Kıbrıs’ta barış için iki toplum liderine çağrı
İki Toplumlu Barış İnsiyatifi’nin basın toplantısında Muratağa katliamında yakın ailesinden 36 kişiyi kaybeden Hüseyin Rüstem Akansoy konuştu:
“Her iki tarafta da bu suçları sözde milliyetçilik adına işleyen katilleri asla unutmayacağız… İki liderden, barışın ortak ülkemizde yeniden egemen olması için ellerinden gelenin fazlasını yapmalarını istiyor ve bekliyoruz…”
Kıbrıs’ın kuzeyinden ve güneyinden 75 sivil toplum örgütü adına geçtiğimiz günlerde Lefkoşa’da ara bölgede Dayanışma Evi’nde bir basın toplantısı düzenlenerek, Kıbrıs’ta barış için iki toplum liderine çağrıda bulunmuşlardı.
İki Toplumlu Barış İnsiyatifi tarafından organize edilen ve son 60 yıl içerisinde gerek iki toplumlu çatışmalarda, gerekse savaşta öldürülen masum kurbanları anarak barış için mücadele etmeye söz vermek üzere düzenlenen bu anlamlı etkinlikte, İki Toplumlu Kayıp Yakınları ve Savaş Mağdurları örgütü BİRLİKTE BAŞARABİLİRİZ’den Hristos Eftimiu ve Hüseyin Rüstem Akansoy da hazır bulunmuştu. Aslen Muratağalı (Maratha) olan ve ailesinden iki kızkardeş, iki erkek kardeş, annesi ve yakın akrabalarından toplam 36 kişiyi Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamında kaybetmiş olan Hüseyin Rüstem Akansoy, bir konuşma yapmıştı. Hüseyin Rüstem Akansoy, bu toplantıda, barış çağrısında şöyle dedi:
“Bugün burada 60 yıldan bu yana süregelen acı geçmişimizi ve bize Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürklere çoğu zaman etnisite farkı gözetmeden bu acıyı yaşatanları unutmadığımızı, unutmayacağımızı bir kez daha hatırlatmak üzere bir araya gelmiş bulunuyoruz.
Bizler 1958’lerden bu yana Kıbrısımızın en karanlık, en acı verici yüzüne tanık olmuş ve buna maruz kalmış ‘Kayıp Yakınları ve Savaş Kurbanları’ olarak tüm bu yaşananların ülkemizin değişmez kaderi olduğuna, yada bundan kaçınılamayacağına inanmıyoruz. Bizlere kader olarak dayatılmaya çalışılan ve bizleri buna alışmaya ve bununla yaşamaya zorlayan tüm güçlere karşı, en yüksek sesimizle haykırmak istiyoruz, ‘Hayır’, bu güzel ülkede tüm bu yaşananları kabul etmiyoruz, bunların yeniden yaşanmasına asla izin vermemek için her türlü mücadeleyi sürdüreceğiz ve geçmişte yaşadıklarımızı ve bunların yaşanmasına sebep olanları asla unutmayacağız. Tüm bu suçları sözde milliyetçilik adına işleyen TMT ve EOKA B katillerini asla unutmayacağız.
Günümüzde yeniden işitmekte olduğumuz savaş tamtamları tüm Kıbrıs toplumları adına bizleri derin üzüntülere ve korkulara sürüklemekte olduğunun duyulmasını ve bilinmesini istiyoruz. Her iki toplum liderinin çok acil olarak, Kıbrıs sorununun çözümünde yaşanmakta olan bu durgunluğa son vermeleri için, yeni acıların yaşanmasının önüne geçilmesi için bir antlaşma ile ülkemizin yeniden birleştirilmesi önündeki tüm engelleri kaldırmalarını, huzurun ve barışın ortak ülkemizde yeniden egemen olması için ellerinden gelenin fazlasını yapmalarını istiyor ve bekliyoruz. Mesajımız budur."
(18 Temmuz 2019)
BASINDAN GÜNCEL…
Kıbrıs’taki olayları NATO talimnamelerine veya özel harp psikolojik savaş yöntemlerine göre yorumlamak -20-
“Özel Harp Dairesi, yeni bir örgütlenme modeliyle ortaya çıkar…”
Ulus IRKAD
1980 sonrasında Kürt sorununun gün yüzüne çıkmasıyla etkisini Kıbrıs’ta da göreceğimiz yeni bir askeri örgütlenme modeli Türkiye’de de ortaya çıkar. Düşük Yoğunluklu Savaş diyeceğimiz bu yenilenme Türkiye’de de acımasız bir iç savaş başlangıcıdır aslında. Bu savaşı gerek Kürtlere ve gerekse Türk demokrat ve solcularına karşı vermeye çalışır devlet. Aynen “Özel Harp”da olduğu gibi gene her şey mubahtır.
