Kıbrıs’ta bakır endüstrisinin geçmişi
Kıbrıs’ta bakır endüstrisinin geçmişi
Tuncer Bağışkan
Kıbrıs (Kypros - Cyprus) adını, Orta Tunç (M.Ö 1900 - 1625), Geç Tunç (M.Ö 1625 - 1050) ve Roma (M.Ö 30 M.S 330) devirlerinde adanın en önemli ihraç ürünü olan bakır cevherinden aldığı genellikle kabul edilmektedir. Prof. Dr. Firuzan Kınal, Kıbrıs/Cyprus adının, Akadca’da ‘Cypr’ olarak okunan ve bakır anlamına gelen ‘Zabar’ kelimesinden çıktığını, ‘Cyprus’ kelimesinin sonundaki ‘us’un ise eski Yunanca’dan eklendiğini kaydetmiştir. Böylece, İngilizce’de bakır anlamına gelen ‘Copper’ ve Almanca’da ‘Kopper’ isimlerinin Akadca’dan türediği anlaşılmaktadır.
‘Lefke’ dendiği zaman akla bakır geldiği gibi, bakır dendiği zaman da akla Lefke ile yakın çevresi gelmektedir. Trodos dağlarının kuzey, doğu ve güneydoğu etekleri jeolojik dönemlerde ‘yastık lav’ denilen kayalarda oluşan ve içinde yüksek oranda kükürt (sülfür) ile demir bulunan bakır filizi rezervleri bakımından çok zengindir. Ancak bölgenin bu özelliği Kıbrıs’a bir zenginlik kazandırırken, komşusu durumundaki güçlü devletlerden Mısır ile Hititliler tarafından işgal edilip onlara haraç olarak bakır ödeyen bir ülke olmasını da beraberinde getirmiştir.
Troya kahramanı Theseus’un oğlu DEMOPHON, XIII. Yüzyıldaki Troya savaşından sonra Soli ile Ambeligu (Bağlıköy) arasına AEPİA kentini bir Miken yerleşim yeri olarak kurmuştu. O sıralarda kent bakır rezervleri bakımından zengindi. Ancak denizden uzak olduğundan maden ocaklarından sağlanan bakır zorlukla yurtdışına gönderilebilmekteydi. Bu nedenle kentin kralı olan Filokipros, M.Ö VI. yüzyılın başlarında Atina devlet adamı Solon’un tavsiyesi üzerine deniz kenarındaki Soli şehrini kurarak eski kenti buraya taşımıştı.
Kıbrıs’taki Kalkolitik yerleşim birimlerinde bakırdan yapılmış önemsiz birkaç eşya dikkate alınmayacak olursa, ilk bakır eşya üretiminin M.Ö 2300 yılında başladığı kabul edilmektedir. İlk yapılan eserler kolayca eğildiklerinden, ileri aşamalarda bakırın kalayla karıştırılması sonucu tunç alaşımı elde edilmiş, böylece silahlar tunçtan yapılmaya başlanmıştır. Erken Tunç devrinde Anadolu’dan Kıbrıs’a gelen göçmenler beraberlerinde kamalar, yassı baltalar, kumaş iğneleri ve yüzükler getirmişlerdi. Erken, Orta ve Geç Tunç devrine rastlayan M.Ö XIII. Yüzyıla kadar Kıbrıs’ta ilkel yöntemlerle az sayıda alet, silah ve süs eşyası üretilmiştir. Ancak bunlara mezarlarda az rastlanması, o yıllarda yurtdışından bakıra yoğun talebin olmasına yorumlanmaktadır.
Bakır filizi içeren ocakların Orta Tunç döneminde (M.Ö 1900 - 1625) işletilmesine başlandığı, Geç Tunç devrinde FENİKELİLER tarafından işletilmelerinin sürdürüldüğü ve ROMA dönemi sonlarında ise ağaçların tükenmesi sonucu üretimin durdurulduğu öne sürülmektedir. Ancak Bass’a göre, Roma dönemi öncesinde Kıbrıs’taki bakır endüstrisinin M.Ö XIII. yüzyılın sonunda hemen hemen son bulduğu ve bunun da Kıbrıs’a daha önce yerleşen Ege dünyası insanlarının bakır imal eden Suriyelileri endüstriyel şehirlerden uzaklaştırmalarıyla gerçekleşmiş olabileceğini öne sürmüştür.
