1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Kıbrıs’ta Barış için Yeni bir Yol Haritası
Kıbrıs’ta Barış için Yeni bir Yol Haritası

Kıbrıs’ta Barış için Yeni bir Yol Haritası

Yetmiş yılı devirmesine ramak kalmış “Kıbrıs sorunu”nun çözümü ile ilgili olarak, bugüne kadarki tüm girişimler başarısız olmuştur. Bu başarısızlığın temelinde ne yatmaktadır?

A+A-

 

Levent Köker
[email protected]

 

Başlık biraz iddialı, farkındayım. Yazının ilerleyen paragraflarında neden böyle bir “iddialı” başlık tercih ettiğimi açıklamayı umuyorum. Başlığın ilham kaynağı ise çok daha alçak gönüllü: “Kıbrıs ve Barış için Yol Haritası – Çatışmaya İlişkin Eleştirel Bir Sorgulama”. Avusturalya’daki Diyalog-Küresel Uyumlaşma Merkezi’nin Direktörü ve aynı zamanda La Trobe ve Monash Üniversiteleri mensubu Michális Michael ile Kıbrıs Akademik Diyalog’un Eş-Başkanı ve Doğu Akdeniz Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü profesörü Yücel Vural’ın derledikleri, Cyprus and the Roadmap for Peace-A Critical Interrogation of the Conflict  [1] adlı kitaptan söz ediyorum. Kitap, birçoğu akademik mesleğe mensup yazarların yanı sıra Kıbrıs sorununun müzakeresi sürecinde cumhurbaşkanı ve müzakereci sıfatıyla rol almış politikacıların kaleme aldığı 19 yazıdan meydana geliyor. Yazılar, dört ana bölümde toplanmış. Sırasıyla, “Diyalog Sürecine Kavramsal Yaklaşımlar”, “Yunanistan’ın, Türkiye’nin ve Kıbrıslıların İzledikleri Siyasetler ve Siyasî Süreçler”, “Yeni Roller ve Angajmanlar”, “İkili Strateji Pozisyonlarının Oluşturulması” ve “Diyalog Yoluyla İlerlemek: Birbiriyle Etkileşen Düşünceler ve Tartışmalar”. Bu sonuncu bölümde George Vassiliou, Mehmet Ali Talat, Dimitris Christofias ve Derviş Eroğlu’nun yazıları dikkat çekiyor.

Burada amacım kitabı özetlemek değil. Bu da yapılabilir elbette ama, böyle bir özetleme girişimi kitabın öneminin asıl belirginleştiği noktaların gereğince vurgulanamamasına neden olacaktır. Bir diğer ifadeyle, bu kısa yazıda kitabın şu ân itibariyle “durmuş” gibi görünen Kıbrıs’taki çözüm süreci ile ilgili olarak getirdiği yeni yaklaşımı anlatmakla yetineceğimi belirtmek isterim. Bunu yaparken, kendimce önemli bulduğum bazı noktalarda kitabın getirmek istediği yeni yaklaşımı desteklediğini düşündüğüm hususlara da değineceğim.

Şöyle başlayayım: Yetmiş yılı devirmesine ramak kalmış “Kıbrıs sorunu”nun çözümü ile ilgili olarak, bugüne kadarki tüm girişimler başarısız olmuştur. Bu başarısızlığın temelinde ne yatmaktadır? Michael ile Vural’ın derlediği kitabın ana tezi, başarısızlığın temelini soruna yaklaşım biçimine, daha doğrusu sorunun tespiti ve çözümü ile ilgili “metodoloji”ye bağlamaktadır. Yazarların ifadeleriyle, taraflar arasında bugüne kadar gerçekleştirilen tüm görüşmeler sorunun çözümü için uygun bir zemin yaratamamışsa, “problem acaba metodolojik yaklaşımda” olabilir mi?  Michael ve Vural’a göre, “Annan girişiminin çökmesinden sonra, Kıbrıs barış süreci, metodolojik çerçevesini belirlemek üzere, ‘kapsamlı’ (comprehensive)  bir yaklaşımı benimsemiştir. Kavram olarak ‘kapsamlılık’ (comprehensiveness), tamamlanmışlığı (completeness) ve kapsayıcılığı (inclusiveness)  îmâ ediyor olsa da, barış görüşmelerinin böylesi bir kapsamlılığa sıkı sıkıya tâbi kılınması, çoğu kez ilerleme sağlanmasına, karar alınmasına ve liderlerin etkili olmalarına engel olmuştur.”