Bölge Emniyet Koordinasyon Merkezi diye adlandırılan yeni bir komuta merkezi bu tip bir savaşı örgütlemektedir: “Ayaklanmaya karşı koyma harekatının koordine edildiği muhtelif idari seviyedeki mürekkep bir karargah anlamına gelir. Askeri, politik, polis ve askeri olmayan personelle hükümet kısımlarının temsilcilerini ihtiva eder (Komando ve Özel Harp Muhtırası, “Özel Harple ilgili Yeni Terimler”). “Askeri, politik, polis, hükümet kısımlarının temsilcilerini” kapsayan “kurulların” Türkiye’nin tüm iktidar erklerini kontrol ettiği gerçekliği, kontrgerilla hukuku-gizli devlet diyalektiği ekseninde büyük bir açıklığa işaret ediyor” (Parlar, 1997, 109).
ABD de Bu Benzer Örgütlenme Modelini Destekler
ABD dışında Amerikan istihbaratının da 1980’lerden sonra dış ülkelerde örgütlendiği bilinmektedir. Bunlar, Gladio örgütlerinin koordinasyonunu sağlayan, Brüksel’deki Allied Coordination Committee (Müttefik Eşgüdüm Komitesi), diğeri de Almanya Oberammagua’daki ABD 20-Özel Kuvvetler Komutanlığı… Almanya’daki komutanlık bünyesinde “Ayaklanmalara karşı koyma okulu” ile “İstihbarat okulu” bulunuyor. Almanya da bu dönemde özel savaş birlikleri oluşturmuştur. “25. Hava bindirme Tugayı bünyesinde 1000 kişilik özel kuvvet üniteleri örgütleniyor. Bu kapsamda üç özel bölük uzun zamandır eğitim görüyor. Verilen özel savaş eğitiminde, İngiliz Özel Hava Servisi ve GSG-9 özel operasyon ünitelerinden yararlanıyor”(Parlar, 1997, 156).
Bu Örgütlenme Modelinin Kürt Sorununda Kullanılması
Türkiye’de Kürt Sorunu ortaya çıkınca benzer örgütlenme modeli Türkiye’de de etkinlik kazanır. Bu Düşük Yoğunluklu Savaş Modeli’nde çeşitli muhaliflerin baskıyla susturulması için küçük hücreler oluşturulur. Kıbrıs’ta ve Türkiye’de muhalif partilerin susturulmaları için faaliyetlerin başladığı dönem de bu dönemdir.
“Türkiye’de DYÇ (Düşük Yoğunluklu Savaş, u.ı.) konseptine uygun yapılanmalar oluşturulmuştur. Bu yapılanmalar “bölgede” devreye sokulmuş, ABD’li özel savaş uzmanlarından yararlanılmıştır. Bu “uzmanlar” olağanüstü yetkilerle donatılmış ve deşifre edilmemiştir” (Parlar, 1997, 157).
SİVİL SAVUNMA ÖRGÜTLENMESİ ÖNEM KAZANIYOR
Sivil Savunma birlikleri kapsamında yaygın bir örgütlenmeye gidilemiyor belki ama “sivil savunma uzmanlıkları” diye bir uzmanlık türü ortaya çıkıyor. Bu uzmanlık türü MHP kadroları ile “emekli subaylardan” oluşuyor. “Bu arada, kontrgerilla hukuku önemli bir ilke belirlemiştir: “Mümkün olan her seviyede mesuliyet sivillerin elinde bulundurulmalıdır. Eğer itimada şayan sivil kimselerin mevcudiyeti gayet az ise, bu takdirde bu boşluklar sivil gibi hareket edecek olan askeri şahıslarla doldurulmasına kimse mani olamaz” (Galula, a.g.e., s.76). “Sivil gibi hareket eden askeri şahıslar” bugün bürokraside, şirketlerde, dış temsilciliklerde, İlim Yayma Cemiyetlerinde, partilerde, üniversitelerde vs. “görevlerine” devam ediyorlar. Kontrgerillanın “mutlak militarizme bağlılık” prensibi gizli, gerçek hukukun anayasal prensibidir” (Parlar, 1997, 114). Bununla ilgili olarak 1 Mayıs 1977 katliamında sorumluluğu tartışılan O.K. adlı komutan sonradan, Yolsuzluklarla Mücadeleden Sorumlu Devlet Bakanı olabilmiştir (Parlar, 1997, 114).
