1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Kıbrıs’ta Barış Engellenemez! Bu Böyle Sürmez!
Kıbrıs’ta Barış Engellenemez! Bu Böyle Sürmez!

Kıbrıs’ta Barış Engellenemez! Bu Böyle Sürmez!

Kıbrıs’ta Barış Engellenemez! Bu Böyle Sürmez!

A+A-


Mertkan HAMİT
[email protected]

Birkaç gündür sosyal medyada inisiyatif sahibi kişilerin, Kıbrıs tarihinde neredeyse tüm sosyal hareketlerin ortak sloganlarından biri olan Kıbrıs’ta Barış Engellenemez’i kişisel iletilerinde paylaşarak mini bir protesto eylemi gerçekleştirdiklerine tanık oldum. Paylaşımı yapan kişilere bakınca, farklı ideolojik duruş ve sınıfsal özelliklere sahip olmalarına rağmen bu kişilerin ‘ortak iyide’ buluştuklarına kanaat getirdiklerini söyleyebilirim. Bu noktadan hareketle bu yazıyla bahsi geçen sloganın söylemsel düzeyde analizi ile adadaki barış süreci üzerine bir tartışma yapmayı hedefliyorum.
Öncelikle bahsi geçen Kıbrıs’ta Barış Engellenemez söylemini incelediğimizde bunun son derece yalın bir talebi temsil ettiğini iddia edebiliriz. Üstelik bu söylemin bir diğer önemli yanı, -ve benim için en önemli boyutu- buradaki haykırışın ‘Kıbrıs’ta Barış, ne pahasına olursa olsun Barış’ biçiminde bir duruşu yansıtıyor olması. Bu bakış açısına göre Kıbrıs’ta Barış Engellenemez hem son derece evrensel, hem de vicdan muhasebesinde artık bırakmayacak kadar saf bir talebi temsil etmektedir. Bu noktada yerel koşulların getirdiği adaletsizliğe karşı, tam da bunun merkezinden hareketle evrensel bir hakkaniyet talebinin temsili olan bu söylemin, Annan Planı ile bir kopuş geçirdiğini de söyleyebiliriz.
Kopuştan ne kast ettiğimi detaylandırmak için yakın tarihe bakmamız son derece önemlidir. Yakın tarihimizde belirleyici olaylardan birincisi, 2003 yılındaki genel seçimlerde Kıbrıslı Türk toplumunun büyük bir bölümünün oylarını çözümü destekleyen partiler yönünde kullanmasıdır. Çözüm iradesininin iktidara taşınması, çözüme dair umutların artmasına neden olmuştur.
Bir diğeri de Kuzey Kıbrıs’ta 2003 seçiminin ardından, 2004 yılında yapılan Kıbrıs sorununa bütünlüklü bir çözüm öneren Annan Planı referandumudur. Referanduma sunulan planın Kıbrıs Rum toplumu tarafından reddedilmesi ise Kıbrıs Sorunu’nun çözüme ulaşmasını engellemiş aynı zaman da da toplumsal hareketin pivot noktasına da kalıcı bir darbe indirilmiştir.
Bu süreç içinde meydandaki kitlelerin talebi olan Kıbrıs’ta Barış isteği, kristalize olarak müzakereleri toplum lideri sıfatıyla sürdürecek olan ve ardından KKTC’nin Cumhurbaşkanı olarak seçilen Mehmet Ali Talat’ın tekeline geçti. Bu noktadan sonra artık Kıbrıs’ta Çözüm halk iradesi olmasının yanında bir de ulusal politika haline de gelmiştir. Toplumsal bir talebin ulusal politikaya geleneksel devlet aklıyla entegre olması ise, bu talebin sürekliliğine gölge düşürdü.
Müzakereci Talat’ın müzakereler açısından neredeyse temassız bir biçimde ilerlettiği Papadapoulos dönemi ardından, Kıbrıslı Rum toplumu Talat’ın muadili olarak Hristofiyas’ı başkan olarak seçti. Hristofiyas ve Talat sürdürdükleri toplantılarda, muhtemelen mevcut iktidar ilişkilerine boyun eğip müzakere edilerek soruna son vermenin başarılacağına inanmaları, söylemlerinin bir anda Kıbrıs’ta Barış Engellenemez AMA haline dönüşmesine neden oldu. AMA’lar ve EĞER’ler süreç içinde o kadar arttı ki, iki tarafın da her ne pahasına olursa olsun çözüm vizyonu gün geçtikçe daraldı. Toplumsal hareket dinamizmini yitiren bu talebin devlet aklıyla harmanlanmış olması, diğer taraftan da toplumlararası kapsamlı müzakerelerin çözüme giden tek yol olması, sadece bu araçlarla çözüme ulaşılacağına inananları ağırlığıyla ezmektedir. 
