süreyle karımın yanında kalarak ona yardım etti.
1963-64 yıllarında çatışmalar çıktığı zaman Lefkoşa’dan bazı insanlar gelip Kıbrıslıtürk köylülerimizi Kıbrıs Türk kesimine gitmeye ikna etmeye çalıştılar. Ancak köylülerimiz gitmek istemiyordu. Yaşlı ve çok kırılgan bir adam itilip kakılarak bir arabaya konmaya çalışırken öldü. “Tarzan” lakaplı bir başkası emirlere uymayı reddettiği için öldürüldü….”
Eleni ve Pembe’nin hikayesi…
Eleni Pullu Lefkoşa’da yaşıyor. Şöyle anlatıyor:
“Bazı Kıbrıslıtürk fanatikler tarafından daha sonra öldürülecek olan Derviş Ali Kavazoğlu evimize gelirdi, annem ona bakardı. Derviş Ali Kavazoğlu annemi çok severdi ve ona “Teyze” derdi. 1963 öncesi çok sayıda Kıbrıslıtürk’le çok iyi ilişkilerimiz vardı, hala var ve bugün de temastayız.
1935 yılında Lefkoşa’ya yerleşmiştik, hala aynı yerde yaşıyoruz. Ev sahiplerimiz Kıbrıslıtürkler’di ve onlarla hala çok iyi ilişkilerimiz vardır. EOKA mücadelesi döneminde, komşumuz Pembe’ye bir Kıbrıslıtürk ebeyle birlikte bebeğini dünyaya getirmekte yardımcı olduk. Eşi bize gümüş bir beş şilinlik verdiydi.
Doğumdan sonra Pembe bana tekrar tekrar “Eleni hanım, sen benim için bir annesin, sen benim kardeşimsin” diyordu.
1959 yılında evlerinden ayrılıp Lefkoşa’daki Kıbrıslıtürk enklavına gitmeye zorlanmışlardı. Pembe beni çağırdı ve bana bir saksı çiçek verdi. Bugün hala o bir saksı çiçek duruyor… Sonraları, kocasının bazı Kıbrıslıtürk fanatikler tarafından öldürüldüğünü duyduk…
Kıbrıslıtürk arkadaşlarımızın düğünlerine giderdik, onlar bizlerin vaftiz törenlerine katılırdı, bayramları kutlardık birlikte. Hiçbirşey bizi ayırmıyordu. Onlar kendi şarkılarını söylerdi, biz kendi şarkılarımızı…
Ben nakış işlerken Pembe gelir ve nasıl işlediğime bakar, öğrenmeye çalışırdı. Eski ev sahibimiz çok zengin bir Kıbrıslıtürk’tü. Büyük bir serveti vardı, evleri, dükkanları vardı. Lefkoşa’nın Kıbrıslıtürk kesimine yerleşmesi için zorlanmıştı. Bazı fanatikler ondan silah almak için para istemişler, o da vermemiş, bunun üstüne adamı öldürmüşler…”