Kıbrıslılar’ın sözlü tarihi (5)
*** Kıbrıs’ta iki toplumlu ilk sözlü tarih projesi İKME ve BİLBAN tarafından gerçekleştirilmişti…
Kıbrıs’ta iki toplumlu ilk sözlü tarih projesi, araştırma enstitüleri İKME ve BİLBAN tarafından gerçekleştirilmişti. “Kıbrıslılar’ın Sözlü Tarihi” başlıklı bu çok değerli röportajlar dizisi, üç dilde özetleriyle İKME’nin web sitesinde okunabiliyor, röportajların orijinallerini isteyenler de İKME’den temin edebiliyor.
Bu röportajlardan özetler yayımlamaya devam ediyoruz…
“Pembe hanım, bizi fanatiklerden korumuştu…”
Lefkoşalı Andreas Klitides, “Pembe Hanım bizim evimizin kapısının önüne oturmuş ve 1956’daki ilk olaylar esnasında Kıbrıslırumlar’ın mallarına zarar veren fanatiklerden bizi korumuştu” diye hatırlıyor.
Bu olaylar Ayluka mahallesinde olmuştu… Andreas Klitides şöyle anlatıyor:
“Annemin Ayluka mahallesinde bir terzi atölyesi vardı, burada çıraklara terzilik alıştırıyordu. Öğrencilerinin çoğunluğu Kıbrıslıtürk kadınlardı. Onlara hem Türkçe, hem Rumca konuşuyordu, annemin Türkçesi kusursuzdu.
Evimiz büyüktü, kocaman bir bahçesi vardı, bu yüzden evimizde pek çok ziyafetler tertiplerdik. Bayram zamanı evimiz ekmek kadeyifi, güllaç ve tüm diğer tatlılarla dolup taşardı. Biz de onlara kendi bayramlarımızda pilavuna sunardık. Kıbrıslıtürkler’le o kadar dostane ilişkilerimiz vardı, Bayram kutlamaları sanki bizim de kutlamalarımızdandı… Biz onların kutlamalarına katılırdık, onlar da bizim.
80 yaşında bir Kıbrıslıtürk komşumuz vardı, Rumca’yı mükemmel konuşurdu, yasemin dizer, bunları tepsiye koyar ve hem Kıbrıslırumlar’a, hem Kıbrıslıtürkler’e sunardı. Bana “Al be Andriko, al oğlum, al da evin yaseminler gibi mis gibi tütsün!” derdi.
Osman Örek’i iyi tanırdım, onunla dostça ilişkilerimiz vardı. Osman Örek’in babası hoca idi şehrin o bölgesinde. Osman, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk savunma bakanı olmuştu.
Mahallemizin komik ama iyi yürekli bir karakteri daha vardı, herkes tanırdı kendini, lakabı “Saat kaç işte?” idi. Tüm sene boyunca, yaz kış, bir paltoyla dolaşırdı. İki tane kol saati takardı ve her gördüğü insana “Saat kaç işte?” derdi!
Mahallemiz böylesi renkli karakterlerle doluydu…
Ayluka’nın sakinlerinin bahçelerinde dut ağaçları vardı, ipek böceği yetiştirirdi insanlar. Mevlit denen bir Kıbrıslıtürk’ün evinin bahçesinde toplanırlar, ipek böceklerinin ipliklerinden ipek üretecek olan şahıs da oraya gelirdi. Bu bahçede büyük bir su havuzu vardı, “Kataklizmo” olduğunda çocuklar bu havuzda suyla oynarlardı…”
“Aykasiyano’dan bir aşk hikayesi…”
Yorgos Parteklas Lefkoşa’da yaşıyor ve Aykasiyano’dan bir aşk hikayesini hatırlıyor. Parteklas öyküsünü şöyle anlatıyor:
“Yeşil Pazartesi olduğunda Parisinos bölgesindeki portokal bahçelerine giderdik, oruç öncesi… Kıbrıslıtürkler de bizimle gelirdi, bütün gün yer içerdik. Aynı şey Trodoslar’da da olurdu, Epta Kurves denen bir yere özellikle Lefke bölgesinden pek çok Kıbrıslıtürk de gelirdi, bütün gün yeme içme eğlenceler düzenlenirdi. Şarkılar söylenir, çatista’lar okunurdu.
Köylülerimizden birisi Aykasiyano’dan çok güzel bir Kıbrıslıtürk kıza aşık olmuştu, çok ısrar etmişti ve sonuçta kızın ailesi rıza göstermiş, evlenmişlerdi. İki çocukları olmuştu.
Benim berber dükkanım vardı ve pek çok Kıbrıslıtürk müşterim vardı. Ermu Caddesi’nde de bir Kıbrıslıtürk’ün dükkanı vardı. Hem müşterilerimiz, hem dükkan sahiplerimiz karmaydı. Hristiyanlar’ı Müsülmanlar’dan ayırmak mümkün değildi.
EOKA mücadelesi başlayınca kuşku ilk kez ortaya çıkmaya başladı, ayrılığın ilk işaretleri görünmeye başladı. Oysa o zamana kadar tam bir uyum içerisinde yaşıyorduk…
1958’deki olaylar nedeniyle işimiz iyice zorlaşıyordu. Bir Kıbrıslıtürk arkadaşım gelip bizi fanatiklerin niyetleri konusunda uyarmıştı.
1964’te bazı fanatikler Kıbrıslıtürkler’i toplar, onları zorla enklavlara götürürdü. Ben aslen Kitrea (Değirmenlik) köyündenim. Aynı köyden olan bir Kıbrıslırum komşum, kamyonuyla Beyköyü’ne giderek onların mallarını çalardı… 1974’te işgal sırasında ellerine düştü ve onu öldürdüler…”
“Lurucina’dan Zalihe ve Melek…”
Kalomoira Kiprianidu Aykasiyano bölgesinden ve öyküsünü şöyle anlatıyor:
“Bir zamanlar babamın Lefkoşa dışında çok büyük bir çiftliği vardı, inek çiftliğiydi bu, şimdiki Filokseniya Oteli’nin bulunduğu yerdeydi. Bu çiftlikte babam için hem daimi, hem de mevsimlik işçiler çalışırdı, Kıbrıslıtürk işçiler ve bunlarla ilişkimiz mükemmeldi.
Bu işçiler arasında Lurucina’dan Zalihe ve Melek de vardı. Melek bize eskiden Hristiyan olduğunu, adının da Kalomoira olduğunu anlatırdı…
Şimdiki Leymosun Caddesi ile Eylence Caddesi’nin kesiştiği kavşakta Ahmet ve Halil’in evleri vardı, bunlar arkadaşlarımızdı. Her sabah oradan geçerken Ahmet bize bahçesinden topladığı meyveleri sunardı.
Onların buradan ayrılmalarını ve enklavlara gitmelerini sağlamak için evleri fanatikler tarafından yakılmıştı… Ailemin Kıbrıslıtürkler’le iyi ilişkileri çok eskilere dayanır, nenem Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar arasında bir kumaş tüccarı olarak çalıştığı zamana dayanır.
Annem, Kıbrıslıtürk dokumacılara bizim çeyizlerimiz için siparişler verirdi – Kıbrıslıtürk dokumacılar nakışlarla bezeli çeyizimizi hazırlamışlardı.
Büyük kutlamalarda dostlarımız Kıbrıslıtürkler’le yiyecek ve tatlıları paylaşırdık. 1963 yılına kadar ilişkilerimiz çok iyiydi, o yıl Kıbrıslıtürkler enklavlara sığınmaya zorlanmışlardı.”