Çözüm ve AB süreci olarak tanımlanan, fakat temelde toplumsal muhalefetin Kıbrıs’ta Barış Engellenemez sloganı merkezinde adaletsizliğe karşı direnişe geçtiği sürecin zaman içinde zayıflaması, çözümün yönetici sınıfın değişmesiyle mümkün olacağına dair kabülden ortaya çıkan bir strateji hatası olduğunu gösterir. Çünkü, dinamiklerin değişmesiyle birlikte, toplumsal ve politik bir dönüşümün sağlanması için gerekli olan sadece isimlerin değil anlayışın, normların ve tutumların değişmesi ile gerçekleşebileceği o dönem süresince liderlik yapanlar tarafından azımsanmıştır.
Bu yazıda ikinci amacım da Kıbrıs’taki çözüm çabalarına gözden geçirmektir. Olaya üst politikadan bakarken, tıkanıklıkların anlayış biçimindeki değişim ihtiyacını da gösterdiği ortadadır. Bu noktadan hareketle, tartışmanın başlangıç noktasını 1974 yılında Türkiye’nin garanti ve ittifak anlaşmaları uyarınca askeri müdahale gerçekleştirilmesi ve ardından anayasal nizamı yeniden oluşturmak adına Kıbrıs adasının %36’sına denk gelecek bir bölümü istila ettiği gün olarak belirliyorum. Bu noktadan hareketle, o günden bugüne kadar yürütülen müzakereleri ele alırken, var olan ‘Bütünlüklü Çözüm’ söylemini tanrı buyruğuymuşçasına savunanlara niyetin sürece tapınma değil, süreçten bir sonuç çıkarma olduğunu yeniden hatırlatmayı hedefliyorum. 
İlginç bir biçimde, son günlerde çözüm yöntemine ait tartışma yeni ortaya çıkmış bir mesele gibi algılanıyor. Oysa ki, 1974’den beridir taraflar arası yöntem konusunda bir ayrışma söz konusu. Bu ayrışmanın çeşitli nedenleri olabilir fakat iki taraf içinde resmi ideolojik duruş bunun temel belirleyicisi oluyor.
Türk tarafı 1974 yılından bugüne kadar kapsamlı çözümü savunurken, Elen tarafı parçalı çözümü tercih ediyor. Türk tarafının yöntem olarak kapsamlı çözüm tutumu pazarlık konusunda taviz verirken, karşılığında kazançları da garantiye almak, böylelikle oluşturulan yeni yapının belli esnemelere rağmen korunmasını hedeflemektedir. ‘Tüm konularda anlaşmadan, hiçbir konuda anlaşılmamıştır’ tutumu Türk tarafı için sürer durumun ötelenmesi, bölünmüşlüğün kalıcılaşması için de olanak sağlayacak bir süreci temsil etmekteydi. Elen tarafının parçalı çözüme yönelik talebi ise, bozulan statükonun bir an evvel yeniden inşaa edilmesine yönelik bir talebi barındırır. Erken olmasının kendilerine kazanç sağlayacağından hareketle, 1974 sonrası oluşturulan durumu engelleyecek dinamik bir arayışı da içselleştirir. 
Bu pozisyonların algısında BM’nin gözünden Kıbrıs Sorunu çözüm süreçlerinde uygulanan yöntemleri de beş ana döneme ayırabiliriz.
• 1974-1983 - parçalı çözüm süreci
• 1984 – 1992 - kapsamlı çözüm süreci
• İki yöntemdeki başarısızlıkların ardından 1992 – 1999 güven arttırıcı önlemler dönemi
• Avrupa Birliği üyeliği kapsamında 1999 – 2004 Annan Planı kapsamlı çözüm süreci
• 2004 – 2013 Kapsamlı çözüm için müzakere süreci