O halde, Kıbrıs’ta barış ve kalıcı çözüme giden yol ancak yeni bir metodoloji ile belirlenebilecektir. Dolayısıyla da sorun bu yeni metodolojinin formüle edilmesi ve işlerlik kazanmasıdır.

Barışa Giden Yolda Yeni Metodoloji

 Nedir bu yeni metodoloji? Yeni metodolojinin, her şeyden önce, başarısızlığı kanıtlanmış “kapsamlılık”tan ayrılması gerekmektedir. Hatırlatmak gerekirse, kapsamlılık, iki uçta salınan bir dizi gelgitlerle malûldür. Kıbrıs sorununa çözümün “kapsamlı” olması gerektiği yaklaşımı, (a) “her konuda anlaşma sağlanmadıkça hiçbir konuda anlaşma sağlanmış sayılamaz” düsturu ile (b) “çözümsüzlük çözümdür” diye ifâde edilen -ve özellikle de Türkiye destekli bakış açısında görülen- statükoyu onaylama hedefi arasında salınıp durmaktadır. Dolayısıyla, yeni metodoloji, bu açmazı ortadan kaldırmak üzere, Kıbrıs sorununun çözümünde kapsamlılık hedefinin terk edilmesi ve bunun yerine “bölük pörçük” yahut “parça parça” (piecemeal) çözüm yaklaşımının geçirilmesi gerektiğini kabul etmektedir.

Yeni metodolojinin bir diğer ayırdedici özelliği, nihaî hedef olarak “kapsamlı”, yâni her konuda anlaşma (consensus) sağlamaya yönelik bir müzakere süreci yerine, toplumlararası ilişkileri “agonistik diyalog” kavramı aracılığıyla anlamaya ve gerçekleştirmeye yönelmek istemesidir. “Agonistik diyalog,” Kıbrıs gibi, derin ve şiddetli bir çatışmanın yaşanmasından sonra ortaya çıkan çözüm süreçlerinde, “(1) yerleşik stereotiplerin ve yanlış anlayışların yıkılmasını, (2) tarafların birbirlerinin bakış açılarını anlamalarını sağlamayı, (3) iki toplumun mensupları arasında karşılıklı güvenin tesis edilmesini” amaçlamaktadır.

Böylelikle, agonistik diyalog, Kıbrıs sorununda tarafların kapsamlı bir çözüm üzerinde anlaşmak üzere biraraya gelmelerinde bugüne kadar ortaya çıkan ve sürecin neredeyse anlamlı hiçbir ilerleme sağlayamamasına da neden olan usûlün çok temel bir sakıncasını da baştan engellemiş olmaktadır. Nedir bu sakınca? Kapsamlı bir çözüm üzerinde anlaşmak amacıyla sürdürülen görüşmelerde, Kıbrıs sorununun geride bıraktığımız uzun geçmişinde sık sık görüldüğü üzere, belirli konular üzerinde anlaşma sağlandıktan sonra, yeni görüşme konuları ortaya çıkmakta, bunlar üzerinde anlaşma sağlanamayınca da süreç kesilmektedir. Bazen de, süreç devam etmekte ama, hem genel olarak sorunun bütünü ile ilgili olarak ve hem de üzerinde anlaşma sağlanamayan konular hakkında taraflar kendi görüşlerinin tek doğru görüş olduğunu tekrar etmeye başlamakta ve “diyalog”un yerini “bir görüşmeci tarafın ne kadar haklı olduğunu kendine/kendi toplumuna/kendi tarafına tekrarlayıp durması” almaktadır. Agonistik diyalog, bunun aksine, çatışmanın taraflarını,  birbirlerinin itiraz noktalarını anlamak için çaba göstermeye ve ne üzerinde anlaşamadıklarını “gerçekten” anlamaya çağıran bir yaklaşımı ifâde etmektedir.

Yeni Metodolojinin İşlerlik Koşulları

Şimdi üzerinde durulması gereken konu, bu yeni metodolojinin nasıl pratiğe aktarılabileceğidir. Bu konuda, Kıbrıs’ta barışın yeni yol haritasını ortaya koymaya çalışanların temel tercihi “sivil toplum”dur. Bundan anlaşılan da, liderler ve devlet kurumlarının görevlileri arasında gerçekleşen “resmî” (birinci düzey) diplomasinin yanı sıra, toplumların kendi içinde etkili olan şahsiyetleri biraraya getiren ve Kıbrıslı yurttaşların iki toplumlu inisiyatifleriyle açtıkları diyalog alanları ve bunun üzerine inşâ edilen “ikinci ve üçüncü düzey diplomasi” kanallarını etkili kılmaktır.

