1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. “Kıbrıs’ta barış mümkündür”
“Kıbrıs’ta barış mümkündür”

“Kıbrıs’ta barış mümkündür”

“Kıbrıs’ta barış mümkündür”

A+A-

DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu’yla sol hareketi, sendikacılığı, 1 Mayıs’ları, Kıbrıs’ı konuştuk
 

Simge Çerkezoğlu

DİSK’in yönetim kademesindeki ilk kadın Arzu Çerkezoğlu, bir doktor. Hiçbir karşılık almaksızın üniversite yıllarından bu yana verdiği sendikal mücadeleye devam ediyor.  Öte yandan mesleğini icra etmeye ve hayatını idame ettirmeye de çalışıyor. İşi zor, hem de çok zor ama yılmıyor.
Başkaları ne derse desin, o Türkiye tarihinin en büyük halk ve işçi hareketlerinin yaşandığı dönemlerden geçildiğini söylüyor. Tam da bu sebeple geleceğe çok daha umutla bakıyor. Güzel günlerin geleceğine inanıyor. Bir yılı aşkın bir süredir de DİSK’in Genel Sekreterlik görevini yürütüyor. Eleştiriliyor hatta zaman zaman hedef dahi gösteriliyor ama yine yılmıyor.  Onun için mücadele her gün yeniden başlıyor.


TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK İŞÇİ DİRENİŞİ VE GÜNÜMÜZ

Öncelikle içinde bulunduğumuz günlerde tam da 44. yıl dönümü olacak olan 15-16 Haziran Direnişi’nden bahsedebilir miyiz?
15-16 Haziran 1970 Direnişi aslında Türkiye’de işçi sınıfı hareketlerinin köşe taşlarından bir tanesi. Bundan kırk dört yıl önce işçiler büyük direniş gösterdi. Bunun nedenine ve içinden geçen konjonktüre bakmam lazım. O dönem hükümet yeni bir yasaya çıkarmaya hazırlanıyor ve işçi sınıfının kendi bağımsız sendikasını kurma, onu büyütme ve geliştirme yönündeki iradesini ortadan kaldırmak istiyordu. DİSK’i hedef alan ve kapatmayı isteyen yasal bir düzenlemeydi. O dönem Türkiye’de işçiler tarafından kurulmuş, onların iradesi ile kurulmuş ve devlet sermayesinden bağımsız sendikal örgüt yoktu.  TÜRK-İŞ Konfederasyonu vardı ama o da devlet eliyle kurulmuştu. DİSK de bu direnişten üç yıl önce, beş sendika tarafından 1967 yılında kurulmuştu. Böylece daha önce söylediğim gibi işçi sınıfını sermayeden ve siyasal partilerden bağımsız sınıf örgütüne taşımayı hedefliyor. Kurulduğu günden itibaren de büyük hızla örgütlenmeye başladı. İşçiler biliyorlardı ki devletten ve sermayeden bağımsız olmadan bir sendikal örgütün hayatta kalması mümkün değildi.  İşçiler için en iyi toplu sözleşmeleri yapan konfederasyon DİSK’ti ve bu hızlı büyüme karşısında onun önünü kesmek hatta kapatmaya karşı yapılan yasaya direnmek için işçiler 15 ve 16 Haziran’da bir yürüyüş başlattı. Yürüyen işçiler sadece DİSK’den değildi. TÜRK-İŞ’e bağlı sendikalar da bu yasaya karşı direndiler. Barikatlar aşıldı. Üç kişi hayatını kaybetti, eylemler kazanımla sonuçlandı. O zamanki hükümet geri adım atmak zorunda kaldı.