O.K. hakkında bilgiler arasında yıllar öncesine ait bir gazete küpürü de var. “Bu küpüre göre 12 Mart’a doğru koşan günlerde Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde öğrencilerin yakalayıp teşhir ettikleri bir Amerikan ajanının cebinden bir not defteri çıkıyor” (Parlar, 1997, 122). Bu defterin sayfaları arasında O. K.’nin ad ve telefonu yazıyor. Neden nasıl bilinmez…(T. Turhan, Kontrgerilla Cumhuriyeti, sf. 139)” (Parlar, 1997, 122).
“1978 Eylül’ünde “Aydınlık Gazetesi” bu konuyu manşete taşıdı. O.K.’nin 1 Mayıs’ın içinde bulunduğu bir cuntanın içinde bulunduğunu ve burada parmağının olduğu ifade edildi. Orgeneral S. S.’ın Özel Kalem Müdürlüğü’nü yaptığı dönemde O.K. arada bir televizyon konuşmaları yapar, dış düşmanlara karşı etkili olmak için önce içeride temizlik yapılması gerektiğini anlatırdı! O.K. Kıbrıs ve İtalya’da görev yapmış daha sonraları milletvekili seçilerek Bakan da olabilmişti (Parlar, 1997, 122).
O.K., 1977 yılında Özel Harp Dairesi’nin en etkili subaylarından biridir. 1977 yılında darbe planlayan bir Cunta’nın en etkili adamlarından da biridir. O.K.’nin “Özel Harp Dairesi’nin en etkin subaylarından biri olduğu iddiaları oldukça Ordu içerisinde çoğunluğu kurmay albaylardan oluşan on kişilik bir ekibin 1977 ilkbaharında bütün provokasyonların tertipçisi olduğu da uzmanlar tarafından belirtiliyor. Ancak gerek 1 Mayıs 1977 Taksim katliamının Cunta özlemcilerinin umdukları ölçüde “başarılı”olamayışı, gerekse başka etmenler Cuntanın sonunu getiriyor”. Onun haricinde KKK Orgeneral E. ve diğer cunta üyeleri 1977 yılı içerisinde emekliye sevkediliyorlar. Bir tek isim hariç. O.K.… S. S.’ın emekliye ayrılmasından hemen sonra, “kontrgerillanın yuvası” olarak bilinen Kıbrıs’a tayin edilen O.K. burada sağcı bir teorisyen gibi ünleniyor. Daha sonraları bir “kontrgerilla üssü” olarak Kıbrıs’ın önem kazanmasında etkisi tartışılıyor (Gerçek, 12 Aralık 1992). O.K. “emekliye” ayrıldıktan sonra (1994), Y. Holding’e ait bir şirketin ortağı oluyor. Ayrıca Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin yönetim kurulunda görev alıyor. 1991 yılında DYP listesinden TBMM üyeliğine seçilmeden önce Y. Holding’in Ankara temsilciliğini yapıyor. Y. Holding ve K. Holding’den bakan olması için Hükümete “öneri” geliyor. Hükümette yalnızca, yolsuzluklardan değil aynı zamanda Kıbrıs’tan sorumlu devlet bakanı oluyor. Tüm bu özellikler incelenmesi değerli ipuçları sunacak bir tipolojiyi ortaya koyuyor. Ancak en önemlisi Çankaya’da, Özel Harpçiler ekolünün etkin bir konumda bulunmaları. Danışman kadrolarında çok sayıda Özel Harpçi bulunuyor (Parlar, 1997, 123).
Bir Başka Önemli Kıbrıs’ta Görev Yapmış General H.K.
Özel Harpçi Komutanlar 1990’larda değer kazanıyor. Özel Harekat Timlerine ordu tarafından eğitim verilmesi bölgedeki asayiş komutanlarının ÖHD kökenli olması (Özel Harp Dairesi Başkanlarından, Kor. Gen. H. K., 1. Asayiş Komutanlığı görevinde bulundu). Koordinasyon’da ordunun ağırlığı dikkat çekiyor (Parlar, 1997, 177). H.K. Özel Harp Dairesi’nin Kıbrıs Harekatı nedeniyle en hareketli olduğu dönemde, 1973-1977 yılları arasında Atina’da askeri ataşeydi. 1979 yılında da her özel harpçi komutanın ziyaret ettiği yer olan Kıbrıs’taki alayın komutanlığını yaptı. Daha sonrada Tugay Komutanı oldu (Kılıç, 1997, 320). Daha sonraları gene Kıbrıs’ta görev yaptı (Kılıç, 1997, 328).