Bu tercihin temelinde ise, Kıbrıs sorunundaki başarısızlığın ve bugünkü “patlamalara gebe sükûnet” durumunun sebebi olarak, bütün süreçlerin “devlet-merkezli” olarak kavranmış ve yürütülmüş olduğu görüşü yatmaktadır.

Kanımca, Kıbrıs’ta barış için yol haritasını yeniden inşâ etmek isteyen her çabanın hareket noktası da bu can alıcı tespit olmalıdır. Evet, Kıbrıs’ta çözüm ve barış süreci bir türlü başarıya ulaşamamaktadır ve bunun temel sebebi de sürecin “devlet-merkezli” olması, bir diğer deyişle “ulus-devlet” anlayışına dayalı yaklaşımların süreci tahrip edici çarpıtmalarla sürekli olarak yıkmalarıdır. Şöyle açayım:

Bundan kırk beş yıl kadar önce yayımlanmış olan bir kitabında, İngiliz sosyolog Miriam Glucksmann, herhangi bir konuda izlenen metodolojinin, kendi üzerinde bir “teori”ye, “teori”nin de daha üst düzeyde bir “dünya görüşü”ne bağlı olduğunu yazmıştı. Buradan hareketle, Kıbrıs sorununda bugüne kadar izlenen metodolojinin uluslararası ilişkileri “ulus-devletler arası ilişkiler” olarak kavrayan bir “teori”ye, o teorinin de “ulusal egemenlik” kavramını esas alan ve milliyetçi (veya isterseniz, ulusalcı) dünya görüşüne bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Kıbrıs sorununu, bir tarafta “Enosis”, diğer tarafta da “Taksim” olmak üzere, Niyazi Kızılyürek’in önemli eserinin başlığını ödünç alarak söyleyecek olursam, “milliyetçilik kıskacında” çözümsüzlüğe mahkûm eden metodolojiyi çoktan artık terk etmek gerekirdi, bugün bu gereklilik iyiden iyiye kendini hissettirmektedir.

Annan Plânı bu konuda iyi bir örnektir. Hatırlanacağı üzere, Annan Plânı 2003 yılında, yâni Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği’ne tam üyeliğinin gerçekleştiği 1 Mayıs 2004’ten önce, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum toplumlarında referanduma sunulacaktı. O “yapılamayan referandum”un sorusu, Kıbrıs sorununa “kapsamlı çözüm” getiren Annan Plânı’nı, bu planla kurulan “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti”ni ve bu “yeni cumhuriyet”in AB’ye tam üyeliğini onaylayıp onaylamama sorusuydu.

Bu referandum sorusunun hiçbir zaman Kıbrıslıların önüne getirilmediğini bilmekteyiz. Merhum Rauf R. Denktaş’ın Mart 2003’te bu referandumu reddetmesinden ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB üyeliğinin 1 Mayıs 2004’te gerçekleşeceğinin kesinleşmesinden sonra, sâdece Annan Plânı’nın onaylanması ile ilgili yapılan referandumda ise, Kıbrıslı Rumların ağırlıklı olarak red oyu verdiklerini de bilmekteyiz. Gerek birinci referandumun gerçekleşmemesinde, gerek Nisan 2004 referandumunda Annan Plânı’nın reddedilmesinde, başlıca faktör, her biri kendi “milliyetçi” ideolojisine bağlı, ulus-devlet mantığına göre işleyen bir siyasî kampanya sürecinin etkili olduğu ise açıktır. Yine bunun kadar açık olan bir husus ise, özellikle Kıbrıslı Türk tarafının büyük çoğunlukla Annan Plânı’na “evet” demesinde gözlenmiştir: Kıbrıslı Türkler, bu barış sürecinde, ulus-devlet mantığını aşan bir sivil inisiyatif ortaya koymuşlardır.