Roma döneminde maden ocaklarından bakır filizleri sağlanırken, bakır filizlerinin içinde bulunan zink oksit, doğal mineraller, bakır tuzu, demir ve sülfür de elde edilmekteydi. Bunlar ise işlenmek suretiyle eczacılıkta ve boya olarak güzel sanatlarda kullanılmaktaydı.
MADEN OCAKLARINDA ARKEOLOJİK ARAŞTIRMALAR
Lefke yöresindeki antik maden ocakları CMC (Kıbrıs Maden Şirketi) tarafından çalıştırılmaya başlanmadan önce, firmanın yerli Müdürü olan J.L. Bruce, antik maden ocaklarını incelemiş, maden analizlerini yapmış ve bu konudaki yazısı “The Swedish Cyprus Expedition” kitabının III. cildine ‘EK V’ olarak eklenmiştir. Brunce araştırma yazısında, M.S 129 – 216 yılları arasında yaşamış olan Galen’in maden ocaklarının işletilmesiyle ilgili bilgilerine de yer vermiştir. Brunce ayrıca, 1912 yılı itibarıyla Lefke çevresindeki Aplıç, Fugassa Tepesi, Mavrovouni ve Skuriotissa antik maden ocakları başta olmak üzere diğer maden ocaklarını da arkeolojik yönden inceleyen Amerikalı maden mühendisi Charles Godfrey Gunter’in bilgilerinden de yararlanmıştır.
Maden ocaklarındaki tüneller köleler tarafından uzun yıllar azar azar kazılmışlar, çökmemeleri için ise kenarları ile üst başlarına kalın destek kalaslar konmuştu. Tüneller üç insan genişliğinde ve uzun boylu bir insanın biraz eğilerek rahatlıkla yürüyebileceği yükseklikteydi. Ocağa girişten itibaren 600 ayak derinlikte, içinde yoğun olarak yeşil renkli yağlı su (Sülfirik asit) bulunan bir göl bulunmaktaydı. Tünelin en derin kısmında ve suda boğucu bir koku vardı. Yukarısından damlayan sülfirik asitli maden suları 24 saat süreyle altlarına konan Roma amphoralarına birikmekteydi. Bu amphoralar dolunca köleler tarafından ocağın dışındaki kare şeklinde pişmiş topraktan yapılmış bir yalağa dökülmekteydi. Bu sıvı birkaç gün sonra yoğunlaşarak demir kükürt’e (‘Iron Sulphate’) dönüşmüş olurdu. Tavandan damlayan sülfirik asit azalmaya başlayınca, köleler tüneli daha ileriye doğru kazmaya devam ederlerdi. Tünelin duvarlarında 5-6 ayak arayla oyulmuş raflara tüneli aydınlatmak amacıyla zeytin yağıyla çalışan kandiller konmaktaydı. Bu oyuklar ayrıca işçilerin yürürken tutundukları yerler olarak da görülmektedir.
Antik maden ocaklarındaki galerilerin büyüklükleri ile şekillerinin ayni ölçekte olmadığı belirlemesinde bulunulmuştur. Maden cevherinin sert olduğu yerlerde tüneller daha dar ve daha alçaktır. Yumuşak kayalar ile altı sert olan yerlerdeki galeriler ise daha geniş ve daha yüksek olup, genişlikleri 6 ayak, yükseklikleri ise yine 6 ayaktır.
Galerilerin kenarlarına konan tavanı destekleyen kalaslar, demir piriti bulunan yerlerde kömürleşmişti. Bunların cins, biçim ve boyutları değişikti. İçlerinde bulunan zift kalıntılarına dayanılarak üzerlerine zift sürüldüğü anlaşılmıştır. Bunlar genellikle çam ağacından, muhtemelen de Halep çamındandı. Diğer kalasların bazıları Bodur Meşe, Kızılağaç ve ceviz ağacı idi. Daha önce açılan bir galerinin çalışmadığı durumlarda, yeni galeriler açılır ve bunlara eski galerilerden sökülen destek kalasları konurdu.