Esin Kaynakları GESTAPO
“Bu “vatansever muhariplerin” cinayetlerinin örgütsel kaynağı artık biliniyor. Tıpkı esin kaynaklarının, Gestapo’nun “cinayet bölümü” olduğunun bilindiği gibi Gestapo türü cinayet ve eylemler bugün kontrgerilla hukuk geleneğinin temelini teşkil ediyor. Türkiye’de, kontrgerilla aygıtının sivil ve militer ölüm mangaları 60’ların ikinci yarısından itibaren binlerce insanı öldürdüler. Holocoust’un, paramiliter, faşist örgütlenmeleri de bir insanlık mahkemesinde yargılanmalıdır. Ancak bu da yeterli olmayacaktır. Zira, kontrgerillanın çelik çekirdeğini oluşturan MİT, Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı, Emniyet, Jandarma İstihbarat, Özel savaş kadrolarının yanısıra, tüm bürokrasiyi bir gizli devlet örgütlenmesi yaratılmıştır. Türkiye kendi tarihinden akan Teşkilat-ı Mahsusa ile Gladio’nun sentezini gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla insanlık mahkemesi sadece bir başlangıçtır, simgeseldir. Sorun artık bir sistem sorunudur… Enternasyonal faşizmin aygıt, yöntem ve orduları ile saldıran kapitalist enternasyonalin ortadan kaldırılması sorunudur”(Parlar, 1997, 127).
DÜŞÜK YOĞUNLUKLU SAVAŞ
Türkiye 1980’li yılların sonlarında bilhassa 1990’lı yılların başlarında, Soğuk Savaş Konseptinden Düşük Yoğunluklu Savaş Konseptine geçer. Suat Parlar “Kontrgerilla Kıskacında Türkiye” adlı kitabında (1997, 142), bu savaşın tanımlamasını şöyle yapmaktadır:
“Enternasyonal faşizm, strateji doktrin ve kod tanımlarıyla çeşitli savaş türleri geliştirilmiştir. Ayaklanmaları bastırma harekatı, Gayrinizami Harp, Sınırlı Harp, Kontrgerilla Savaşı, Yabancı İç Savunma, Düşük Yoğunluklu Savaş bunlardan bazıları. Bunları özel savaş kapsamında kurumlaştırmak mümkün. “Özel Savaş da bir askeri terim. Ancak bu kavramla, orduların karşı karşıya gelerek yürüttükleri klasik savaştan çok farklısı tanımlanıyor. Askeri boyutun yanısıra siyasi, ekonomik, kültürel ve toplumsal boyutları da olan bir savaş bu”. (Adnan Akfırat, Özel Savaş, Pentagon ve CIA Belgeleriyle, Kaynak Yay., s.15, aktaran Parlar, 1997, 142).
Türkiye bu savaşa Kürt Sorununun başlamasıyla girer. Tabi ki Kıbrıs da bu süreçte payını alacaktır. Türkiye’de bu savaş başlayınca aynı koşullar gereği Kıbrıs’ta da resmi ideoloji dışına çıkanlar önce bombalamalarla cezalandırılacak, daha sonra da Kutlu Adalı Cinayeti’nde olduğu gibi öldürme yoluna gideceklerdir. “Etkili isimler öldürülerek toplumda kaos yaratmak da bir özel harp tekniğiydi. Özel Harp öğretilerinde, ünlü ve toplumda saygın yeri bulunan isimlerin öldürülmesine “seçilmiş hedef” deniliyor” (Kılıç, 2008, 265).
Düşük Yoğunluklu Savaş’ta artık devlet görevlilerinin kirli mafya işleri de deşifre olacaktır ve bu gizli menfaatlar, devlet içinde de bir hesaplaşma kavgasını başlatacaktır. Bir taraftan Kürtlere karşı düşük yoğunlukla savaş sürdürülürken devlet içinde mafya grupları da kendi kendileriyle kara para paylaşımı yüzünden başka bir kavgaya başlayacaklardır. Susurluk Olayı işte bu yüzden patlayacaktır.
KAYNAKÇA
Parlar, S. (1997) Kontrgerilla Kıskacında Türkiye, Bibliotek Yayınları, İstanbul.
Kılıç, E. (2008) Özel Harp Dairesi-Türkiye’nin Gizli Tarihi, Güncel Yayıncılık, İstanbul.
(YENİÇAĞ – Ulus IRKAD – 21.7.2019)