Bu bağlamda, Kıbrıs – Barış için Yol Haritası’nın üzerinde durduğu yeni metodolojinin temel dayanakları da bu süreçte belirginleşmiştir diyebiliriz. Belirtmek gerekir ki, Annan Plânı sürecinin aktive ettiği Kıbrıslı iki toplumlu yurttaş inisiyatiflerinin geliştirilerek, parça parça çözüm yönünde yeni bir barış yolunun döşenmesi hiç de yabana atılacak bir ihtimal değildir.

Engeller ve Barışa Giden Yeni Yol

Kuşkusuz, yukarıda ana hatlarıyla özetlemeye çalıştığım yaklaşımın önünde çeşitli düzeylerde karşılaşılacak olan engeller bulunmaktadır.

En başta, barış sürecinin, esas olarak ve her şeye rağmen “resmî diplomasi” aracılığıyla yürütülecek olması bir “engel” gibi durmaktadır. Çünkü, bu “birinci düzey” diplomasiye, “resmî” sıfatını veren ulus-devletler ve onların “devlet olarak çıkarları” ve bu çıkarların belirlediği “devlet aklı” (reason of state) hâkim olmaktadır. Sonuçta, “agonistik diyalog” temelinde oluşacak yurttaş inisiyatiflerinin etkileyerek dönüştürmesi gereken bir süreçten söz etmekteyiz ve bunun kolay bir iş olmadığı açıktır. Buna karşılık, zor da olsa, yurttaşların mensubu bulundukları devletlerin resmî kanallarını, özellikle de müzakere eden lider kadrolarını, “ulus-devlet çıkarına endeksli çatışmacı” pozisyonlardan “yurttaşların çıkarlarını önceleyen, barışa yönelik uzlaşmacı inisiyatif” almaya mecbur bırakmaları mümkündür.

Böyle bir imkânın gerçekleştirilebilmesinin ön koşullarından biri, başta söylediğimiz üzere, Kıbrıs sorunun “kapsamlı çözümü” yaklaşımının bir kenara bırakılması, daha doğrusu süreci olumsuz anlamda engelleyici bir ideolojik çerçeve oluşturmasının engellenmesidir. Bunun için de, “kapsamlı çözüm” denilen yaklaşımın ulus-devlet mantığının bir uzantısı niteliğinde olduğunu ve bu yolla barışa varılamayacağını göstermek gerekmektedir ki, elimizdeki çok değerli kitapta buna dâir yeterli malzeme mevcuttur.

Bir nokta gâyet açıktır: Kıbrıs, bugün AB mensubudur. AB, bugünkü hâliyle, bir federasyon olmadığı gibi, ulus-devletlerarası işbirliğine dayanan “konfederal” bir örgütlenme niteliğinde olmayan, “ulus-üstü” özel bir yeni oluşumdur. Yükseldiği gözlenen milliyetçi, ırkçı, popülist ve faşizan tüm hareketlere rağmen, AB’nin ulus-üstü yapısının daha yurttaş temelli demokratik bir yeni siyasî yapılanmaya doğru evrilmesi ihtimal dâhilindedir. Bu ihtimal, Kıbrıs’ta barışın yolunu yeniden, ulus-devlet aklının belirlemediği, dolayısıyla milliyetçi olmayan bir metodoloji ile açabilme yönünde cesâret verici olduğu kadar, AB’nin geleceği üzerinde küçük de olsa olumlu bir etki yapma potansiyelini dahi barındırmaktadır.

Son ve önemli bir sorun, Kıbrıs sorununun ağırlıklı taraflarından olan Türkiye’nin, Avrupa ile arasındaki mesâfeyi anlaşılmaz bir biçimde büyütme yönünde kararlı davranışlarını sürdürebilip sürdüremeyeceğidir. Kıbrıs’ta açılacak bir yeni barış yolu, bu anlamda, Türkiye’yi yeniden Avrupa yönüne doğru çekebilecek olumlu bir etki yapabilir mi? Sorunun cevabı, Kıbrıs’ta barışa giden yeni yolu inşâ edebilip edemeyeceğimize bağlıdır ve bu nedenle de bir hayli iddialı bir girişimi anlatmaktadır.              


Kaynakça

[1]. Michális Michael ve Yücel Vural, eds., Cyprus and the Roadmap for Peace-A Critical Interrogation of the Conflict, Cheltenham, UK, Northhampton, MA, USA: Edward Elgar, 2018.

Bu haber toplam 2245 defa okunmuştur
Gaile 460. Sayısı

Gaile 460. Sayısı