Antik Mavrovouni maden ocağında madencilerin kazılarda kullandıkları bakırdan yapılmış aletlere rastlanmamıştır. Büyük bir olasılıkla sülfirik asitin etkisiyle erimişlerdir. Burada maden ocaklarında kullanılan destek direği, makara, kasket, takoz, merdiven, halat, tekne (yalak), ahşap çivi, kazıyıcı, sepet parçası ve pişmiş topraktan yapılmış su testisi ile lamba kırıkları bulunmuştur. Değişik maden ocakları ile Matyat maden ocağında ise çapa ve keserlere rastlanmıştır. Maden ocağının dışına sülfirik asit taşıma amacıyla kullanılan Amphoraların zaman zaman kırılmaları sonucu, ocakların dışının adeta bir amphora mezarlığına dönüştüğü belirlemesinde de bulunulmuştur. Mavrovouni galerilerinde bulunan bazı direkler hiç kullanılmamış durumdaydı. Kamıştan yapılmış olan ve galerilerden sağlanan piritlerin ocağın dışına çıkarılmasında kullanılan sepetlerin dipleri halatlarla güçlendirilmiş durumdaydı. Sazdan yapılmış olan sepetlerin ise yiyecek, alet ve kişisel ihtiyaçların taşınmasında kullanıldığı sanılmaktadır.
SKOURİOTİSSA İLE MAVROVOUNİ’DE YAPILAN ARAŞTIRMALAR
Skouriotissa maden ocağı bölgesinde bulunan Banaya Skouriotissa kilisesi, “Curufların Meryem Anası” anlamına gelmektedir. Zaten kilise de Fukassa tepesi boyunca uzanan siyah renkli curufların alt başında bulunmaktadır. Antik devirlere ait maden işletmelerinin kanıtı, geniş alanlara yayılan curuf kümelerinden anlaşılmaktadır. Önceleri, Manganez oranı yüksek olan siyah renkli curufların Roma dönemine ait oldukları var sayılırken, demir oranı yüksek olan kırmızı kahve renkli curufların ise Fenikelilere ait olduğu varsayımında bulunulmaktaydı. Ancak Miss du Plat Taylor’un bir Geç Tunç Devri yerleşim yeri olan ve Skouriotissa’nın pek uzağında olmayan Apliki’de (Aplıç) siyah renkli curuflara rastlaması nedeniyle, curufların renklerine dayanılarak tarihlendirme yapmanın sağlıklı olmadığı görüşüne varmasına neden olmuştur.
Skouriotissa ile Mavrovouni’de bulunan antik dönem curuflarının iki milyon tondan daha fazla olduğu tahmin edilmiştir. Bu curuflara ayrıca, bakır filizinin eritilip maden çıkartılmasında kullanılan izabe ocaklarının bulunduğu yerlerde de rastlanmıştır.
ANTİK ÇAĞDA BAKIR MADENLERİNİN İŞLENME TEKNİKLERİ
Geç Tunç devrinde maden ocaklarından çıkan işlenmemiş bakır cevherinin işleniş şekline ilişkin ipuçları bulunmaktadır. Bakır cevherinin sülfür’den arındırılması için birden fazla işleme gerek duyulmaktadır. Bazen bu işlemler maden ocaklarının bulunduğu alanlarda kurulan izabe ocaklarında yapılırken, bazen ise maden filizlerinin taşındıkları büyük kentlerdeki izabe ocaklarında yapıldıkları saptanmıştır. Nitekim Enkomi ile Kition’daki izabe ocaklarının bulunduğu alanlarda bol miktarda curuf yığınlarına, ocak kalıntılarına, hava borularına, eritme kaplarına rastlanırken, bol miktarda curuf kalıntılarına yüzey buluntusu olarak Geç Tunç devri yerleşim yerlerinden Lapithos, Ayios Sozomenos, Lefkoşa, Athienou, Arpera ve Hala Sultan’da da rastlanmıştır. Bu kentlerin maden ocaklarının çok uzaklarında olmaları, o sıralarda bakır endüstrisinin gelişmiş bir şekilde organize olduğunu göstermektedir. Maden ocaklarından çıkarılan bakır filizleri, ısıya dayanıklı, sert ve gözenekli bazalttan potalarda eritilmekteydi. Eriyince yüzeye çıkan ve curuf olarak bilinen kömür kalıntıları borularla hava verilerek sıvıdan ayrılmaktaydı. Daha sonra bu sıvı, toprak veya kum içine yapılmış öküz gönü biçimli kalıplara dökülerek ingotlar elde edilmiş olurdu. Yaklaşık 25 ile 39 kilogram arasında değişen ve ‘talent’ adıyla da bilinen külçe İngotların uçlarının çift çıkıntılı, sırtlarının ise kavisli oluşu, omuzda kolaylıkla taşınmalarına olanak vermekteydi. Omuzunda İngot taşıyan bir figürini yansıtan tunçtan yapılmış yuvarlak bir ayaklık Kition’da bulunmuştur.