Bu noktada 1974  - 1983 parçalı çözüm süreci boyunca önce Denktaş ve Makarios, ardından da  Denktaş ve Kypriannou liderliğinde görüşmeler gerçekleşir. Makarios ve Denktaş arasında 1975 – 1976 yıllarında gerçekleşen Viyana Görüşmeleri ile nüfus mübadelesi üzerinde anlaşılır. 27 Ocak -12 Şubat 1977 Liderler Zirvesinde federasyon ve oluşacak federasyonun özellikleri üzerinde anlaşılır. 18-19 Mayıs 1979 Denktaş Kypriyanou zirvesinde ise 10 maddede daha anlaşma sağlanır. Bu madddeler arasında müzakere yöntemleri yanında, taraflarca Maraş’ın durumunun kapsamlı çözümden önce de sonuca ulaşmasının mümkün olduğu kabul edilir. Dönemin BM Genel Sekreteri Kurt Waldheim girişimleri ile ara anlaşma imzalanmasına yönelik girişimler yapılır. Kypriannou’nun çözüme yönelik gönülsüz olması, ardından da KKTC’nin ilanıyla Denktaş’ın konfederasyon tezini doğrudan sorgulamasıyla süreç dinamitlenir.
Yeni bir sürecin yeniden oluşması için BM bu sefer strateji değişikliğine giderek parçalı çözüm yerine kapsamlı önerilerle çözüme ulaşmayı hedefler. 1984 – 1986 arasında De Cuellar belgesi bu döneme damgasını vurur. Türk tarafı temelde bu belgeyi kabul etmesine rağmen, Kipriannou’nun Papandreou ile istişaresi sonrasında plan boşa gider. İkinci bir girişimle Gali Fikirler Dizisi ortaya çıkar. Bu sefer Denktaş uzlaşmaz bir tutum sergiler ve bu girişim de boşa gider. Kapsamlı çözüm girişimlerinin başarısız olmasının ardından temelde toplumlararası bir güven problemi olduğu kabul edilerek temel konulara yönelik 15 maddelik güven arttırıcı önlemler paketi gündeme gelir. 1992’den 1994’e kadar masada olan bu paket çözüm niyetine yönelik kitleselleşmenin yaygınlaşmasına yönelik bir kaygı taşımaktaydı. İki toplumlu eğitim, ortak kültürel aktiviteler, basın mensuplarına yönelik düzenlemeler, ticaret odaları arasında ilişkilerin düzenlenmesi, sağlık ve çevre konusunda işbirliği, Maraş’ın açılması, Lefkoşa havalanının hizmete girmesi, toplum liderlerinin temaslarının arttırılması gibi konular öne sürülür.
Denktaş, Maraş’ın Demokratias caddesine kadar olan bölümünün BM’ye iade edilebileceğini ama Güven Arttırıcı Önlem paketinin kabul edilmesi için Kıbrıslı Türklere yönelik tüm ambargoların ortadan kaldırılması şartını öne koyar.(1) Fakat 1994 yılında, Hakkı Atun hükümeti döneminde Mağusa Limanı mühürü KKTC mühürüyle değiştirilmesi kararı alınır. Karar alındığı dönemde konunun birinci dereceden sorumlusu olan Ulaştırma Bakanı Ahmet Kaşif’in, karar alındıktan yaklaşık 20 yıl sonra Özkan Yorgancıoğlu hükümetinde yeniden Ulaştırma Bakanı olması ise Kıbrıslı Türk siyaseti açısından manidar bir durumu teşkil etmektedir.
Avrupa Adalet Divanı KKTC ürünlerinin Birleşik Krallık pazarına girmesini yasaklarken bu karar Denktaş’ın milliyetçi propogandaları için uygun bir zemin yaratır.(2) Denktaş, Kıbrıslı Türklerin ayrı egemenliğini iddia ederek konfederasyon tezini dile getirmeye başlar. Bu bundan sonraki süreçleri zora sokarken, 1999 yılına kadar anlamlı bir ilerlemenin kaydedilmemiş olmasına neden olur.