Türkiye tarihinin gördüğü en büyük işçi direnişi bu tarihlerde oldu ve bu gün bile bu denli bir direnişin olmadığı yönünde eleştiriler bulunuyor.
Aslında bu direnişin ortaya çıktığı koşullarla bu günkü koşullar çok fazla benzerlik gösteriyor. Ortada böyle bir ironi var. Sadece Türkiye’de değil dünyada da ciddi biçimde işçilerin sınıf mücadelesini ve sendikalarını yok sayan, onları sendikasız, sınıfsız ve örgütsüz bırakmayı hedefleyen sermaye piyasası var. Bugün Türkiye’de sendikal haklarını kullanabilen işçi sayısına baktığımızda sadece %5 olduğunu görüyoruz. Her yüz işçiden sadece beş tanesi sendikalı ve bazı haklarını kullanabiliyor. Bu basitçe sendikacıların beceriksizliği ya da başarısızlığı olarak nitelenmemeli. Elbette öz eleştiri de yapıyoruz ama asıl mesele sermaye politikaları ve devlet politikaları. Her şey, tüm düzen işçilerin sendikasızlaştırılması üzerine kurulu, taşerondan tüm güvencesiz çalıştırma biçimine kadar bu konuda bir yaygınlaşma var. İşçiler yoğun biçimde güçsüzleştiriliyor. Bu durum doğrudan mücadeleci sendikaları ve DİSK’i hedefliyor. Kırk dört yıl önce işçileri sokağa döken, direnişi ortaya koyan durum ile bugün yaşananlar çok benzer. Bugün niye bu kadar direniş yaşanmıyor dersek dönem de aslında zor. Özellikle Türkiye’de 12 Eylül askeri darbesinden sonra örgütsüz toplum yaratıldı, bundan da en fazla işçi sınıfı payını aldı. Bunun yanında Türkiye’de her üç gençten biri işsiz, işçiler sendikalı olma karşısında işten atılmakla tehdit ediliyor. Açlık sınırı altında bir asgari ücret söz konusu ve kayıt dışı çalıştırma çok yaygın. Hükümet %30 düştü dese de biz biliyoruz ki bu rakam hala %40’larda. Neredeyse iki işçiden biri kayıt dışı çalışıyor. Bu kadar ciddi açlık, yoksulluk ve kayıt dışılığın olduğu bir ülkede sendikal hakları kullanabilmenin önünde ciddi engeller var.

Sizce sendikal anlamda da yeterince mücadele ediliyor mu?
Bugün aslında parça parça ve küçük küçük de olsa çok ciddi mücadeleler ve direnişler söz konusu. Bizler bunun farkındayız.  Hele son bir yıldır yaşananlar özellikle de Gezi Parkı süreci ile birlikte 1 Mayıs 2013’ten bugüne kadar yaşadıklarımıza bakınca Türkiye tarihinin en büyük halk ve işçi hareketlerinin yaşandığı dönemdeyiz. O yüzden bugün geleceğe çok daha fazla umutla bakıyoruz.

--------------------------------------------------

1980 DARBESİNİN GÜNÜMÜZ SOL HAREKETİNDEKİ SONUÇLARI

Siz de 12 Eylül 1980 darbesinden bahsettiniz. Bugünkü sendikasızlaşmanın ve sol hareketin zayıflamasının sonucu da sanırım darbeyle açıklanabilir…
Tabii darbe aslında Türkiye’de yükselen sol hareketi, sendikal hareketi ve gerçek bir işçi hareketini bastırmak için gerçekleştirildi. O zaman sağ sol çatışması diye ifade edilir ama ortada böyle bir çatışma yoktu. Doğrudan faşist saldırılar vardı ve gerçekten Türkiye’de bu darbeye zemin hazırlayan önemli süreçler yaşandı. Bunlardan biri 1967 yılındaki 1 Mayıs’tı. İşçilerin DİSK’in öncülüğünde ilk kez Taksim Meydanı’nda gerçekleştirdiği ve yüz binlerin katıldığı 1 Mayıs kana bulandı ve hala failler bulunmadı. 12 Eylül’ü başlatan süreç 1977 1 Mayıs ile başladı ve DİSK ile işçi hareketler hedef alındı. Bu durum 1980 yılına kadar da sürdü. Zaten darbeden kısa bir süre önce de DİSK’in kurucu Genel Başkanı Kemal Türkler yine bir faşist saldırı ile katledildi. Türkiye’yi darbeye götüren süreçte DİSK ve işçi hareketi hedefte oldu. Hem yükselen işçi hareketi hem de yükselen sol devrimci işçi hareketlerini bastırmak için eşi benzeri görülmemiş darbe yapıldı. Sol örgütler, DİSK başta olmak üzere tamamını yok etmeye dönük ağır baskılar yaşandı. Darbe yüzlerce insanın ölmesine, binlerce insanın cezaevlerinde katledilmesine ve binlerce insanın yıllarca içeride yatmasına sebep oldu. Evet, hedefte sol ve işçi sendikaları vardı. DİSK kapatıldı. Tüm mal varlıklarına el kondu. On bir yıl kapalı kaldık. Tekrar sendikal yaşama döndükten sonra da bugün hala örgütlenmeye çalışıyoruz. Düşünün on bir yıl kapalı kalan bir örgüt, tüm üyeleri o dönem açık kalan tek örgüt olan TÜRK-İŞ’e geçirildi. O dönem sınıf örgütü olduğunu söyleyen TÜRK-İŞ darbe hükümetine bakan verdi. Genel Sekreter dönemin Çalışma Bakanı oldu ve o dönem aslında sendikasızlaştırma sürecini başlatan yasaların 2821 ve 2822 sayılı yasaların Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu yasakçı mantığı ile 1982’de darbe hükümeti tarafından çıkarıldı ve TÜRK-İŞ de buna dahil oldu. Yasaları yaptılar ve o dönemle birlikte işçiler örgütsüz kalmaya başladı. Sendikal ve sol hareketin önündeki engeller hem yapılan faşist darbe ile hem de yaratılan ortam ve buna uygun çıkarılan yasalarla bu duruma geldi ve süreç otuz yılı aşkın bir süredir devam ediyor.

Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya için müebbet hapis kararı çıktı. Bunu nasıl değerlendireceksiniz?
Sonuçta 12 Eylül darbecilerinin bunca yıl sonra yargılanıyor gibi gösterilmesi bile Türkiye’de tamamen tiyatrodan ibaret. Bütün bu 12 Eylül süreci hesap vermelidir ama sadece mahkemeye bile getirilmeden yargılanmaları ve bu cezaları vermeleri yetmez. Darbe Türkiye’den, Türkiye halklarından ve işçilerinden çok fazla şeyler aldı. Aslında hepimizin geleceğini çaldı kararttı. Hesabı da bu kadar basit değildir, olmamalıdır. 

----------------------------------------------------------

SOSYAL DEMOKRAT PARTİ, CHP VE TÜRKİYE’DEKİ CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ

Bu arada Türkiye’de solun ve muhalefetin temsilcisi olarak Cumhuriyet Halk Partisi ve Cumhurbaşkanı adayı Ekmelettin İhsanoğlu için neler söylersiniz. Türkiye’de Ağustos ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminin sonucu ne olur?
CHP ana muhalefet partisi evet, sosyal demokrat bir parti.  Ancak sosyal demokrasinin büyümesi ve güçlenmesi, gerçek bir sosyal demokrat hareket olabilmesi işçi hareketi ile ve sosyalist hareketle doğrudan ilgilidir. Ne zaman sol ve işçi sınıfı hareketi güçlenir, sosyalist hareketler, devrimci hareketler yükselir, sosyalist partiler ancak o zaman güçlenir. Aralarında doğrudan ilişki vardır. Bu dönemde ne yazık ki CHP’nin politikaları, geçtiğimiz seçim sürecindeki tavrı ve adayları da dahil olmak üzere parti gerçek bir sosyal demokrat parti kimliğinden hızla uzaklaşıyor. En son çatı adayı olarak belirlenen adayın siyasi kimliğine de baktığımızda CHP’nin tercihlerinin hangi noktalara savrulabildiğini görüyoruz. Hala daha Orta Doğu’da yaşanan süreçlere, Irak ve Suriye olaylarına rağmen ılımlı İslam projesini hayata geçirmeye çalışan güçlerle hareket eden, öyle davranan hiçbir sosyal demokratik kimliği olmayan hatta bağdaşmayan tavır söz konusu. Ne yazık ki CHP bugün aslında işçi, emekçi ve halk düşmanı iktidarlarından biri olan AKP iktidarına kritik noktalarda attığı her yanlış adımla güç veriyor. Bırakın ona muhalefet etmeyi, istese de istemese de AKP’yi ve Tayyip Erdoğan iktidarını güçlendiriyor. Bu adayla ve bu yaklaşımla neredeyse ilk turdan Tayyip Erdoğan’nın Cumhurbaşkanı  seçilmesi garanti olacak.  