Bakır İngotlar elde edilince, sıra hammadde olarak alet yapımında kullanılmalarına veya yurtdışına pazarlanmalarına gelirdi. Eski Tunç ile Orta Tunç devirlerinde bakır ticareti Suriye-Filistin, Fenike, Babil, Mısır ve Girit ile yapılmaktaydı. Ancak M.Ö XV. Yüzyılın sonlarında, özellikle de daha sonraki 200 yıllık sürede, Miken (Yunan) dünyasıyla yapılan ticarette bir artış olmuştur. Ticaret gemileri olan Fenikeliler ile Suriyeliler, pazarlama işlerini çok iyi biliyorlardı. Nitekim M.Ö 1200 yılına doğru Anadolu’nun güney kıyılarındaki Gelidonya Burnu açıklarında batan bir Suriye gemisinde tamamı Kıbrıs menşeli olan yaklaşık 25 kilogram ağırlığında 40 adet bakır İngot, ziraat aletleri, çift taraflı aletler, yassı baltalar ve saban bulunmuştur. Gemide bulunan Suriye menşeli mühürlere dayanılarak bu geminin Suriye gemisi olduğu belirlemesinde bulunulmuş olmasına karşın, bu kişilerin yıllar önce Kıbrıs’a yerleşen Suriyeliler olmaları da olası görülmektedir.
Kıbrıs’taki bakır endüstrisi ile öküz gönü biçimli bakır ingotların bir de koruyucu tanrısı vardı. Prof. Schaeffer’in Enkomi’deki tapınak kazısı sırasında Kıbrıs menşeli bir ingot üzerinde ayakta duran ve Kıbrıs-Yakındoğu etkilerini taşıyan tunçtan yapılmış erkek bir savaşçı veya ‘İngot tanrısı’ olarak isimlendirilen bir figürin bulunmuştur. M.Ö 1200-1100 yıllarına tarihlenen ve adak amacıyla tapınağa konduğu anlaşılan bu figürinin yanı sıra, üzerinde Kıbrıs-Minos hece yazısı bulunan minyatür İngotlara da rastlanmıştır.
CMC (KIBRIS MADEN ŞİRKETİ)
ABD menşeli olan Kıbrıs Maden şirketi (CMC) Lefke ile yakın çevresinde faaliyette bulunduğu 1913-1974 yılları arasındaki ilk çalışmalarını Skuriotissa yanında bulunan Fugasa Tepesinde başlatır. 1916 yılına kadar Fugasa’daki maden tünellerinin kazılmasının yanı sıra, maden ocağından KSERO’daki (Gemikonağı) limana kadar demir yolu da döşenir. Böylece aynı yıl Fugasa Tepesi’nden maden çıkartılmasına başlanır. 1921 yılında maden ocaklarından sağlanan bakır filizleri Gemikonağı’ndaki portakal ihracatında kullanılan limandan vapurlara yüklenip ihraç edilmekteydi. Bu nedenle bakır filizlerinin ihraç edilmesini kolaylaştırmak amacıyla 1926 yılında Ksero’ya bir liman, bakır filizlerinin işlenmesi için yanına bir fabrika ve işçi evleri yapılır. 1916 yılında işçi sayısı 350 iken, 1937 yılında CMC’nin tüm işletmelerinde çalışan işçi sayısı 2595’ten 5720’ye yükselir. 1931-1938 yılları arasında siyanür kullanılarak altın elde etme çalışmaları sürdürülür. 1939 yılında başlayan II. Dünya savaşında faaliyetlerini kısmen iptal eden şirket, savaş sonrasına rastlayan 1946 yılında Karadağ madenini çalıştırmaya başlar. Ve 1974 yılında faaliyetlerini tamamen durdurur.