1999 yılında BM’nin yeni bir girişim başlatması ile Annan Planı gündeme gelir. Bu dönemden 2004 yılına kadar Annan Planı ekseninde kapsamlı bir çözüm arayışı başlar ama malum referandum sonrası süreç sona erer. Annan Planı sonrası BM yeni inisiyatif alarak toplumların bu konudaki farklılaşmasının üstesinden gelmeye yönelik girişimde bulunmaması ise 2004 sonrası süreçte BM’nin en büyük eksikliği olarak görülebilir. İkinci büyük problem ise BM’nin bundan sonraki çözüm sürecini sadece liderler arası müzakerelere dayanan bir yöntemle sağlanacağına indirgemiş olmasıdır.
Toplumdaki çeşitli katmanların Annan Planı ardından rehabilite edilmemiş olması, 2005 yılında çözümü getirecek olan başkan olarak görülen Talat’a olan inancı elle tutulur bir sonuca ulaşamamış olmasından ötürü azaltmış ve de toplumdaki çözüm niyetinde soru işaretleri oluşmasına neden olmuştur. Benzeri bir süreç Hristofiyas için de gerçekleşmiş, o da görev süresinin tamamlanmasının ardından seçimlerde aday dahi olamayarak Kıbrıs sorunun çözümüne dair beklentileri karşılayamamıştır.
Çözüme yönelik taban ve yüksek siyasetteki farklılık bugün daha net bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Kıbrıs’ta Barış Engellenemez, yani ne olursa olsun her şartta barış diyen bir taban hala daha olduğu yerde duruyor. Taban bu konuda o kadar açık yüreklidir ki, ara çözüm yöntemleri, parçalı çözüm, güven arttırıcı önlemler gibi çeşitli uygulamaları da devreye sokarak bir an evvel Kıbrıs Sorunu’nun ortadan kalkmasını talep ederken, mevcut sürer durumun artık sona ermesini talep ediyor. Ekonomik krizin etkisindeki Kıbrıslı Rum toplumunun da bu konuda alternatif arayışında olduğundan geleneksel bakış açısının ötesindeki yöntemler konusunda daha hevesli olduklarını söyleyebiliriz.
Liderler seviyesinde uygulanan politikada ise hala daha kapsamlı çözüm tek alternatif olarak görülmektedir. Oysa, yukarıda aktarıldığı gibi liderler 39 yıl boyunca yapılan görüşmelerde farklı yöntemleri belirleyerek hareket etmiş ve 39 yıllık müzakere tarihimizde, 1974’ün acılarının en yoğun olduğu dönemde dahi toplumlar parçalı çözüm önerilerinde karşılıklı anlaşmalara varılmıştır.
Bu noktada insan sormadan edemiyor: ‘39 yıllık müzakere tarihinde karşılıklı olarak sağlanan tüm anlaşmalar, kapsamlı çözüme yönelik parçalı anlaşma modeli ile gerçekleştiğine göre, bugün çözüm iradesine sahip olduğu iddia edenlerin, kapsamlı çözüme yönelik parçalı anlaşma modeli yönteminin anlaşmazlık getireceğine dair inanışın nedeni hangi somut nedene dayanmaktadır ?’

Referanslar
(1) Sozen, Ahmet. "The Cyprus Negotiations and the Basic Parameters: An Overview of the Inter-communal Negotiations." The Cyprus Conflict: Looking Ahead. Famagusta: EMU Printing House, 2008. 71-95.
(2) Case C-432/92 the Queen v. Minister of Agriculture, Fisheries and Food, ex parte S.P.Anastasiou (Pissouri) Ltd. And Others, ECR 1994, I-03087, http://curia.europa.eu/juris/showPdf.jsf?text=&docid=98819&pageIndex=0&doclang=en&mode=lst&dir=&occ=first&part=1&cid=6945112 (Accessed on 16 September 2013).

Bu haber toplam 1915 defa okunmuştur
Gaile 232. Sayısı

Gaile 232. Sayısı