TÜRKİYE VE KIBRIS EKSENİNDE 1 MAYIS

Yıllardır Taksim 1 Mayıslarda işçiye kapalı …
1977 yılındaki büyük katliama rağmen 78’de yine Taksim’de coşkulu bir 1 Mayıs kutlandı.  1979 yılına gelindiğinde ise Taksim 1 Mayıs’lara kapatıldı. Ardından 12 Eylül böylece 1 Mayıs bile yasaklandı. Yasaklı yıllarda 1 Mayıs’ı özgürleştirmek için o dönemki sendikacılar, işçiler ve gençler büyük mücadeleler verdi. 1989 1Mayıs’ı kritiktir. Mehmet Akif Dağca isimli bir genç işçi hayatını kaybetmişti. 1990 yılında Gülay Beceren isimli üniversiteli arkadaşımız yaralandı ve o günden bu yana felçli olarak yaşamını sürdürüyor. 2007 yılında artık bu bitsin dedik. Önemli bir kırılma oldu ve artık kutlayacağız dedik. O yıl hem 1977 olaylarının otuzuncu yılının dolması, hem de faillerin bulunması hem de 1 Mayıs’ın yeniden tatil olması için mücadele başlattık. 2007 1 Mayıs’ında kırk kişilik geniş bir komite vardı. DİSK adına meydanda bulunan beş kişiden biri de bendim. Sabah beşte çelengimizi alıp sokağa çıktık ve gözaltına alındık. Tüm gün çatışmalar devam etti. Ardından 2008’de DİSK binasından dahi çıkamadık. Gün boyunca tarihte ilk kez gaz bombaları konfederasyon binasına yağdı. 2009 yılına geldik, az sayıda insanla gaz bombaları eşliğinde Taksim’e çıktık. Ardından 2010, 2011 ve 2012’de dünyanın en büyük 1 Mayıs’larını biz Taksim’de kutladık.  Hem de hiç sorun olmadı. Provokasyon dendi, silahlı saldırı dendi ama hiçbirinin gerçek olmadığı görüldü. Devlet yasak koymadığı taktirde işçilerin 1 Mayıs’ı kutlama iradesi engellenmediği sürece yüz binlerce insanın birlikte bu tarihi sorunsuz kutlayabileceği görüldü. 2013 yılında tekrar AKP iktidarı son iki yıldır çeşitli gerekçelerle işçi sınıfına Taksim’i kapattı. Biz yine de irademizin arkasındayız. 1 Mayıs alanı Türkiye’de Taksim’dir. Bu tarih herhangi bir miting günü değil hem tarihsel süreç hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin açtığımız dava sonucunda aldığı kararla Taksim’in 1 Mayıs Meydanı olması kararı var.
İki yıldır neredeyse sokağa çıkma yasağı ilan ediliyor. İnsanların özgürlüğü kısıtlanıyor. Tüm bir kente zülüm ediliyor. 2013 ve 2014, tarihlerinde 1 Mayıs ve Taksim ısrarımızdan dolayı ben ve arkadaşlarım yargılanmaya devam ediyoruz. Ancak hala bunun tartışılmasını dahi kabul etmiyoruz. O yüzden ne olursa olsun Taksim konusundaki kararlılığımız devam edecektir.


Sizin 1 Mayıs’ınızdan bizim 1 Mayıs kutlamalarımıza gelelim. Kıbrıs’ta da yıllardan sonra 1 Mayıs ortak bir etkinlikte kutlandı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu elbette çok önemli bir olay, nerede olursa olsun barışı yok eden şey halkların birlikte yaşayamaması değil sermaye üretenlerdir. Halklar yıllardır her yerde kardeşçe birlikte yaşamıştır ve yaşamaya da devam edecektir. Halkları ırkçı ve şoven politikalarla birbirine düşman eden ve dünyada sürekli olarak savaş politikalarını uygulayanlar dünyayı yöneten güçlerdir. O nedenle biz bu savaş politikalarını kabul etmiyoruz. Kıbrıs’ta da bu örnek çok önemli halkların birlikte, yan yana, omuz omuza, kardeşçe yaşamasının en önemli güvencelerinden birisi emektir, emek eksenidir, emek ortaklığıdır. Türkiye’de de bunu çok yaşıyoruz. Türklerle Kürtler birbirine düşman edilmeye çalışılıyor ama biz taşerona karşı, her türlü haksızlık ve hukuksuzluğa karşı mücadelede Türk’ü, Kürt’ü, Laz’ı ya da Çerkez’i tüm halklar yan yana mücadele ediyoruz. Aynı şekilde Kıbrıs’ta da 1 Mayıs gibi bir günde iki toplumun ortak kutlama yapması aslında emek ekseninin ne kadar birleştirici bir güç olduğunun göstergesidir. O nedenle bunu gerçekleştirdikleri için Kıbrıs’taki tüm yoldaşlarımı kutluyorum. DİSK’in tarihsel olarak Kıbrıs için barış içinde yaşaması temennisi hep vardır. Barış mümkündür, kuşkusuz mümkündür.  Kıbrıs’ta emekçilerin ve halkların da arzusu bu yöndedir bunu çok iyi biliyoruz. Zaten bunun için mücadele de veriliyor. Var olan gerilim halkların ya da emekçilerin iradesi ile ortaya çıkmamıştır. Bugünkü süreç Kıbrıs’ı var edenlerin o topraklardaki tüm güzellikleri üretenlerin iradesi değildir. Onların isteği mutlaka barıştır ve bu barışı sağlamak için verilen mücadelenin DİSK olarak her zaman yanındayız.

Bu haber toplam 1395 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 165. Sayısı

Adres Kıbrıs 165. Sayısı