CMC, KIBRIS MADEN ŞİRKETİ EVLERİ
Maden ocaklarındaki çalışma verimliliğinin artırılabilmesi amacıyla çalışma alanlarının yanlarına bir dizi işçi evinin yapılması gerekmekteydi. Bu nedenle 1922 yılından itibaren Skuriotissa ve Karadağ’a işçi evleri inşa edilmeye başlanır. 1924 yılında işçileri kırıp geçiren sıtma (Malarya) hastalığı üretimi düşürdüğünden, bataklıkları kurutmak için kıyı boyunca efkalipto ağaçları ekilirken, Pendaya’ya (Yeşilyurt) da bir hastane yapılır. Ksero’daki işçi evleri 1926 yılında yapılır. 1928 yılında Karadağ’a (Mavrovouni) ikinci bir işçi köyü kurulur. Ksero, Skuriotissa ve Karadağ’daki işçi evleri 1942 yılında Kuzey Afrika’da çarpışan İngiliz askerlerinin dinlenme kampı olarak kullanılır. II. Dünya savaşında Alman işgalinden kaçan birçok Yunanlı da CMC tesislerinde misafir edilir.
CMC evleri yapılırken çalışanların mevkileri ile evli olup olmadıkları dikkate alınmıştır. Bu nedenle bekâr işçi evleri, evli işçi evleri, ustabaşı (formen) evleri ve mühendis evleri olmak üzere dört ayrı konut tipi belirlenmiştir. Bir yatak ile bir mutfak odası olan bekârlara ait işçi evleri 20-30 metre kare ebadındadır. Mutfak teknesi banyo amacıyla da kullanılmaktaydı. Küçük olan bahçede 2-3 evin ortak kullanımında bir tuvalet ile bir çeşme bulunmaktadır. Evli işçiler için ayrık nizamda yapılan işçi evleri 40-50 metre kare ebadında olup, 2 yatak odası ve 1 mutfağı vardır. Avluda bir tuvalet ve bir de çeşme bulunmaktadır. Ustabaşı evlerinin cepheleri verandalıdır. İki yatak odası ve bir mutfağı olan bu evlerde, tuvalet ile çeşme avludadır. İşçi evlerine nazaran daha büyük olan arka bahçede tek odalı bir ev daha vardır. Mühendislere ait olan evler bahçe içinde yer almakta olup villa tipindedir. Evlerin içinde oturma odası, salon, 3 yatak odası, banyo, tuvalet, mutfak ve çeşme bulunmaktadır. Arka bahçede 2-3 odalı bir hizmetçi evi de bulunmaktadır.
SON SÖZ
CMC’nin faaliyette bulunduğu 1913 - 1974 yılları arasında Lefke ile yakın çevresinin ekonomisine önemli katkı sağlarken, sosyal yaşama da bir canlılık getirdiği genellikle kabul edilmektedir. Ancak “Lefke Çevre ve Tanıtma Derneği” sitesinde Kıbrıs Maden Şirketi (CMC) ile ilgili olarak verilen bilgileri de aktarıp yazımızı bu şekilde sonlandırmış olalım: “1974 yılında CMC’nin kapatılması sonucunda geride kalan 10 milyon (veya 30.000TB ) tonluk maden atığının çevreye verdiği ve vermeye devam ettiği zarar ciddi boyutlardadır. Bölgenin ekolojik yapısı bozuldu, suyu içilemez bir duruma geldi. Kirlilik deniz canlılarını etkiledi. Maden tozundan meyve ağaçları zarar gördü. Gemikonağı içerisinde hurda olarak duran demir yığınları ve tepeler oluşturan maden atıkları, insan sağlığı ile çevreye verdiği zararın yanında çirkin bir görüntü oluşturmakta ve doğal güzelliği bozmaktadır”.